• DOLAR 32.355
  • EURO 35.633
  • ALTIN 2323.136
  • ...
İmtihanın Nirengi Noktası Nefis Barikatı…
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 
Yusuf Akyüz / İnzar Dergisi
 
“Muhakkak ki nefsini arındırıp temizleyen kurtulmuştur; nefsini günahlara batıran da hüsrana dâhil olmuştur.” (Şems: 9-10)

“Şüphesiz ki Allahu Teâlâ (mükâfatlandırmak ve cezalandırmak hususunda) sizin dış görüşünüze ve emvalinize bakmaz. Fakat O, sizin kalbinize (niyetlerinize) ve amellerinize bakar.” (Ebu Hureyre (r.a)’den rivayetle, Müslim, Birr 33)

“İbn-i Mesud(r.a)’den rivayetle: Resul-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem); Senin rahmetini kazandıracak ve bağışlamanı sağlayacak işler yapmayı; her türlü günahtan uzak durmayı; bütün iyilikleri işlemeyi ve cennete kavuşup cehennemden kurtulmayı nasip etmeni niyaz ederim.” (Tirmizi, Vitr, 17)

İnsan fıtratı iki latif ve bir kesif unsurdan müteşekkildir… Kesif unsur; dâhili ve harici uzuvlardan ibaret, havas-ı hamse denilen, beş duyuya bağlı cismani hayatiyeti temsil eden bilinen şu maddi bedendir… Latif unsurlar ise; nurani ve zulmani iki zıt kutbun imtizacından ibarettir… Nurani kutup, “insani ruh” tabir edilen ruhaniyeti; zulmani kutub, hayvani ruh denilen nefsaniyeti temsili eder. Tasavvuf ıstılahında, insanın rüşd ve kemali için terbiye edilmesi gereken yönü, kısaca “nefis” tabiriyle ifade edilir. Nefis, zulmani tabiatı icabı, dünya hayatına bağlı süfli, maddi-hayvani zevklere müpteladır. Eğer nefis, mücahede ve riyazetle tezkiye ve terbiye edilmezse, zulmani tabiatı üzere kalır ve insanın hüsranına sebep olur. Nefis, süfli cismani hazlara tutkun, her türlü kötülüğe de müsaid ve mütemayil olduğundan, ıslahı için tezkiye ve terbiye ameliyesine şiddetle muhtaç bir yapıdadır.

Tezkiye ve terbiyenin esası; nefsani arzuların hilafına hareket etmek, ihtiyaç ve zaruret dışında, nefsin hırsla istediği şeyleri vermemek suretiyle nefse muhalefet etmektir. Aynı zamanda, tabiatı itibariyle nefsin hoşuna gitmeyen şeylerle amel etmekle nefsi terbiye edip ruhun kontrolüne vermektir. Bu mana; “nefsin terbiyesi ve ruhun galebesi” remziyle ifade edilir. Yani nefsin terbiyesiyle, ruhaniyetin kuvvetlendirilmesi, imani faziletlerin ve ulvi ahlaki değerlerin kalbe yerleştirilmesi murad edilir. Elbette bu gaye bir takım amelsiz fikir, söz ve nazariyelerle kendi kendine olduğu yerde gerçekleşebilecek alelade bir iş değildir. Enfüsi bir ameliyedir.

Bir tabirle, irade ve azimle nefis toprağını sürüp mücahede ve riyazetle ayrık otlarını temizlemektir.

Ruh ve nefis, bir terazinin iki kefesine benzer; birine ağırlık verildiğinde, diğeri hafifler; ortası itidali temsil eder… İnsanın meleki ve ulvi yönünü temsil eden ruhun kuvvetlenmesi nispetinde melekuti bir uruç; insanın süfli ve hayvani yönünü ifade eden nefsin kuvvetlenmesi halinde de cismaniyette hubut başlar… Maddi alakalar ve cismaniyete bağlı süfli hazlar nefsi büyütürken; ilmi ve maverai çalışmalar ruhun kuvvetlenmesine, ruhaniyetin ve nuraniyetin yükselmesine vesile olur… Ruhaniyeti yükseldiğinde insan ulvileşir; meleki yönü gelişir ve uhrevileşir. Nefsaniyeti güçlendiğinde ise süflileşir; maddi yönü galip gelir ve dünyevileşir… Dünya hayatının ikramı dâhilinde tezkiye ameliyesiyle disipline edilmediği takdirde, insan ömür boyu hubut halinde yaşar ve süfli hazların peşinde koşarak sair hayvanlar gibi şuursuz bir şekilde ömrünü harcar…

“Artık kim de zikrimden yüz çevirirse (ve nefsani heveslerine uyarsa), şüphesiz ki onun için huzursuz sıkıntılı bir hayat vardır. Kıyamet günü de onu kör olarak haşrederiz. (O zaman) “Rabbim! Niçin beni kör olarak haşrettin? Hâlbuki ben (dünyada iken) gören bir kimse idim!” der. (O zaman) “İşte böyledir! Ayetlerimiz sana gelmişti de sen onları unutmuştun. İşte bugün de sen böyle (körlüğe mahkûm olarak) bırakılacaksın!” buyurur. İşte biz (Rabbinin ayetlerinden habersiz) ömrünü israf eden ve Rabbinin ayetlerine iman etmeyeni böyle cezalandırırız. Elbette ahiret azabı daha şiddetli ve daha süreklidir.” (Taha Suresi: 124,-127)

İmtihan hikmeti icabı, insanın önüne nefis denilen muazzam bir barikat konulmuş ve dünya hayatına müteallık nefsani arzular insanın imtihan vasıtası olmuştur. İnsanın hakiki manada insan olabilmesi için, bu barikatı aşması, nefsiyle olan imtihanını kazanıp rüşd ve kemal yolunda menzile varması lazımdır. Elbette öncelikle esaslı bir intibah şokuyla daldığı gaflet uykusundan uyanıp kaybın farkına varmalıdır. Akıbeti görmeli, işi anlamalı ve geç kalmadan yola çıkmalıdır. Zira geç kalan bir feryadın insana hiçbir faydası olmayacak; dünyada körkütük şuursuzca yaşayan, ruz-i mahşerde de körlüğe mahkûm olacaktır. Kurtuluş imkânı bu dünyada ve şu andadır. Bir an sonrası meçhul zamandır; her nefesin ardında bir ölüm ihtimali vardır. İçinde yaşadığımız her an, kurtuluş adımını atabileceğimiz, belki bize verilmiş son fırsattır.

Her türlü imkân elindeyken bu dünyada kurtuluş adımını atamayan insanı bekleyen, acıklı bir hüsran ve telafisi olmayan ağır bir ziyandır. Herkes ahirette, dünyada yaptıklarının karşılığını bulacaktır.

İnsanın önünde iki yol ve iki tercih var; ebedi saadet yolu cennet ve diğer tarafta şekavet yolu cehennem! Hadis-i şerifte buyurulduğu üzere; “Cehennem, nefse hoş gelen şeylerle (dünyevi lezzet ve şehevi eğlencelerle) kuşatılmış; cennet ise nefsin istemediği şeylerle çepeçevre sarılmıştır.” (Buhari, Rikak, 28; Müslim, Cennet, 1) Mademki insanın en büyük davası, cehennemden kurtulmaktır… Cehennemden kurtulmak da nefsani heveslerin tutsaklığından hakiki manada Hakk’a kul olmaya; edeb, ahlak ve yaşayışıyla kulluk kıvamını bulmaya bağlıdır. Elbette edeb, ahlak, iffet, hayâ ve takva gibi imani değerlerin vücud bularak hayatın canlılığı içinde kuvveden fiile geçip yaşaması için, nefis planında esaslı bir tahakkuk ameliyesine ihtiyaç vardır. Yani insan enfüsi inkişafını gerçekleştirerek manevi inkılabını tamamlamalı; imani değerlerle bütünleşerek nefsini sünnet-i seniyyeye tabi kılmalıdır.

Riyazet ve mücahede denilen böyle deruni ve enfüsi bir ameliyat yapılmadıkça nefsani heva ve heveslerin tutsaklığından kurtulmak imkânsızdır. Zira bir maksada varmak için yola çıkmak; bir gayeye ulaşmak için vesilelerine sarılmak lazımdır.

Bedeni mamur bir beyt farz edecek olursak, ruh ve nefis denilen bu iki zıt kutub, tıpkı aydınlık ve karanlık gibi imtihan hikmeti gereği bu eve yerleştirilmiş, ömür boyu beden evinde muharebe halindedir. Dünya hayatının devamı ve imtihanın vasıtası olması hasebiyle, nefsi tamamen bertaraf etmek maksad değildir. Nefsi tezkiye usulleriyle terbiye safhalarından geçirmek suretiyle ıslah ederek, ruhun munis bir bineği haline getirmek hedeftir. Zira insanın rüşd ve kemali, ruhun nefse galebesiyle, imani değerlerin ve ulvi ahlaki faziletlerin et ve kemik gibi kaynaşarak şahsiyetiyle bütünleşmesiyle kabildir. İşte nefsin nasıl terbiye edileceğini gösteren bu ilim de tasavvuf muhitlerinde “riyazet ve mücahede” meşhur hadis-i şerife atfen de, “cihad-ı ekber” tabiriyle ifade edilmiştir ki, nefisle cihad kastedilir.

Dünya lezzetlerine meftun olan nefis, aceleci, hırslı ve tamahkârdır; daima peşin zevkleri yaşamak ve anlık hazların tatminiyle, meşgul olmak ister. Eğer terbiye edilerek ruha tabi kılınmazsa, ömür boyu bir takım hayali süfli dünyevi hazların peşinde sürüklenir gider. Ruh, şuuru ve uyanışı; nefis ise gaflet ve aldanışı temsil eder. Bünyeye hangisi hâkim olursa, bedeni uzuvları o yönde istimal eder. Eğer ruhaniyet galip olursa, ebedi saadetin vesilesi olan salih ameller zuhur eder. Nefsaniyet bünyeye hâkim olursa, fasid işlere, günahlara, fısk-u fücura sevk eder.

Ruhaniyetin karşılığı; huzur, şuur ve saadet iken, nefsaniyetin karşılığı sıkıntı, ıstırap ve şekavettir.

Ömür boyu devam eden bu imtihan âleminde insan için yaşadığı her an yükseliş ve düşüş ihtimali vardır. İbadetler ve salih ameller insanın ruhaniyetini inkişaf ettirirken; günahlar ve münkerat da nefsaniyeti besleyip büyütür. İnsan, haline yönelişinde, seyir ve gidişatına göre, nefis planında bazı isim ve vasıflarla anılır. Bunlar konumuna nispetle nesin sıfatlarıdır: “Nefs-i emmare”, düşüşün en alt derekesini; “Nefs-i kâmile” yükselişin en üst mertebesini ifade eder. Hakk’ın inayetiyle nefsini terbiye etmek suretiyle insan en alt derekeden daha üst sevilere doğru yükselişe geçebilir. Nasibi kadar, rüşd ve kemal yolunda mesafe alıp ilerleyebilir. Ama aklını ve zekâsını yanlış yollarda kullanarak, imtihan şuurundan uzak, anlık nefsani hazların peşinde ömür tüketen bedbahtları bekleyen elemli bir akıbet, hasret ve nedamettir. Hal, akıbetin habercisidir; zira hüküm ekseriyete ve eğlabiyete göre verilir. İnsanın hali, seyir ve gidişatı seçtiği yolu da gösterir. Hadis-i şerifte; “Kişi yaşadığı hal üzere ölür ve öldüğü hal üzere haşrolunur.” buyuruluyor. (Münavi, Feyzu’l-Kadir, V. 663)

Esfel-i Safilinden Alâ’yı İlliyyine kadar yükseliş imkânı ve dahi imtihanı vardır. Bir maksada talip olan, yolculuğun zahmetini ve yoldaki meşakkat ve mihnetleri göze almalıdır. Gaye varsa, çile de vardır. Her davanın, her gaye ve muradın elzem ve bedeli vardır. En basit bir işte bile başarı için çalışmak lazımdır. Çalışmak...
 
 

Bu haberler de ilginizi çekebilir