• DOLAR 32.551
  • EURO 34.927
  • ALTIN 2428.287
  • ...
Kimliksizleştirilmeye Calışılan İslam Şehri: DİYARBAKIR
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

FİKRET ÖZKAN / Doğruhaber / Röportaj

Peygamberler ve sahabeler şehri olan Diyarbakır’ın asıl kimliğinden uzaklaştırılarak kargaşa, kaosun ve gayri İslami tüm davranışların membaı olarak lanse edilmesi, Diyarbakır’a yapılacak en büyük ihanettir. Zira Mekke ve Medine’den sonra en çok sahabenin metfun olduğu ve bağrında isimleri Kuran-ı Kerim’de zikredilen iki peygamberi barındıran, İslam’ın 5. Harem-i Şerifi, kadim bir şehrin İslami kimliği, ne isimleri zikredilen kötü fillere ne de karpuza ve surlara kurban edilecek kadar basite indirgenebilir. İslam’ın kadim bir kenti olarak dünden bu güne gerçek kimliği olan Peygamberler ve Sahabeler kenti olan Diyarbakır’ı, Diyarbakır Değerlerini Koruma ve Yaşatma Derneği Genel Başkanı Recep İdikut Doğruhaber’e konuşarak, Diyarbakır’ın gerçek kimliğine kavuşması için toplumun tüm dinamiklerine önemli bir görev düştüğünü hatırlatarak bu konuda Müslümanların daha hassas davranması gerektiğinin altını çizdi.

İşte Recep İdikut’un sorularımıza verdiği yanıtlar:

Öncelikle niçin Diyarbakır Değerlerlerini Koruma Derneği?

Hedefimiz Diyarbakır’da canlı ve cansız değer saydığımız her şeye sahiplenmek ve bu sahiplendiğimiz değerlendiğimizin de yaşadığımız toplumda tanıtımını yapmaktır. Daha önce bize değer olarak empoze edilmeye çalışılan karpuz ve surlardı. Ama bizim sürekli gündem etmek istediğimiz asli değerlerimiz var. İnsanlarımıza burada yaşayan değerlerin meydana getirdiği duygusal bağı anlatmaya çalışıyoruz. Biliyorsunuz ki, Diyarbakır Mekke ve Medine’den sonra en çok sahabenin metfun olduğu yer. Hz. Ömer döneminde İyaz bin Ğanem komutanlığında bu bölgeye gelen 700 civarında İslam ordusu neferinin şehit olmuştur. Sonradan aileleriyle buraya yerleşenlerden 540 sahabe de burada metfun. İşte bizim asıl değerimiz misafir ettiğimiz bu mübarek insanlardır. Bizler bunlara sahip çıkmak için gayret etmeliyiz / ediyoruz.

PEYGAMBERLER ŞEHRİ OLARAK DİYARBAKIR

İslam orduları için Diyarbakır’ın önemi ve Diyarbakır’da kalmalarının sebebi neydi?

Diyarbakır tarih boyunca hep stratejik bir bölge olmuştur. Bir taraftan Sasaniler diğer taraftan Bizanslılar sürekli olarak bölgeye hâkim olmak istemiştir. Bu mücadeleler sonrası bölgenin bu iki güç arasında el değiştirmesi ve el değiştirirken bölgeye yönelik sürekli katliamlar gerçekleştirilmesi, Müslümanlarında burası üzerine artık bir plan yapması gerektiğini ortaya çıkarmıştır. Müslümanlar Hz. Ömer döneminde, yani Peygamber (sav)’in vefatından çok kısa bir zaman sonra buraları fethetmişlerdir. Bizlere yazılı olarak ulaşan bilgilerden, o dönem İslam ordusunun içerisinde Halid bin Velid’in oğlu Hz. Süleyman ve Diyarbakır’ a Mekke ve Medine’den sonra vali olarak atanan ilk vali Hz. Sasa vardı. Ordu içerisinde bulunan Sahabelerden bir kısmı da Fetihten sonra ailelerini de alıp gelmişler. Tabi İslam öncesi tarihe baktığımız zaman bu bölgenin önem arz eden tablolardan bir tanesi de bu bölgede bazı peygamberlerin kabirlerinin bulunmasıdır. O dönemlerde Elyasa (a.s) ve Zülküf (a.s) gibi tarihe yön vermiş, ismi Kuran-ı Kerimde geçen 25 peygamberden ikisi Diyarbakır’da metfun. Bu şu anlama geliyor: Kuran-ı Kerim’de Cenab-ı Allah bir yere peygamber gönderirken orda yaşayan insanların içerisinden birilerini peygamber gönderdiğini bize bildiriyor. Arabistan’da Arap olarak yaşanan o toplumda Peygamber (a.s) onlara Arap olarak gönderilmiş ve o toplumu karanlık cahiliye döneminden aydınlığa ulaştırmıştır. Haliyle tarihe baktığımızda görüyoruz ki Cenab-ı Allah’ın 2 bin 3 bin yıl önce göndermiş olduğu peygamberlerden Elyasa (a.s) Zülküf (a.s) da bu bölgede yaşamışlardır ve Allah’ın Kuran-ı Kerim’de methettiği peygamberler olarak Diyarbakır’da bulunmaları, Diyarbakır’a ayrıca bir şeref kazandırmış ve onu değerli kılmıştır. Daha önceki süreçte de bu iki Peygamberin yani Elyasa (a.s) ile Zülküf (a.s)’ın bu bölgede metfun olduğu biliniyordu. Ancak o kadar da gündem edilmiyordu. İşte tamda bu noktada bizim varlık sebebimizi olan asıl sebep ortaya çıkmış oluyor ki o da bizim asıl değerlerimizin sadece karpuz ve surlardan ibaret olmadığını asıl değerlerimizin görmezden gelinen ve belki de unutulmaya yüz tutmuş Peygamberlerimizin, misafir ettiğimiz sahabe efendilerimizin ve maneviyat kokan coğrafyamızın olduğu görülmektedir. Biz bütün bunları insanlarımıza anlatmak zorundayız.

DİYARBAKIR’DA MANEVİ KİMLİK UNUTTURULMAYA ÇALIŞILIYOR

Diyarbakır manevi boyutu son 10 veya 12 yıldır gündemdedir. Daha önce peygamberiyle sahabesiyle anılan bir bölge değildi. Bunun en büyük sebebi ise siyasi hesaplardı. Birileri bölgenin sürekli taşlamalarla, hırsızlıklarla öyle veya böyle gündem gelen olumsuzluklarla zikredilmesine alt yapı oluşturuyordu. Oysa bu toplum böyle bir toplum değildi. Eskiden büyüklerimizin kullandığı bir tabir vardı. Diyorlardı ki; şu Diyarbakır’da eski Suriçi dediğimiz bölgede her on insandan iki ya da üç tanesi ya bir sahabenin veya bir salih insanın zürriyetinden gelmiş. Evet, Diyarbakır’ın kimliği bu işte.

Diyarbakır’ın bu noktaya gelmesinden ne kadar sorumluyuz?

Kanaatimce bu mübarek beldeyi şereflendiren sahabeyi yeteri derece de tanıtamadık. Bu konuda bir özrümüz var. O sahabelerin buraya getirdikleri misyonu tanıtamadık. Sahabeler yerlerini, yurtlarını terk edip buralara gelerek burada insanlığa tahakküm eden karanlığı ortadan kaldırmak için ellerinde açık bir nur ve delil ile gelirken, bizler onların bize miras bıraktığı bu nura sahip çıkamadık. Kur’an-ı, İslam’ı, İmanı getirdiler ve insanlık medeniyet gördü. Çirkeflik içinde yaşayan insanlık sahabelerle nurlandı. Ve biz o nuru muhafaza edemedik. Bize düşen, inançlı insanlar olarak sahabeyi ve sahabenin taşıdığı misyonu hem yaşamak hem de yaşatmak için gayret etmek. Bundan sonraki süreçte ise özellikle STK’lar olarak bizim yapmamız gereken en öncelikli iş, burada bulunan insanları öncelikle en iyi şekilde anlamalı, davalarının bilincine varmalı ve sonrasında onları olabilecek en iyi şekilde anlatmalı, toplumu bu konuda bilinçlendirmeliyiz.

DİYARBAKIR’DA PEYGAMBER SEMPOZYOMU

Bu haftanın peygamberler haftası ve peygamberler sempozyumu ile desteklenmesi elbette çok güzeldir. Ama yüzde yüz hedefini bulmuştur diyemiyoruz. İlk olması hasebiyle bazı aksaklıklar olabilir. Ancak çok daha geniş katılımlı, burada yatan peygamberlerin misyonunu ve genel anlamda davalarını Tevhid ekseninde baz alacak sempozyum, seminer, konferanslarla dışarıdan da kitlesel katılımlarla icra edilirse çok daha verimli olacaktır. Çok daha büyük kitlelere ulaşabilecek şekilde icra edilen programlarla Peygamberliğin misyonu yeniden canlandırılabilir. Bunları yapmanın çok da zor olmayacağı kanısındayım.

Toplum değerlerini ne kadar muhafaza ediyor?

Şunun özellikle altını çizmek istiyorum. İstanbul’da veya büyük şehirlerde oturmuş bir hassasiyet var. Bunu zaman zaman oraları ziyaret ettiğimizde görebiliyoruz. Camilere girmenin bir adabı var. Değerli İslam âlimlerinin türbelerini veya sahabe efendilerimizin mezarlarını ziyaret ettiklerinde dikkat etmeseler bile bu işin sağlanması için gereken önlemler alınmış ve işliyor. Ancak bizim toplumumuz dindar bir toplumdur. Her zaman için bu hassasiyeti olduğunu gördük. Hem böyle bir toplum içerisinde hem de böylesi kâinatın kendi yüzü suyu hürmetine var edilmiş bir peygamberin dostlarını ziyaret edeceksin. Hem de başı açık, daracık bluzlar, daracık pantolonlar hatta bazılarını tarif etmekten bile hayâ ediyorum. Bunlar adaba da edebe de toplum içerisinde insanların haklarına riayet ya da inanç değerlerine saygıya da uymayan davranışlar. Madem orayı ziyaret edeceksiniz; o zaman oranın adabına uymanız gerekir. Açıkça bu tür kişilere şunu söylemek isterim: Siz buraya kendi evinize dahi giremediğiniz bir tarzda adaba aykırı bir şekilde girmeniz ayıp olmaz mı? Yani buraya girerken başınızı örtseniz olmaz mı? Ha.. başınızı örtmek istemiyorsanız o zaman girmeyin. Dışarıda duanızı yapın. Siz inanıyor veya inanmıyor olabilirsiniz. Veya inancının gereğini yerine getirmiyor olabilirsiniz. Fakat bu avludan adımınızı içeri atarken o kriterleri göz önünde bulundurmanız gerekiyor.

Bunun dışında özellikle uyarmak istediğim başka bir husus daha var. Gerek dışarıdan gerekse de şehrimizden bölgemizden insanlarımız Eğil’de bulunan Zülküf (as) ‘ı ve Elyase (as)’mı ziyaret ettiklerinde daha dikkat etmelidirler. Düşünsenize hemen yanı başlarında Peygamber olduklarından en ufak bir şüphe olmayan iki zat var ve insanlar kadın erkek yan yana bazen göle giriyorlar. Bunlar doğru kabul edilebilecek şeyler değil. İnsanlarımızı bu konuda biraz daha hassa davranmalı. Hem yapmamalı, hem yaptırmamalıdır diye düşünüyorum.

İnsanlarımızın bu hassasiyetsizliğinin sebebi bu değerlerin farkında olmayışı ya da bilmeyişi midir?

Bizler insanımızı suçlamıyoruz. Zira bizler onlara bir yatırım yapmadık ki meyve isteyelim. Yani şu anlamda yatırım; Ahlaki anlamda, İslami anlamda onları sahiplenmedik. Geçmiş süreçte birileri kendi yağlarıyla kavruldu. Bundan sonra ki süreçte de Sivil toplum Kuruluşlarının manevi değerlerimize sahip çıkma adına orada yapacağımız çok şey var. Bunun yanında bazen haklı tepkimizi de ortaya koymalıyız. Zira insanlar bazı şeyleri kendilerine adet olsun diye devam ede gelmiş yapıyor.

Mesela Eğil’de Peygamberlerin makamında satış yapan bir esnaf burada satış yapıyorsa gayri İslami bir müziği sesini sonuna kadar açarak orada çalmamalı. Buna müsaade edilmemeli. Gerekirse bu konularda Müslümanlar olarak tavrımızı çok net olarak ortaya koymalıyız. Ya da bir camiye uygunsuz bir tavırla girmeye kalkanlara karşı tavrımızı açıkça ortaya koymalı ve bu şekilde camiye girmemesi gerektiğini söylemeliyiz. Bu tür tepkiler genel olarak tüm Müslümanlar tarafından sergilenirse toplumda bu hassasiyet zamanla oluşacaktır. Buna eminim.

DEĞERLERİMİZE SAHİP ÇIKMALIYIZ

Toplumsal olarak bu değerlerimize sahiplenmeye nerden başlamalıyız?

Öncelikle kendi insanımıza seslenmek istiyorum. Özelikle hafta içi gidebiliyorsak hafta içi, gidemiyorsak hafta sonu mutlaka ama mutlaka aile ferlerimizi de yanımıza alarak Allah Resulünün dostlarını ve imkan dahilinde ise Allah’ın Kur’an-ı Kerim’de isimlerini zikrederek büyük bir şeref bahşettiği peygamberleri mutlaka ziyaret edelim. Onlarla gidip konuşup dertleşelim. Ailemizi bu vesileyle kimleri örnek alacaklarını gösterelim. Özellikle Diyarbakır Merkezde bulunan o güzide sahabeler binlerce kilometre öteden Allah’ın davetini bize getirmek için canlarını feda ettiler. Bizler de onları misafir eden ve onların bu gayretiyle bu gün imanın farkına varmış insanları olarak hafta da bir gün ziyaret edemiyor muyuz? Peygamber (sav) bir hadisi şerifinde şöyle diyor: “İnsanlar mahşere kalkarken orada onlara öncülük edecek benim sahabelerimdir. Hangi sahabem orda metfun ise o oranın komutanıdır.” Buranın da başkomutanı Hz. Süleyman’dır. Ve biz Hz. Süleyman’ın kabrine haftada bir de olsa aile fertlerimizle gitme prensibini yerleştirmemiz lazım.
 

Bu haberler de ilginizi çekebilir