• DOLAR 32.335
  • EURO 35.126
  • ALTIN 2306.74
  • ...
DAVA VE DAVA ADAMLIĞI
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

Omuzlarımız ne kadar güçsüz olsa da iki büklüm yapsa da belimizi taşıdığımız yük, titretse de dizlerimizi mecalsizlikten, yine de durmaya, dinlenmeye, yükümüzü indirmeye hakkımız yoktur bizim… Daha ezelde, belki ruhlar âleminde, hatta yokluktan varlığa doğru her şeyin en ince ayrıntısıyla yazıldığı Levh-i Mahfuz’da, yükleneceğimize dair geri dönülmez bir söz vermişiz çünkü Rabbimize… Dağların, göklerin ve yerin taşımaktan korkup kaçındıkları böylesine ağır bir yükü, tüm zayıflığımıza rağmen taşıyacağımızı taahhüt etmişsek eğer sonsuz ilim sahibi Rabbimize, o halde mazeretlerin ardına sığınma vakti ve şansı geçmiştir artık bizim için…

Her durumda gerisinde değil, bir adım önünde olmamız lazımdır, baş döndürücü bir hızla akıp gitmekte olan zamanın… Bir insan için ölümle, insanlık için ise kıyametle bitecek olan dünya hayatında, bir maraton koşucusu gibiyiz her birimiz ve bu yüzden hedefi gözeterek varış çizgisine göre ayarlamak zorundayız nefesimizi, Rabbimize verdiğimiz sözü yerine getirmek adına… Kutsal ve bir o kadar hassas, en küçük bir zararın dokunmasına dahi izin olmayan bir emaneti taşıdığımız bilinciyle düşmüşüz yola… Yol uzun, yol tehlikeli, yol her türlü engebe, uçurum, vahşi hayvanlarla dolu… Yol geçit vermez dağların üzerinden, uçsuz-bucaksız ve dipsiz ummanlardan geçmektedir hedefe doğru… Ve İblis, tüm zürriyeti, dostları, yardımcıları, yandaş ve destekçileriyle birlikte sahip olduğu bütün imkânlarını kullanarak adım adım, aşama aşama, safha safha döşemektedir her çeşit tuzak, engel, barikat ve mayınlarla bu dosdoğru yolu...

Mademki ezelde Rabbimize verdiğimiz bir sözümüz var bizim, mademki sözün gereği olarak ‘dava adamı’ sıfatını eklemişiz adlarımızın önüne ve mademki geri dönülmez bir mecraya girmişiz kulluk yolunda, o halde bir an durup şu soruya cevap arayalım kendi nefsimizde… Ne kadar hazırız böylesine zor, uzun ve meşakkatli bir yolculuğa? Yeterli derecede azığımız, en güvenli güzergâhtan götürecek Kılavuzumuz, saldırılara karşı koruyacak teçhizatımız, yolculuğu kolaylaştıracak araç-gereç ve donanımımız var mıdır gerçekten? ‘Biraz korku ve açlıkla, biraz da mallardan, canlardan ve ürünlerden eksilme ile imtihan’(1) edileceğiz çoğumuz… Sıkıntılar gırtlağa dayanacak, zorluklar bedenimizi iki büklüm yapacak, en yakıcı ayrılıklar yaşanacak, şehadet, zindan ve muhaceretler her an karşılaşacağımız birer gerçek olarak duracak hemen yanı başımızda… Bizden önce gelip geçen Müminlerin yaşadıklarının bir benzerini yaşayacak ve öylesine yoksulluk çekecek, öylesine sıkıntıya düşecek, öylesine sarsılacağız ki, onlar gibi ‘Allah’ın yardımı ne zaman?’ (2) diyecek duruma geleceğiz belki de… Bundan sonra biraz daha düşünüp yeniden soralım aynı soruyu kendimize yeniden… Bu zor, sıkıntılı, meşakkatli ve uzun yolculuk için tamam mı hazırlığımız?

Dava ağır mı ağır, dava adamı olmak ise zor mu zordur görev sorumluluğunun ne olduğunu bilenler için… Dava, iddialarla değil, ispatlarla; teorilerle değil, amel ve pratiklerle; sloganlarla değil, bilgi ve birikimin olgunlaştırdığı aklın öncülüğünde yer bulabilir gönüllerde ve bir rahmet yağmuru gibi hayat verebilir ölü ruhlara ancak… Beşeri hiçbir dava, ideoloji, düşünce ve sonu ‘izm’ ile biten sistemle kıyas kabul etmeyen İslam davasını omuzlamış ve ‘…yeryüzünde fitne kalmayıp din yalnız Allah’ın oluncaya kadar…’(3) hedefine doğru sağlam ve emin adımlarla yürüme azminde olan biz Müslümanlar için zor mu zordur ‘dava adamı’ olmak… Bedel ister dava adamı olmak, zaman ister, enerji ister, fedakârlık ister, emek ister… Dünyanın tüm zevk, sefa, eğlence ve rahatlığını bir kenara atıp yarı aç, yarı tok bir karınla davanın selameti için gece gündüz durmadan çalışmanın zevkine varmayı ister… Ağır da olsa, hafif de olsa, başına gelen her türlü bela, musibet ve imtihanı imanına bir delil sayıp mutmain bir kalple sabretmeyi ister… Kendisinden, eş ve çocuğundan, ana ve babasından, bacı ve kardeşinden fedakârlık yapıp haklarından feragat ederek davasına bir adam daha kazandırmak, bir kardeşinin ihtiyacını gidermek ya da dava içindeki sorumluluğunu yerine getirmek için çalışıp çabalamayı ister… Ve dav adamı olmak, tam bir donanıma, bilgi ve beceriye, ilim ve kültüre sahip olmayı ister… Yaşadığımız çağı iyi okuyabilmeli, teknolojik gelişmeleri davanın faydasına kullanma becerisine sahip olmalı ve diğer ideolojilerin temsilcilerine her alanda üstünlük sağlamalıyız bu yüzden… Yüklendiğimiz davanın eksiksiz, tam ve kusurlardan arınmış olması, davanın temsilcileri ve hizmetçileri olan bizlerin de ilim, iman, ahlak, kültür, bilgi ve beceri olarak eksiksiz olmasını gerektiriyor çünkü…

Dünyanın gittikçe küçüldüğü, teknolojik gelişmelerin hızına yetişilmediği, şeytan ve dostlarının yeni taktik, teknik ve stratejiler geliştirdiği, düşmanların pusuda bekleyip iman kalemizde en küçük bir gedik aradığı bu zamanda, çağın gerisinde kalmamak için her alanda yetiştirmek zorundayız kendimizi… ‘Kervan yolda düzülür’ mantığıyla, eksikliklerimizi sonradan tamamlama düşüncesi yanıltır bizi… Fırsatları en iyi şekilde değerlendirmek ilmi ve kültürel eksikliklerimizin farkına varıp en kısa zamanda tamamlamak zorundayız bu yüzden…

İmanımızı Kur`an ve sünnetle güzelleştirdiğimizde; ahlakımızı Peygamber Efendimizle süslediğimizde; ilim, bilgi ve kültürümüzü İslami ve fenni ilimlerle takviye ettiğimizde… Kalplerimizi zan, şüphe ve malayaniden temizlediğimizde… Ruhlarımızı imanla beslediğimizde… Zorluk, sıkıntı, bela ve musibetlere karşı sabır zırhına büründüğümüzde… Allah’ı, Onun peygamberini ve yolunda gidenleri her şeyden çok sevip sadece onları dost edindiğimizde… Ve sonsuzluk diyarı olan ahireti, ‘bir oyun ve eğlenceden ibaret’ olan birkaç günlük dünya hayatına tercih ettiğimizde… İşte o zaman, evet, işte o zaman ‘dava adamı’ olma bilinç e şuuruna ulaşır ve davamızı hedefe ulaştırmada daha sağlam ve emin adımlarla yürümüş olacağız Allah’ın izniyle… Böyle olduğunda, duy bak o zaman sen, şeytan ve dostlarının vaveyla, çığlık ve figanlarını… Bir an durup kinleriyle geberişlerini seyret ve sonra bırak onları kendi haline de, daha güvenle düş yola yeniden…

Şüphesiz izzet ve şeref, zafer ve galibiyet, üstünlük ve büyüklük, heybet ve azamet Allah’a Resulüne ve Müminlere mahsustur; varsın kalbi karalar, yüreklerine mühür vurulanlar, gözleri kör, kulakları sağır olanlar bilmesinler bunu… Zaten “…hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?...”(4)

NAŞİT TUTAR - İnzardergisi / Ekim 2011

______________________________________

1-      Bakara suresi 155. Ayetten iktibas

2-      Bakara suresi 214. Ayetten iktibas

3-      Bakara suresi 193 ve Enfal suresi 39. Ayetten iktibas

4-      Zumer suresi 9. Ayetten iktibas

 

Bu haberler de ilginizi çekebilir