• DOLAR 32.545
  • EURO 34.827
  • ALTIN 2426.213
  • ...
Özgürlüğe Yürüyüşün İlk Sahfası Olarak “Hicret”
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 
Siracettin Aslan / İnzar Dergisi
 
Hicret hareketi, İslâm tarihinin odak noktasını teşkil etmektedir. Hicret, öyle önemli bir hadisedir ki, Hz. Ömer ve Hz. Ali gibi Müslümanlar tarafından tarihin başlangıç noktası olarak belirlenmiş ve günümüze kadar cevval bir şekilde idrak edilmeye çalışılmıştır. Bu idrak edilişi, kategorik olarak iç ve dış âlemden hicret olmak üzere iki bağlamsal çerçeve üzerinden tahlil etmek mümkündür. Ancak hemen ifade edilmelidir ki, iç âlemde hicret olmadığı sürece dış âlemdeki hicretten söz edilmesi nakıs kalacaktır. Çünkü dış âleme tekabül eden fiziksel davranışların anlamsal boyutu, ruhani boyut ve zihinsel yetilerle ilişkili olarak iç âlemde yer edinir. Yani bedene hükmeden ruhani ve zihni yetiler olduğundan, ruhsal ve zihinsel bağlamın seküler düşüncelerden arındırılması bakımından öncelikli olarak hicreti gerektirir. Öyle ki bu hicreti de, büyük cihad ile ilişkili olarak büyük hicret şeklinde değerlendirmek lazım gelir.

Hicret, klasik ve modern sözlüklerde, zorbalıkların imkân vermediği İslami değerlerin yaşanılıp yaşatılması için bir yerden bir yere yapılan göç anlamında çoğunlukla kullanıldığı görülmektedir. Ancak hicret, bu anlamı ihtiva etmekle birlikte az önce kısaca ifade edildiği gibi onun psikolojik ve sosyo-düşünsel bağlama sahip olduğuna da dikkat çekmek gerekir. Çünkü hicrete esas olan mekân değişikliği değil, ondan anlamsal çerçevenin mekâna verdiği kavrayışın yaşanabilirliğidir.

Bu bağlamda Hz. Peygamber’in hicrete ilişkin bizlere bıraktığı miras, tarihsel ve sosyo-kültürel düzlemde tahlil ve tahkikine çalışmak ilmî açıdan biyo-bilimsel ile ilmî epistemolojik bir tavır değildir. Esasen bu mirasın ontolojik bağlamı, hayatın ve yaşayan düşünüşün bütün kılcallarına işlemekle anlam ve varlık bulur. Bu bakımdan Hz. Peygamber’in hicreti ve hicrete yüklediği anlam muhtevasının anlaşılabilirliği, bunu bütün bir yaşayışımızın zerrelerine nakşetmekle mümkün olabilir. Aksi yönde meydana gelecek zihinsel ve eylemsel bağlam, tarihi ve kültürel bir arayıştan öteye geçmeyecektir. Aynı şekilde hicretin tarihsel anlamda bir vakıa ve sosyo-kültürel açıdan bir olgu şeklinde alınması, onun zaman ve mekândan ayrıştırılmasına sebep olacağı illiyet nazariyesi ekseninde malumun ilamı olacaktır.

Hicret, zaman ve mekânı kuşatan seküler ve mekanik düşünüşün girdabındaki bütün bir insanlığın maddi ve manevî kurtuluşu için ilahî bir arayışın tecessüm ettiği düşünsel bir idrakte varlık bulmalıdır. Başka bir ifadeyle hicret, hürriyete dayalı bir yaşam ve dâvet için adalete doğru gidilen bir arayışın ve bu hür yaşam talebi, insanın dünyagörüşünün hür irade ile bütünleştirerek yaşamaya yelken açarak arzuladığının ve bu uğurda bütün beşer aklının ürettiği ideolojik sistemlerin tahakkümünden kaçışın bir neticesi şeklinde anlamlandırılmalıdır. Bu şekilde varlık bulan ve anlamlandırılan hicret, aynı zamanda Şeriati’nin ifadeleriyle tarih, toplum, doğa ve benlik zindanlarından evrensel düşünmeye doğru atılan bir adım olarak da okunmalıdır. Çünkü Müslümanların esasen edindikleri vatan toprakları, evrensel düşünmenin/İslami mefkûrenin bütün bir hayatı şekillendirdiği yerdir. Bu nedenledir ki hicret, Müslümanın doğup büyüdüğü topraklardan bir kaçışı değil, İslami mefkûrenin bireysel ve toplumsal hayatta inşa edilmesi konusunda bir hesap sorma eylemidir, şanlı bir nebevi direniştir, mukaddes bir inkılaba ön hazırlıktır. Bu bağlamda hicret, insanın toprağa olan bağımlığını kopararak düşünsel yaşayışı ön plana çeker. Çünkü bir yerde toprağa bağımlılık varsa, orada durağanlık, hareketsizlik ve düşünsel kavrayışta bir bozulma vardır. Öyle ki bu durum, nihai anlamda insan fıtratının yaratılış gayesinin ve onun halifelik bilincinin dumura uğratılmasına sebep olabilir. Bundan dolayı tevhidî tebliğin ve yaşamın hür olduğu mekânlar, esasen insanın konağı, vatanı ve yurdu olarak kabul edilir. Dolayısıyla tevhidi tebliğin yapılamadığı, hür düşüncenin ve özgürce yaşamın zincirlere vurulduğu ve farklılıklara tahammülün olmadığı mekânlar, adaletsizlik ve baskının olduğu yerlerdir. Öyle ki buralarda, hür istencin iradesi iktidarların boyunduruğu altına alınmaya çalışıldığından aksi düşünsel kavrayış ve eylemlerin varlığa gelip kendilerini gerçekleştirme sahası bulmaları söz konusu değildir. Bu bakımdan hür iradenin zincire vurulduğu ve...
 
 

Bu haberler de ilginizi çekebilir