• DOLAR 32.333
  • EURO 35.056
  • ALTIN 2282.641
  • ...
NARA DÜŞTÜM
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

Savruldu deli gönlüm asuman nara düştü
Viran oldu can evim hanuman nara düştü

Rivayet odur ki Kerem Peygamberi oturuyor bir keresinde ashab-ı kiram ile. Ve soruyor şan ve şeref Peygamberi: Pehlivan kime denir?

Derin bir sessizlik ilk anda; derken soru yeniden yöneltiliyor ashaba.. O bilge ashaba: Pehlivan kime denir?

Ürkek bir cevap geliyor arkalardan:’Kimsenin yenemediği kişi pehlivandır’ diyorlar.

‘Hayır’ diyor şefkat Peygamberi. Bu kez sessizlik daha bir derinleşiyor ashab arasında.

Bir türlü istenen cevap gelmiyor. Derken ashab kendine geliyor ve her zamanki slogan geliveriyor ashabın mübarek ağızlarından:

‘Allah ve Resulü daha iyi bilir’

Ne kadar bilgece bir cevap… Ne kadar itminan dolu bir cevap… Ne kadar haddini bilen, yerinde bir cevap…

Ve yaratılmışların en âlimi cevap veriyor kendi sorusuna: Öfkelendiğinde benliğini yere serendir pehlivan, nefsini yenendir pehlivan…(Ew kema qal)

Ne âlimane bir cevap ve ne ölümsüz bir cevap…

Böyle buyurmuştu Kerem Peygamberi; tıpkı Kerim Allah’ın buyurduğu gibi:

‘ Onu(nefsi) arındıran kesinlikle kurtulmuştur.’

Kurtuluş ama kimden ve neden? Kurtuluş kime karşı ve nasıl? Kurtuluş herhangi bir çığlıktır tek başına sadece. Oysa ben ölümsüz bir nefhanın peşindeyim ve yine arlanmadan ‘ben’ diyebiliyorum.

Bu ‘ben’ nasıl bir bendir ki en uygunsuz anında giriveriyor haremime pervasız? Bu ‘ben’ kimin benidir ki düşman kesiliyor her fırsatta bütün kutsallarıma?

Öfke… Yalın bir kılıç, keskin bir kılıç… Ama kimin elinde ve kime karşı…

Dikkat et ey kul! Kelleni uçuruvermesin ansızın bu kılıç! Sonra amansız düşmanın olan nefsinin yerine sen düşüverirsin helak çukuruna…

Öfke aşk kınında korunmalı ve can bileğiyle tutulmalı kabzasından. Öyle ki yürüdüğünde ‘ben’ kâfirinin üzerine, ya imana gelip sadık bir yâren olmalı ya da sen, darbeyi indirmeden kalbi yerinden sökülmeli.

İşte o zaman girersin dostun bağına ve işte o zaman ayrılığın kızıl alevi yakmaz ruhunu.

Düştüğümü sanmıştım dost bağına ve bülbüller kıskandıran bir gülşenî ravza olmuştu evim hani. O halde bu feryat ve figan niye? Bu şekva ve ıstırap niye?

Ben aşkın virane zamanına düştüm ve ben yârsız bir iklimin narına düştüm. Benlik en gaddar düşman oldu sürdü beni isyan kıtasına. Her yanı kahır olan bir sahraya düştüm. Ben nâra düştüm. Ben hâra düştüm. Ya ben hara düştüm?

Bozguna uğradığım günden beri beni cansız temalar sardı. Bozguna uğradığım günden beri irin bağlayan dizeler düştü dilime ve ben tepeden tırnağa kana düştüm belasında bu ayrılığın, nâra düştüm.

Bayramlar geldi geçti, memlekete panayır geldi, âleme can düştü. Benim iliklerimi dondurdu herkese bahar olan bu mevsim.

Kavuşunca sevgililer, ben gözyaşlarına boğuldum; bilinmez bir külhana düştüm.

Yiğitçe atılan bendim oysa er meydanına ve pehlivanı bendim aşk otağının bir zaman. Bir zaman ki el ele, diz dize idik âşıklar meclisinde, yarenlerle ve bir zaman ki benlik hevesleri yakmazdı bağrımı böyle közül közül.

Düştüm er meydanına nice pehlivan gördüm
Takatten kesti benlik pehlivan nâra düştü.

Ve sonunda yıllar tükendi benlik kavgasında. Hiç bitmedi bu savaş ve sonu gelmedi mağlubiyetlerimin.

Son bir hamleyle söylüyorum son sözümü:

Toplamalıyız öfkemizi dostlar. Büyük bir hışımla yürümeliyiz vuslatımızı bölen nefs düşmanının üzerine. Bizi bekleyen bayramlar var vuslat dergâhlarında. Kınından çekilmiş kılıçlarımızı bizi daha fazla yaralamadan hamle yapmalıyız benlik ordularına.

Biz ki en arı ruhların buhurunda nefeslenmişiz. Tanrı tanımaz nice melunlara diz çökerttik nice kez ve en ulvi gülistanlarda taç giyme merasimleriyle girdik bitimsiz bayram mevsimlerine…

Şemsi de Yüce Yâr’ın Yusufî aşığıdır
Zindana gül taşırken gülistan nâra düştü.

NURULLAH GÜLSEVER / İnzar dergisi / Eylül 2011

 

Bu haberler de ilginizi çekebilir