• DOLAR 32.601
  • EURO 34.811
  • ALTIN 2499.86
  • ...
Model Ülke-Başörtüsü Sorunu-Laiklik Çağrısı
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

Halkın bastırılan özgürlük özlemleri, nihayetinde kabaran bir öfkeye dönüşüp kukla yönetimlerin ipliklerini pazara çıkarıyor. Yeni vaadler, yeni söylemler, yeni idari yapılanmaların niteliği başını almış gidiyor.

Dikta rejimlerinin tarihin çöplüğünü boylamaları, aynı zamanda kurulu bölgesel düzenin de iflas ettiğini gösteriyor. Bununla beraber yeni bir bölgesel düzen oluşuyor. Bayat yönetimlerin devrilmesine harcanan çabalar, şu anda oluşacak yeni düzenin ne yönde şekilleneceğine odaklanmış bulunuyor.

İsyanlar sürecinde görünürde en ciddi aktör halkın iradesi ve halkın meydanlara yansıyan gücü-öfkesi iken, yeni bir düzen inşa sürecinde aktörlerin çeşitliliği boy gösteriyor. Aktörler çoğaldıkça çoğalıyor. Değişimin temel dinamizmini oluşturan halkın istek ve arzuları ikinci plana itilmek istenirken hazıra konmak isteyen uluslar arası aktörler leşe konmak isteyen akbabalar rolünü icra etmek istiyor.

Kimisi siyasal şekillendirme ihalesini almışken kimisi petrol paylaşımın, ihale fırsatçılığının, deyim yerindeyse modern kapitülasyonculuğun karlı hesabını yapıyor. İlginçtir ama yırtıcı görünümleriyle etkili olamayacaklarına kanaat getiren tüm akbabalar, siyasi, ekonomik, stratejik tüm emellerini uygulama yöntemi olarak Türkiye’yi sahaya sürüyor. Zihinlere nakşetmek istedikleri “İslam-demokrasi-laiklik üçlüsünün mükemmel uyumu” efsanesi ile Müslümanlar için alternatif bir asr-ı saadet efsanesi türetiliyor, bu yolla kitleler adeta hipnotize edilmek isteniyor.

Ak Parti iktidarıyla beraber komşularla “sıfır sorun” politikasını devreye sokan Türkiye, yaşanan yeni süreçle beraber sancılı bölgede bir yandan kükremeye başlarken diğer yandan kükremenin verdiği kaynağı “meçhul” cesaretle herkesle sorun politikasının ortasında kendini buluveriyor. İsrail konusunda yapılan çıkışlar “modellik” hatırına Batı aleminde şimdilik alkış koparırken “sıfır sorun” politikasının yol açtığı “eksen kayması” tartışmaları, yerini övgü açıklamalarına bırakıyor.

İster kendi gücü sayesinde olsun, isterse senaryoda aldığı rol gereği olsun yine de şu anda Türkiye’nin bölgede aktif bir rol oynadığı, Türkiye hesaba katılmadan hiçbir bölgesel planlamanın içerisine giril(e)mediği gerçeği de orta yerde duruyor. Türkiye’nin kurumsal kimliğinden ziyade Başbakan Erdoğan’ın kendine özgü popülaritesi, arayış içerisindeki bölge halklarını fazlasıyla etkiliyor. İslami gelenekten gelmesi, başarılı diplomatik çıkışlarıyla bütünleşince de bölge halkları açısından sonsuz bir güveni de beraberinde getiriyor. Müslüman halklar bu özelliklerinden dolayı Erdoğan’ın şahsında Türkiye’ye güvenirken ABD ve Batı ittifakının da kendi siyasal projelerinin geleceği açısından aynı güven ve beklenti içerisine girmesi hem Türkiye’nin sorumluluğunu artırıyor, hem de Türkiye’yi ileride halkların talepleri ile emperyalistlerin beklentileri arasında kalacak bir çıkmazla karşı karşıya bırakıyor.

Şu anda Türkiye ve Ak Parti deneyimi halkların talepleri ile Batının beklentileri arasında gel-gitlerle yürüyüp gidiyor. Halkların taleplerinin yanında durup diktatörlere karşı cephe alması, Filistin meselesi üzerinden israil’in kanlı politikalarına cephe alması ve bunu uluslar arası tüm platformlara taşıması halkların dikkatini cezp etmeye devam ediyor. Ama Füze kalkanı projesi ve son gezisinde beklenmeyen bir şekilde laikliği önceleyen tavsiyeleri de aynı şekilde ABD ve Batının beklentilerine cevap niteliğini taşıyor.

Anlaşılan odur ki, Türkiye’ye biçilen “model ülke” kavramı şimdilik tutmuşa benziyor. Arayış içerisindeki halklar, Ak Parti’nin “Müslüman” yanını önceleyerek modellik kavramının içini doldururken; ABD ve Batı ise “demokrat ve laik” yanını öncelemek suretiyle modelliğe yön tayin ediyor. Dolayısıyla hükümet de kendisine yönelen beklentilerle uluslar arası ve bölgesel alanda olabildiğince söylem ve siyaset çıtasını yükseltiyor, bu da hem bölge halkları hem de iç kamuoyu nezdinde Türkiye’nin artan gücü şeklinde mülahazalara konu oluyor.

Elbette Türkiye, diğer bölge ülkelerinin geneliyle karşılaştırıldığında belli oranda gücü ve etkileme durumu olan bir ülkedir. Zaten yöneticiler de bu durumu göz önüne alarak bölgesel her meselenin bir numaralı aktörlüğüne oynamaktadır. Kaldı ki doğru yönetilirse ve hepsinden önemlisi iç sorunlarını cesaretle çözebilirse şimdikinden çok daha güçlü ve sözü çok daha fazla dinlenir bir ülke olacağı da muhakkaktır.

Türkiye şu anda İsrail-Filistin meselesi, değişime odaklanan halklar, Doğu Akdeniz’de gerilen hava vs bir çok meseleye odaklanmış durumdadır. Etrafına dizayn vermek isteyen bir ülke görünümü ortaya koymaktadır. Ancak içerde vesayet dönemlerinin en katı uygulamalarını aşamazsa, kendi halkının taleplerini görmemeye devam ederse içerdeki sorunların gün gelir dışarıdaki itibarını da zedeleyeceğini unutmaması gerekir.

Bölgesinde kocaman sorunlarla uğraşan Türkiye, gel gör ki kendi içerisinde hala minicik çocukların başörtüsüyle uğraşmaktan zevk almaya devam etmektedir. Okulların açılmasıyla beraber her sene olduğu gibi bu sene de okul önlerinde görülmeye başlanan başörtüsü mağduriyetlerinin oluşturduğu vahim tablolar, Müslüman halklara örnek-model olmaya namzet bir ülke görüntüsüyle nasıl bağdaştırılabilir? Yıllardır yüksek öğretim kurumlarında yaşanan mağduriyetin kaldırıldığıyla ilgili beyanlara karşın hala bazı üniversitelerde aynı yobaz yasakçılığın sürdürülmesi büyük ülke imajıyla nasıl bağdaştırılabiliyor?

Yine zorunlu olmasına karşın İlköğretim okullarının başörtüsü gerekçesiyle öğrencileri kapı dışarı etmesi, yön verilmek istenen Müslüman Arap halklarınca sorgulanırsa, modelliğinizden eser kalır mı acaba?

Yankısı hala süren Başbakan’ın Arap halklara “Laiklik” tavsiyesi, zaten belli bir şok dalgasını beraberinde getirdi. Kaldı ki laikliğe hiç olmadığı kadar yüklenen olumlu anlam, Türkiye’deki yasakçı uygulamalarla birlikte düşünüldüğünde o halklarca inandırıcı karşılanması mümkün müdür?

Bir taraftan anayasalarınızı laiklik üzerine inşa edin deyip laikliği temel özgürlüklerin garantörü konumuna yükselteceksiniz, öbür taraftan kamusal alanın tümünde başörtüsüne yine laiklik adına geçit vermeyeceksiniz, olacak iş mi?

Yarın öbür gün sizden farklı çıkışlar bekleyen o halklar, “İyi de bizde laiklik olmadığı halde her türdeki okullara ve tüm kamusal alanlara tesettürle girmenin önünde hiçbir engel yok, ama tavsiye ettiğiniz laik sistem yıllardır Müslüman halka kan kusturuyor, bu çelişkiyi nasıl izah edeceksiniz?” diye sorduğunda buharlaşacak olan sadece “model”liğiniz değil, aynı zamanda itibarınız da olmayacak mı?

Tamam, şu anda hem öğrenciler başörtüsünden dolayı okullardan kovuluyor, hem de ailelerine yüklü miktarda para cezası kesiyorsunuz. Üstelik şakşakçı medyanız da bu dramı ya hasıraltı ederek ya da hak taleplerini provokatörlük zeminine çekerek sulandırmayı başarıyor. Ama bu durum ilelebet böyle sürecek değildir ya!

Bir zamanlar insanlar üzerinde estirdiğiniz milliyetçilik teröründen kaynaklanan hak ihlallerini, insanların feryatlarını aynı şekilde meşru gösterdiniz, tüm çağrıları kulak ardı ettiniz. Sonunda başınıza bela olan PKK gibi bir yapılanmayı türetmiş olmadınız mı? Yoksa masumane isteklerle inançlarının gereğini yaşamak isteyen dindar insanları da terörize ederek farklı süreçlerin yaşanmasını mı arzu ediyorsunuz?

Hem sizler değil miydiniz, Mübarek ya da Esad’ı eleştirirken “Halkın haykırışını sona erdirecek insani taleplerine kulak vermek, bu talepleri yerine getirmek gerekir. Özgürlükler ertelenemez, göz ardı edilemez” diyen. Okullardan kovulan öğrencilerin, velilerine kesilen cezaların, basın açıklamalarından dolayı STK üyelerine verilen insafsız cezaların verildiği ülkenin ne Esad’ın Suriye’si ne Mübarek’in Mısır’ı ne de Kaddafi’nin Libya’sı olduğunu belirtmekte fayda var. Kaldı ki Esad yönetimi böyle bir kumpas kurup bu türden temel hakları ihlal etseydi, acaba nasıl tepkiler ortaya koyardınız? Medyanız nasıl ortalığı velveleye verirdi?

Dahası, bugün sizleri ülkelerinde Kur’an-ı Kerim’lerle, tekbirlerle karşılayan Müslüman Arap halkları sizdeki bu uygulamalara şahit olursa iç dünyalarında yaşayacakları fırtınaların şiddetini hiç merak ettiniz mi? O zaman sizin laiklik çağrınızın kendilerine kurulan büyük bir tuzak olduğunu anlamış olmazlar mı? Kendilerine tuzak kurduğunu düşündükleri bir ülkeye karşı nasıl bir halet-i ruhiyeye gireceklerini merak etmeyecek misiniz?

İnzardergisi - Ekim 2011 - Ali özgür

Bu haberler de ilginizi çekebilir