• DOLAR 32.504
  • EURO 34.783
  • ALTIN 2499.528
  • ...
İNAT
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

Hava çok sıcaktı. Adeta hamamın o boğucu havası vardı. İkinci kattaki yatakhane kısmı yirmi metre karelik bir yerdi. Üç ayrı ranzada birer kişi kalacak şekilde yapılmıştı. Bir vantilatörle odanın durgun ve sıcak havası serinletilmeye çalışıyordu. Lakin vantilatör sıcak hava üfürüyordu. İçi daraldı, yüzündeki terleri silerek yatağından doğruldu, yastığına bıraktığı havlusu ıslanmıştı. Havlusunu alıp aşağıya indi. Mutfak olarak kullanılan alt kattan geçerek havalandırmaya çıktı. Gün ortası olduğu için havalandırmayı olabildiğince ısıtıyordu. Gölgeliğin bulunduğu tarafa geçip, sırtını duvara dayayıp bir tabureye oturdu. Çöllerde aç susuz kalmış birisinin halet-i ruhiyesini yaşıyordu. Gerçi susuzluktan ölmeyecek kadar suyu vardı. Amma ölüm kimden uzaktı ki. Sırtını dayadığı duvardan karşıya bakıyordu, karşı duvardan yansıyan güneşin ısısı onu rahatsız etti, yüzünü semaya çevirdi yüreğinde yılların hüznü vardı ve:

-Esaret, sıcak ve açlık ne zor Ya Rab! Sözcükleri döküldü dilinden. Bu yıl Ramazan ayı çok sıcak günlere denk gelmişti. Uzun ve sıcak günlerde oruçlu olmak ve serinleyecek bir imkana sahip olmadan oruç tutmak. Oysa dışarda Ramazan’a bunca sıcak günlerde hiç rastlamamıştı. Bu bilmem kaçıncı Ramazan’dı bu mekanlarda geçirdiği. Öyle mekan deyince rahat anlamayın, zindan çok klasik olduğu için kullanmamıştı. Hoş zindandan farkı yoktu. Eski zindanları yerin kaç metre altına yaparlardı. Şimdi ise yerin üstüne yapıyor, etrafını da metrelerce yüksek duvarlarla çeviriyorlardı. Bulunduğu cezaevi çağdaş zindanları en acımasız serisi olan F Tipleriydi. Bir arkadaşının dediği gibi, buraların planlarını yapanın şeytanla ortaklığı vardır. Çağdaş infazın gözde mekanları zifiri karanlık zindanlarına rahmet okutacak cinstendi. İnsan öğütmek için inşa edilmiş, beyinleri süngere çeviren, içten içe bünyeyi yok etmeye ayarlı bir mekan. İki kişi, dört kişi, beş kişi değil üç kişilik odalarda insanlarla beraber insandan uzak yaşıyordu.

Bu düşünceler içinde sıcağın verdiği rehavetle hareketsiz otururken koridor kapısının açıldığını duydu. Bulunduğu oda koridorun son odasıydı. Her koridorda üç oda toplam dokuz kişi kalıyorlardı. Bu dokuz kişi haftada bir sohbet ve spor olmak üzere iki üç saat görüşüp bir araya geliyorlardı. Bunların dışında hiç kimseyle görüşemiyorlardı. Açılan kapının ardından duyulan ayak sesleri bulunduğu odaya doğru geliyordu. Biraz bekledikten sonra:

- “Ahmet Aslan müdür görüşü!” diye seslenen gardiyanın (Bu arada gardiyan deyince memurlar alınıyorlar, kendilerine infaz koruma memuru diyorlar, anlaşılan gardiyanın kötü iması onları da rahatsız ediyor) sesini işitti. Kalkıp kapıya geldi;

- Hayırdır ne görüşü, benim böyle bir talebim olmadı. (Mahpusun revir, müdür ve diğer birçok ihtiyacı için ancak dilekçe vermesiyle karşılanır. Nerdeyse nefes almak için dilekçe yazın denilecek) dedi.

Gardiyan:

- Bilmiyorum müdür bey özellikle çağırdı, dedi. Ahmet kısa bir tereddütten sonra bir kaç dakika sonra hazırlanıp gelmişti.

Gardiyanlarla beraber önce ara koridoru sonra da maltayı geçtiler. Müdürün her zaman mahpuslarla görüştüğü karakol kapısına gelince duraksadı. Gardiyan durumu anlayınca:

- Müdür bey odasında bekliyor, dedi. Ahmet bir anlık bir şaşkınlık geçirdi. Bunca yıldır ilk defa böyle bir uygulamayla karşılaşmıştı. Önce itiraz etmeyi düşündü sonra buraya kadar geldikten sonra geri dönmeyi hoş bulmadığı için:

- Hadi, Ya Bismillah! dedi ve gardiyanları takip etti birkaç dakika sonra müdürün kapısına gelmişlerdi, gardiyanın kapıyı çalıp ondan sonra açmasıyla odaya girmişlerdi. Odada otuz beş kırk yaşlarında uzun boylu düzgün fizikli biri duruyordu. Mütebessim bir yüzle gelenleri karşılamış gardiyanlara:

- Ahmet’i bir saat sonra odasına alabilirsiniz deyip göndermişti. Ahmet bir saat sözünü duyunca şaşkınlığı daha çok artmıştı. Müdür Ahmet’in şaşkınlığını yüzünden okuyordu. Fakat işi daha da gizemli hale getirip anın tadını çıkarma peşindeydi. Sesini alabildiğince yumuşatıp dostane bir tavırla:

- Gel hoca sana sarılayım, dedi. Ahmet’i kucaklayıp öptü. Ahmet’in şaşkınlık hali şoka dönüşmüştü. Bunca garip tavırlara anlam veremiyordu. Müdürün, Ahmet’e, hoca diye hitap etmesi ona bir şeyler hatırlatmıştı. Sadece birkaç samimi olduğu arkadaşı ona hoca derdi. Müdür masasına geçip oturdu. Aynı yumuşak üslupla:

- Otursana hocam niye öyle ayakta dikiliyorsun, dedi.

Ahmet gösterilen koltuğa otururken gözlerini müdürden ayırmıyor bu düğümü çözecek kişinin tavır ve mimiklerini inceliyordu.

Bunu fark eden müdür:

- Hayırdır hocam beni tanımadın mı? Diye sordu.

Ahmet:

- Kusura bakma müdür bey fakat tanıyamadım dedi.

- Müdür:

- Benim Nusret ne çabuk unuttun bizi dedi. Müdürün çabuk dediği yirmi yıl olmuştu. Belki ismen Ahmet’in dosyasına vakıf olmasa o da Ahmet’i tanımayacaktı. Müdür ismini söyleyince Ahmet onu tanımıştı. İlköğretim yıllarında beş yıl beraber okuduğu mahalle arkadaşı Nusret Demir idi. Ahmet ve müdür bir saat boyunca eskilerden konuşmuş o yıllarda üzerine tartıştıkları konuları, hatıraları bir bir anmışlardı. Bir saat sonra Ahmet odasına dönmüştü.

O gün bütün günü Nusret’i düşünerek geçirmişti Ahmet. Müdür çok inatçı ve inançsız biriydi, yıllarca beraber okumuş ve aynı mahallede kalmışlardı. Ahmet ve diğer arkadaşları Nusret’in inançlı biri olması için çok uğraşmışlardı fakat bir türlü onu bu kör inattan vazgeçirememişlerdi. Nusret o dönemin moda olan inkarcı fikirlerinden hiç dönmemişti. Bizi doğa yarattı, biz doğanın(doğa ananın) çocuklarıyız, diyorlardı. Ahmet’i odasına çağırması da bu inadının ürünüydü. Sözde Ahmet’e nasihat edip kendi hayatıyla Ahmet’in içinde bulunduğu hali, inançlı inançsız denklemiyle karşılaştırıp kendi durumunun üstün olduğunu kanıtlamaya çalışacaktı. Özellikle mevkisini, maddi olarak üstünlüğünü, zengin olduğunu belirtmiş ve buna vurgu yapmıştı. Ahmet ona gerekli cevapları vermişti. Hayatın bir imtihan olduğunu, bu imtihan gereği insanların bazı seçimler yaptığını ve bu seçimleri uğrunda bir takım sıkıntılara maruz kaldıklarını bunun Sünnetullah olduğunu uzun uzadıya anlattı. Fakat kırk yıllık Nusret’in değişme bir yana bu sözleri anlamlandırmaya dahi niyeti yoktu.

Ahmet ilerleyen günlerde Nusret hakkında birçok bilgi edinmişti. Daha önce birçok yolsuzluk suçlamasına adı karışmış bir kaç kez görevden uzaklaştırılmış, mahkeme kararlarıyla göreve geri gelmiş, en son bulunduğu cezaevine gelmiş.
Buraya gelişi bir nevi sürgün olmuş.

Geçen birkaç aylık süre zarfında Nusret’in durumu daha da kötüye gitmeye başlamıştı. İflah olmaz bir kumar mübtelası olduğu, çok övündüğü servetinin bu uğurda tükendiği, en sonunda ise yargılandığı yolsuzluk dosyalarının birisinin neticelenmesiyle yakınlarda bulunan bir cezaevine konulduğu hakkında bilgi edinmişti Ahmet.

Ahmet’i çağırıp kendince hakka karşı inatçı tavrını bir kula göstermeye çalışan ıslah olmaz kibirli hali onun sonu olmuştu.

Not: Bu olay ve kişiler hayali olarak ele alınmıştır.

Akan AYGOBAN -Adana F Tipi Kapalı Cezaevi
 

Bu haberler de ilginizi çekebilir