• DOLAR 32.519
  • EURO 34.814
  • ALTIN 2425.856
  • ...
 Hüdapar’ın Suriye Raporu -1-
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

Tarihi Süreciyle ‘Suriye Siyaseti ve Tıkanan Arap Baharı’ adıyla hazırlanan raporu Hür Dava Partisi Dış İlişkiler Başkanlığı Danışmanı Hasan Bozdaş ve Zeynep Bozdaş tarafında kaleme alındı.

Bölüm bölüm yayınlayacağımız raporun ilk kısmında SURİYE’NİN COĞRAFİ, SİYASİ VE DEMOGRAFİK YAPISINA BAKIŞ, SURİYE’NİN KÜRESEL POLİTİK KONUMU, SURİYE’NİN TARİHİ YAPISINA BAKIŞ, 1970-2011 YILLARI ARASINDA ÜLKEDEKİ BASKI POLİTİKASI VE İNSAN HAKKI İHLALLERİ, HAMA KATLİAMI ÖNCESİ’NDE BÖLGEDEKİ ÖNEMLİ GELİŞMELER VE REJİMİN VERDİĞİ TEPKİLER, HAMA KATLİAMI konuları yer alıyor.

I. GİRİŞ

Ortadoğu’nun en önemli ülkelerinden ve komşularımız içerisinde gerek akrabalık bağları gerek kültürel bağlarla yakın ilişki içerisinde olduğumuz Suriye, yaklaşık üç yıldır iç savaşın ortasında büyük bir yıkıma uğramıştır.
 
Bu yıkım, insan hakkı ihlalleri, açlık, hastalık ve daha birçok sorunla yaklaşık 6 milyon insanı etkilemiş, 5 milyon insanı yerinden etmiş ve en az iki milyon insanı diğer ülkelere göç etmek zorunda bırakmıştır. 

Bununla birlikte Şii-Sünni bloku yaratılarak en kanlı çatışmalardan biri yaşanmış ve Müslüman halklar bir anda birbirine silah doğrultmuştur. 

Arap Baharı’nın son dalgalarından biri olan Suriye Devrimi, henüz netice vermemiş ve tarafların müzakerelerinden bir sonuç çıkmamıştır. 

Raporumuzda; Arap Baharı’nın kısa bir analiziyle Suriye’nin mevcut Baas rejimi tarihi derinlemesine ele alınarak iç savaşta yaşanan siyasi ve operasyonel gelişmeler incelenmiş, süper güçlerin Suriye üzerindeki planlarına yönelik öngörüler açıklanmış ve insan hakkı ihlallerine yönelik güncel raporlarla insani durum aktarılmaya çalışılmıştır. Suriye’de yaşananların tek pencereden değerlendirilmesini yanlış buluyor, raporda hem rejim hem muhalefetin karşılıklı tezlerini sunuyoruz. 

  Raporumuz hazırlanırken Birleşmiş Milletler, İnsan Hakları İzleme Örgütü ve birçok uluslararası düzeyde kuruluşun hazırladığı raporlar, Suriye olaylarını derinlemesine inceleyen araştırmalar, yazı dizileri, makaleler, tezler göz önünde bulundurulmuş; AFAD yetkilileri, mülteci kampları yetkilileri ve sığınmacılar, insani yardım kuruluşları temsilcileri ile görüşülmüştür. 

  Suriye sorunu ümmetin en acil sorunlarından biri olmakla birlikte, bu merhale atlatılırsa diğer sorunların daha çabuk çözüme kavuşacağını biliyor ve görüyoruz. Dayanışma içerisinde olmadığımız her gün Mısır, Arakan, Filistin, Orta Afrika, Bangladeş, Doğu Türkistan, Patani gibi ümmet coğrafyalarının kan kaybına şahit oluyor ve ümmetin selameti açısından endişe taşıyoruz. 

  Raporumuz, bütün siyasi ve felsefi kaygılardan uzak hazırlanmış; yalnızca Suriye’de hayatını kaybeden mazlumların ve muhacir olarak birçok ülkeye göç etmek zorunda bırakılan sivillerin akabinde; acıya daha fazla göz yumulmaması endişesi taşınmıştır. Suriye’de yaşananlar ümmetin sorunudur ve bu sorunu yine Müslümanlar çözmelidir. Bu gayretle çalıştığımızı beyan ediyor, mazlum şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyor, ülkelerinden ayrı düşen kardeşlerimize yardım ellerinin uzanmasını bir aciliyet biliyor, Suriye’nin en kısa zamanda ıslahı için ümmeti birliğe ve dirliğe davet ediyoruz. 

  Raporumuzun hazırlanması sürecinde değerli fikirleriyle yol gösteren Doğruhaber Gazetesi yazarı sn. Abdülkadir Turan’a teşekkür ediyor, raporumuzun kamuoyunu bilgilendirmesini ve bilinçlendirmesini umuyoruz.

II. SURİYE’NİN COĞRAFİ, SİYASİ VE DEMOGRAFİK YAPISINA BAKIŞ 

A. SURİYE’NİN COĞRAFİ YAPISI 

Yaklaşık 180.000 km2’lik yüzölçümüyle Arap Yarımadası’nın kuzeyinde ve dünya dizilişinde Güneybatı Asya’da yer alan Suriye, bir Ortadoğu ülkesidir. Türkiye, Lübnan, Irak, Ürdün ve İsrail’in işgal ettiği Filistin topraklarıyla sınır komşusudur. Batısı ise Akdeniz’le çevrilidir. 

Su kaynakları bakımından zengin olan Suriye topraklarının üçte biri tarıma elverişlidir.  

İklimi, ülke genelinde farklılık göstermekle birlikte Akdeniz’e yakın kesimlerin Akdeniz iklimine, iç kesimlerin ise kurak bir iklime sahip olduğunu söylemek mümkündür. 

B. SURİYE’NİN DEMOGRAFİK YAPISI[1] 

2014 verilerine göre 22.500.000 dolaylarında nüfusa sahip Suriye’de doğum artış hızı, ölüm artış hızından 1,3 puan daha düşüktür.

Ülkenin en kalabalık şehirleri yaklaşık 3 milyon nüfusuyla Halep, 2,5 milyon nüfusuyla Şam’dır. Ülke 14 ilden oluşmaktadır.

Ülkenin resmi dili Arapçadır. Bunun yanı sıra Kürtçe, Aramice, Çerkezce ve Ermenice de konuşulmaktadır.

Suriye’nin yaklaşık %70’ini Araplar, %10’luk kesimini Kürtler, %6’lık kesimini Türkmenler ve geri kalanını diğer etnik kimlikler oluşturmaktadır. 

Nüfusun 10’da 9’u Müslüman, 10’da 1’i Hristiyan’dır. Müslümanlar içinde Sünni nüfus %80’lik bir orana sahiptir. Aleviler, Nusayriler, Şiiler ve İsmaililer de nüfusun geriye kalan %20’sini oluşturmaktadır. Nusayriler, Şii ekolü içerisinde ezici çoğunluğa sahiptir. Bu oran %12 civarındadır. Suriye Müslümanlarının büyük bir kısmı Sufi gelenekle yetiştirilmiş, ülkenin âlimleri İslam dünyasında ciddi şekilde takdir ve destek bulmuştur. 

BM, 2013 yılı sonlarında yayımladığı raporda 120 bin, insan hakları kuruluşları güncel raporlarda 140 bin kişinin hayatını kaybettiğini bildirmiştir. BM raporunun akabinde kitle imha silahlarıyla birçok kişi daha hayatını kaybetmiştir. Bununla birlikte taraflardan gelen rakamlar farklılık arz etmektedir.  

C. SİYASİ, İDARİ VE EKONOMİK YAPI 

Çok partili siyasi bir rejime sahip olan Suriye Arap Cumhuriyeti’nde yönetim uzun zamandır Baas Partisi[2]’nin ve Esad ailesinin elindedir. 

Ülkenin cumhurbaşkanlığı görevini 2000 yılından bu yana Beşşar Esad(Bashar al-Assad), başbakanlık görevini ise 2012 yılından bu yana Nadir el-Halki(Wael Nader al-Halqi) yürütmektedir.  

Ülkenin yapı itibariyle yarı başkanlık sistemine sahip olduğu görülmekte, bununla birlikte bir partinin ve ailenin uzun süreli egemenliğinden ötürü oligarşik yönetim örneği sergilenmektedir. Baas Partisi 1963, Esad ailesi 1970’ten bu yana yönetimdedir. Baas Partisi, ülkede laiklik ve sosyalizmin öncüsü konumundaki Ulusal İlerici Cephe’nin lideri konumundadır.

 
Suriye Anayasası’na göre devlet başkanı Müslüman olmak zorundadır, fakat devletin resmi dini yoktur. Devlet başkanı 7 yılda bir halk tarafından seçilmektedir, görev yapacağı dönem sayısı açısından bir sınır öngörülmemiştir.
 
Hafız Esad’ın 2000 yılında ölmesinin ardından, anayasada cumhurbaşkanlığı için şart koşulmuş olan 40 yaş, 34 yaşındaki Beşşar Esad’ı başa getirmek için 34’e çekilmiş ve Beşşar Esad %97,2’lik oy oranıyla cumhurbaşkanı seçilmiştir. 2007 yılındaki referandumda %97,6’lık oy oranıyla yeniden cumhurbaşkanı seçilmiştir. İnsan hakkı ihlallerinin yüksek olduğu bir ülkede, bu oy oranının göstermelik olduğu kanaat gerektirmemektedir.    

Suriye parlamentosu 250 sandalyeden oluşmaktadır. 2012 seçimlerinde Baas Partisi, sandalyelerin %60’ını almıştır. Baas Partisi, Ulusal İlerici Cephe partileri ile iktidarı paylaşmaktadır. Bu partilerin çıkarmış olduğu milletvekili sayısı oldukça düşüktür. Ülkede çoğunluğunu Kürtlerin kurduğu 25 parti bulunmaktadır.[3] 

Sosyal piyasa ekonomisinin hâkim olduğu Suriye ekonomisi genel olarak tarıma dayanır. Topraklarının %35’lik kısmı tarıma uygundur. Tekstil, petrol endüstrisi gibi alanlarda ise sanayisi gelişmiştir. Ülkede 2,5 milyar varil petrol rezervi olduğu belirtilmektedir. Petrol, ihracat kaleminin %65’ini oluşturmaktadır.[4] Yeni rezervlerin bulunmaması halinde ülkenin petrol ithal edecek duruma gelebileceği görülmektedir.[5]

Ülke, Birleşmiş Milletler, İslam İşbirliği Teşkilatı, Arap Ligi, Uluslararası Para Fonu, İslam Kalkınma Bankası gibi örgütlere üyedir. İslam İşbirliği Teşkilatı ile Arap Ligi üyeliği 2012 yılında askıya alınmıştır. 

D. EĞİTİM YAPISI 

Ülkede okuma yazma oranı %80’lerde seyretmekte, erkeklerde kadınlardan daha yüksek bir oran görülmektedir.  Rejimin eğitim kurumları üzerinde ciddi bir etkisi olduğu bilinmektedir.              

İlkokul eğitimi mecburi ve ücretsizdir. Suriye’de 6 devlet üniversitesi, 15 özel üniversite bulunmaktadır.                  

E. SURİYE’NİN KÜRESEL POLİTİK KONUMU 

Suriye, doğal kaynakları açısından Ortadoğu’nun en yoksul ülkelerinden biri olmasına rağmen, Türkiye, İsrail(Filistin), İran, Lübnan ve Ürdün sınırlarıyla çevrili olması; ülkeyi ABD ve Rusya bloku arasında stratejik bir noktaya getirmiştir. Patrick Abram Seale isimli İngiliz yazarın söylediği şu söz manidardır. “Suriye üzerinde doğrudan bir hâkimiyete sahip olunmadıkça, hiç kimse Ortadoğu’yu hâkimiyeti altında tutamaz.” 

Mevcut Suriye rejimi, ambargoya maruz bırakılan İran ve Gazze hükümetleri ile yakın ilişki içerisinde olmuş; Lübnan Hizbullah’ı ile İran arasında da kanal görevi görmüştür. Bu da ülkeyi, Rusya, Çin ve İran’dan oluşan blok içerisinde göstermiştir. 

Bugün Esad rejimi ve destekçileri, Suriye operasyonunun bilinçli şekilde yapıldığını, nedeninin ise Suriye’nin, İran ve Hizbullah’ın en büyük destekçisi konumunda bulunması olduğunu iddia etmektedir.  Bununla birlikte, Suriye’nin saf dışı bırakılarak İsrail ve ABD’nin bu kez kendileri için en büyük tehdit olarak gördüğü güçlere saldırılacağını belirtmekte, bu yüzden Suriye’nin mücadelesinin aynı zamanda İran ve Hizbullah’ın da ölüm kalım mücadelesi olduğunu ifade etmektedir. Olayların başlangıç yeri olan Dera’nın Ürdün sınırına yakın olmasını da bir tez olarak ileri sürmüşlerdir.[6] 

İtibar edilip edilmeyeceği tartışılabilecek bu sav, Suriye’nin stratejik konumunun önemini gözler önüne sermektedir. İplerin kopma noktasında bulunan bir ülkede, aslında dünyanın süper güçlerinin perde arkasından çarpıştığı net bir şekilde görülmüştür. 

  Suriye iç savaşı, aynı zamanda dinler tarihini yakından ilgilendiren bir durumdur. İslam dünyasının Deccal, İmam Mehdi ve Hz. İsa’nın geleceğine dair inanışı Şam’da vücut bulmaktadır. Zira bir kısım raviler, Hz. İsa ve İmam Mehdi’nin Şam’da bir minareye ineceğine dair rivayetler sunmuşlardır. Gelişleri, batılın en zirvede olduğu günlere işaret etmektedir. Hz. İsa’nın geleceği, Nisa Suresi’nin 159. ayeti[7] ve Zuhruf Suresi’nin 61. ayeti[8] yönüyle bir kısım âlim tarafından desteklenmişse de bu görüşe katılmayan allameler de bulunmaktadır. Şia mezhebinin bir kısım taraftarları, son İmam Mehdi’nin dünyaya en zor zamanda geleceğine inanmakta, bu yüzden kargaşanın olmasına müsaade etmekle suçlanmaktadır. Nitekim İmam Humeyni, İran Devrimi’nden sonra bazı aşırılar tarafından Mehdi’nin gelişini geciktirmekle suçlanmıştır. Hristiyanlar, dünyanın sonunu getirecek Armageddon Savaşı’nı, İncil’in Yeşaya kısmının, ‘Tanrı İsrail ve İrem’i Cezalandıracak’ isimli 17. Bölümünün ilk cümlelerine dayanarak bugünkü iç savaşa işaret etmektedir. Nitekim İncil, “Bunu kaydet, Şam şehir olmaktan çıkacak ve enkaz yığını haline gelecek.” demektedir. Armageddon Savaşı, Hristiyan inancına göre kıyameti ve Mesih’i getirmektedir. Ve ne gariptir, bugün bu inanışa sahip dindar Hristiyanların, az sayıda da olsa Suriye’ye gittiği, bazılarının savaşa katıldıkları bilinmektedir. Hristiyanlardaki Mesih inancı, biraz farklı olarak Yahudiler arasında da yaygın olup Yahudi milletinin kurtarıcısı olarak metinlerde geçen Mesih beklenmektedir ve tüm bu inançlar bir araya getirildiğinde, beklenen kişilerin ortaya çıkacağı yer Suriye’de kesişmektedir. 

III. SURİYE’NİN TARİHİ YAPISINA BAKIŞ 

Günümüzden 200.000 yıl önce yani Paleolitik Çağ’da yaşadığı düşünülen insanlara ait kemiklerin ulaşıldığı Suriye toprakları, insanlığın ilk evrelerine ev sahipliği yapmıştır. Mısır, Sümer, Hitit, Asur, Babil, Pers, Roma uygarlıklarının çeşitli dönemlerde sahip olduğu Suriye toprakları, Filistin, Irak, Lübnan ve diğer komşu topraklarla birlikte birçok kültürün izini taşımış, stratejik konumları itibariyle paylaşılamamıştır. 

Suriye topraklarının İslamlaşması Hz. Ömer döneminde olmuş; Suriye, 634-636 yılları arasında fethedilmiştir. İslam dönemi Suriye’ye iki ayrı yenilik birden getirmiştir. Bunlardan ilki yeni bir dini/sosyal anlayış ve ikincisi siyasal bir merkez olma özelliğidir. 661 yılında Emevi Devleti’nin kurulmasıyla o güne kadarki(4500 yıllık) tarihinde ilk defa bir devlete ev sahipliği yapan Suriye bölgesi, Emeviler döneminde daha öncesinden miras olarak aldığı Yunan ve Roma kültürü ile sahip olduğu Arap geleneğini başarılı bir biçimde birleştirmiş ve dönemin en güçlü kültürel ve siyasi merkezi olmuştur. Suriye’nin İslam tarihinde bugün bile önemini koruyan bu kültürel katkısı diğer unsurlarla birleşince kendisinden sonraki medeniyet taşıyıcılarına önemli bir miras bırakmasını sağlamıştır.[9] 

Bugünkü Suriye toprakları İslamlaştıktan sonra Osmanlı Devleti’nin idaresine girene kadar sırasıyla Emeviler, Abbasiler, Selçuklular, Zengiler, Eyyubiler ve Memlüklerin boyunduruğu altında olmuştur. Osmanlı hükümdarı Yavuz Sultan Selim tarafından 1517 yılında Memlükler’den alınarak Osmanlı topraklarına katılmıştır. 1831-1840 yılları arasında Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın hâkim olduğu topraklar, 1920 Fransız işgaline kadar tekrar Osmanlı’ya dönmüştür. 

Kudüs’ün yolu Suriye’den geçmektedir. Batı’nın Suriye’ye ilgisi her dönemde bu bağlamda devam etmiştir. Haçlılar döneminde Suriye’nin sahil şeridi 150-200 yıl Batılıların yönetiminde kaldı. Burada öldürülen yüzbinlerce Haçlı, Batı için Suriye’de acı hatıralarla yüklü bir tarih bıraktı. Fransa, kapitülasyon hakkı elde ettiğinde burada adeta koloniler kurdu. Napolyon, İslam dünyasına yöneldiğinde Mısır’dan hemen sonra Suriye’ye yöneldi. Suriye’yi işgal edemedi. Ama Lübnan başta olmak üzere bütün Şam bölgesinde Batılı ülkeler çok sayıda özel okul açtı. Fransa başta olmak üzere Batı ile ticari ilişkilerle zenginleşen Hıristiyanlar ve Nusayriler çocuklarını bu okullara göndererek Suriye’nin yeni elit tabakasını oluşturdu. Bu elit tabaka sonraki dönemde Arap milliyetçiliği kılıfı altında Suriye’nin fikri ve siyasi hayatına yön verdi. Fransız işgali için ortam hazırladı.   

1920’de başlayan ve yirmi yıl süren işgali boyunca Fransa, Suriye’yi din, mezhep ve etnik bakımından kutuplaştırdı. Müslümanlara karşı Hıristiyanları, Sünni Araplara karşı Nusayri Arapları, Kürt ve Türkmenlere karşı Arapları güçlendirdi, ayrıcalıklı bir sınıf gibi öne çıkardı.  

Suriye, 1944 yılında bağımsızlığını ilan etti ve Fransa’dan koptu. Ancak Fransa’nın bu politikası bugün bile Suriye üzerinde etkili olmaya devam etmektedir. 

Fransa’nın kendi emperyalizm mantığıyla ve kültürüyle yoğurduğu elit tabaka, bağımsızlıktan sonra ülkenin başına geçmiş ve adeta Fransa’nın bir eyaleti mantığında kalmıştır. Bu durum, sömürülen birçok ülkede tekrarlanmıştır. 

Suriye, bağımsızlığını kazandıktan sonra cumhurbaşkanlığı koltuğuna Şükrü el Kuvvetli(Shukri al-Quwatli) geçmiştir. Fransız mandasına karşı mücadele etmiş, 1943 yılında cumhurbaşkanı seçilmiş, 1949 yılında ise bir darbeyle görevden el çektirilmiştir. Darbenin görünür sebebi, 1948 Arap-İsrail Savaşı’nda alınan yenilgidir. Bu savaşta Arap Birliği tarafı olarak Suriye’yle birlikte Ürdün, Mısır ve Irak da yer almıştır. 

1949 darbesini yapan General Hüsni Zaim, cumhurbaşkanı seçilmiş, ülkede büyük bir darbe furyasının öncüsü olmuş ve aynı yıl darbeyle indirilerek idam edilmiştir. Zaim’in yerine geçen Sami el Hinnavi de aynı yıl darbeyle indirilmiştir. Aynı yıl içindeki üç darbenin galibi Edip Çiçekli olmuştur. Çiçekli, darbeyi Batı’nın işbirliğiyle yapabilmiştir. 1954 yılında Çiçekli de bir darbeyle indirilmiş, 1950 yılı kurucu meclisi tarafından cumhurbaşkanlığına atanan sonra da görevi elinden alınan Haşim el Atasi, darbe yönetimi tarafından cumhurbaşkanlığı görevine devam etmesi yönünde bir davet almış ve tekrar makamına dönmüştür. 

1 Şubat 1958 tarihinde, bölgesel kaygıların ve Suriye’deki Mısır devlet başkanı Cemal Abdünnasır hayranlığının ileri bir boyuta taşınmasının bir sonucu olarak Mısır ile Suriye birleşmiş ve Birleşik Arap Cumhuriyeti’ni kurmuştur. Bu birleşme Suriye’de halk oylamasıyla onaylanmıştır. Birleşik Arap Cumhuriyeti, 28 Eylül 1961 yılında Suriye’nin bağımsızlığını ilan etmesinin ardından dağılmıştır. Bu süreç, birlik yanlılarıyla karşıtlarının çatıştığı kanlı ve karışık bir dönemdir. 

Bundan sonraki yıllarda Suriye siyasetine etki edecek en önemli güç Baas rejimidir. 1940’lı yıllarda ortaya çıkan Suriye merkezli bu hareket, Arap birliğini(Mısır, Irak, Suriye) ve sosyalizmi esas alacak, komşu Irak’a da sıçrayacak ve Irak’ta 1968 yılından 2003 Amerikan işgaline kadar sisteme hâkim olacaktı. 

Baas partisi, Fransa’nın Suriye’nin düşünsel ve siyasi yapısı üzerindeki etkisinin bir neticesidir. Partinin fikir öncüsü Mişel Eflak, Hristiyandır. Mişel Eflak, ümmete karşı milliyetçilik ve sosyalizm üzerinden bir Suriye ulusu oluşturma iddiasıyla öne çıktı, Baas’ı İslam dünyasındaki pek çok benzeri gibi ulusalcı-sol bir parti olarak dizayn etti. 1960’lı yıllarda parti, Arap milliyetçiliğinden vazgeçip radikal sosyalist(Marksist-Leninist) bir anlayışta karar kıldı. Partide Nusayri gençlere özellikle yer verdi. Sonraki dönemde parti büsbütün, bir kısım Hristiyanlar ve Nusayrilerin yönetimine geçti. Parti içerisinde güç kavgaları yaşandı, partinin kurucuları dahi sürgüne gönderildi. 

1962’den sonraki süreçte Suriye siyasetinde etkin olmaya başlayan Baas rejimi, 1967 yılındaki Altı Gün Savaşı’ndan sonra bugünkü anlayışına yakın bir anlayışa dönüşmeye başlamıştır. Kendi içinde dahi birçok fikirsel karışıklığın olduğu partide Altı Gün Savaşı’na gidilirken, daha sivil bir düşünceye sahip Salah Cedid ve militarist bir anlayışa sahip olan savunma bakanı Hafız Esad arasında ciddi bir kutuplaşma görülmüştür. 

1967 yılında İsrail’le yapılan Altı Gün Savaşı’nı, Suriye, Mısır ve Ürdün kaybetmiştir. İsrail, Suriye’den GolanTepeleri’ni alarak ciddi bir darbe vurmuştur. Bu yenilgi ve GolanTepeleri’nin işgale uğraması Salah Cedid’in popülaritesini düşürmüş, Hafız Esad için ise büyüme ortamı doğurmuştur. 

1970 yılı Eylül ayında Ürdün ordusunun, Filistin Kurtuluş Örgütü’ne (FKÖ) bağlı gerillaların kaldığı kamplara yönelik başlattığı saldırı sırasında, Filistinlilere yardım için yaklaşık 200 Suriye tankı Ürdün’e gönderilmişti. Kara Eylül olayları olarak bilinen çatışmalarda Irak’ın da Ürdün Kralına yardım amacıyla gönderdiği 12 bin kişilik askeri güç, Suriye birlikleri ile çatışınca rakip iki Baas yönetimi, kozlarını paylaşma imkânı buldu. Cedid’in Ürdün kralının devrilmesine yönelik politikasını ve Irak’la karşı karşıya gelmesini benimsemeyen dönemin Genelkurmay Başkanı Esad, çatışmalara müdahale edilmesine karşı çıkarak uçak göndermeyi reddetmiş ve Cedid’le ipleri iyice germişti. Ordunun tamamında gücü eline alan Hafız Esad’ın iki rakibi Başbakan Yusuf Zu’ayyin ile İbrahim Makhus tutuklanmış ve kendisine yakın adamlar hükümette önemli görevlere getirilmişlerdi. Birkaç ay sonra Cedid’e direk meydana okuyacak hale gelen Hafız Esad, Baas Partisi’nin ordudaki faaliyetlerini askıya alarak, kendisine bağlı tankları Şam’da kilit noktalara yerleştirdi. 28 Eylül 1970 tarihinde Cemal Abdünnasır’ın ölümü, Esad’a göre Suriye’yi herhangi bir İsrail saldırısına karşı daha güç ortamlara sürükleyebilirdi. Kısa bir süre sonra, yeni Mısır Başkanı Enver Sedat, Libya ve Sudan ile birlikte bir Arap Federal Birliği kurma kararı aldı. Cedid’e karşın Esad, bu birliğe katılmaya oldukça hevesliydi. Böyle bir zeminde Esad, Cedid’in taraftarlarının bir kısmını evde göz hapsine alırken bir kısmını da görevlerinden uzaklaştırdı. Cedid’in askeri yandaşlarını da pasifize edip Baas’ın askeri kuruluşu olan Saika üzerindeki kontrolü eline aldı. 1970 yılı 12 Kasım tarihinde toplanan Baas kongresi, Esad’ı ikilik çıkarmakla suçlayıp, Cedid hükümetinin iç ve dış politikasının desteklenmesi kararını aldı. Toplantının ardından harekete geçen Cedid, onu ve yardımcısı Mustafa Talas’ı görevinden almaya kalkıştı. Bunun üzerine Esad son hamle için harekete geçerek, Cedid hükümeti ve Baas’ın tüm yöneticilerini tutuklatarak, yönetime el koydu.[10] 

Suriye’de Baas Partisi’nin oligarşik saltanat rejimi, partideki en önemli görevlere Nusayrileri getirmiş, diğer dini gruplara sahip kişileri tasfiye etmiş, 1970 yılından bugüne dek ülkenin ancak %10’una denk gelen bir kesimin ülkeyi parmağında oynatmasına zemin hazırlamıştır. 

IV. 1970-2011 YILLARI ARASINDA ÜLKEDEKİ BASKI POLİTİKASI VE İNSAN HAKKI İHLALLERİ 

A. HAMA KATLİAMI ÖNCESİ’NDE BÖLGEDEKİ ÖNEMLİ GELİŞMELER VE REJİMİN VERDİĞİ TEPKİLER 

1970 yılında, Kara Eylül olarak bilinen dönemde Filistinlilerin Ürdün’e sürülmesine müteakip Ürdün Kralı Hüseyin bin Talal, ülkesinde büyüyen Filistin Kurtuluş Örgütü’nü istememiş ve sonrasında yaşanan olaylarda 10.000’e yakın insan hayatını kaybetmiştir. Filistinliler, Lübnan’a göç etmek zorunda bırakılmıştır. Suriye bunun üzerine Ürdün’e silahlı güç göndermiş ve çatışmalar yaşanmıştır. Ürdün bu süreçte İsrail ve ABD’den de yardım istemiştir. 

Yaşanan çatışmalar üzerine yönünü Lübnan’a çeviren Filistinli mülteciler, bu kez Lübnan’da ciddi bir iç savaş yaşanmasına neden olmuştur. Suriye, Lübnan’da çatışmalar yaşanana dek dünya konjonktüründe Arap milliyetçiliğinin sembolü haline gelen FKÖ’den bu kez desteğini çekmiş ve Müslümanlara karşı olarak, Marunî Hristiyanların can güvenliğini korumak maksadıyla 30.000 kişilik bir orduyla Lübnan’daki savaşa müdahil olmuş; ülkede barışın sağlanacağı, Müslüman ve Hristiyanların can ve mal varlıklarının korunacağı mesajını yaymıştır. Bu müdahale İsrail ve ABD onayından sonra gerçekleşmiş ve adı geçen ülkeler Suriye’nin Lübnan’a yapacağı müdahalenin İsrail lehine sonuç doğuracağını düşünmüşlerdir. Nitekim 1982 yılında İsrail de Lübnan topraklarına girerek binlerce Filistinlinin ve Lübnanlı Müslümanın ölümüne sebep olmuş, binlercesinin ise ülkeden kaçmasına yol açmıştır. İsrail ve Suriye askerleri arasında en küçük bir çatışma dahi yaşanmamıştır. Suriye’nin müdahalesi, sadece Müslümanları zayıflatmıştır. Bu süreç, Lübnan’da bugünkü Hizbullah oluşumunun temelinin atıldığı dönemdir. [11] 

1970’li yıllar bölge siyaseti açısından bir başka milat olmuştur. 1979 yılında İran’da İslami bir devrim gerçekleşmiş, ABD ülkeden kovulmuş ve Müslümanlar bir ilki başarmıştır. Üstelik bu devrim, benzerleri gibi kanlı da olmamış, ülke büyük oranda birlik olmuştur. Esad, kendi ülkesindeki İslami muhalif kesimlerin benzeri bir örgütlü harekete kalkışmamaları için yeni bir siyaset belirlemiş ve İran’la sıcak ilişkilere girişmiştir. Bu ise ülkedeki Sünni Müslümanların, zalim yöneticileri Esad ile diyaloğa geçen İran’la da aralarının soğumasına sebep olmuştur. İran’ın Suriye rejimi ile ilişkilerinin gelişmesine dayanak olarak Suriye’nin anti-siyonist ve anti-emperyalist olması sunulmuştur. Bu, Lübnan iç savaşında Suriye’nin tutumuna ters düşmektedir. 

1980-1988 yılları arasında ABD destekli Irak ordusunun devrimi henüz gerçekleştirmiş İran İslam Cumhuriyeti’ne saldırmasıyla başlayan süreçte Suriye yönetimi İran’dan yana tavır koymuş ve silah ulaştırılması noktasında kilit rol oynamıştır. Bu noktada bugün İran’ın neden Suriye ile birlikte hareket ettiği kolaylıkla analiz edilebilir. Bu uzun savaş döneminde ABD, İsrail ve bölgedeki destekçileri ile Batı ülkelerinin teşvikiyle Irak tarafından saldırıya maruz kalması, dünya siyaseti açısından öngörülebilecek bir gerçeklikti. Bunun bir sonucu olarak da bölgede iyi ilişkiler içerisine girebileceği iki ülkeden biri Suriye, diğeri Türkiye idi. Suriye ve Türkiye, savaş dönemi boyunca İran’ın en büyük destekçileri konumunda olmuştur. Bu da Suriye-İran yakınlaşmasının mezhepsel değil, siyasi olduğunun göstergesidir.[12] 

B. HAMA KATLİAMI 

  Esad, ülkede muhalefeti[13] kontrol altına almak ve yeni bir darbe yaşamamak için ordu içerisinde ciddi bir Dürzi ve Nusayri istihdamı yaratmış, gizli polis teşkilatı kurmuş ve ülkeyi adeta istihbarat cehennemi haline getirmişti. Nitekim ordu içerisinde uzun bir süre görevde bulunan Esad, başarılı çözümlemeler ve kritik atamalar yapmış, bir darbe tehdidiyle yaşamak istememiş ve İranvari bir İslami devrimden korkmuştur. Bu da hem askerler hem de siviller üzerinde ciddi bir istibdat döneminin başlamasının gerekçesidir. 

Ülkede Baas yönetiminin başa gelmesinden itibaren Müslümanlar üzerinde ciddi baskılar görülmüştür. Bununla birlikte silahlanan Müslüman muhalifler(Müslüman Kardeşler), her ne kadar kabul etmeseler de birçok silahlı eylemden, Baas Partisi yöneticileri ve devlet görevlilerini hedef alan cinayetlerden sorumlu tutulmuşlardır. İslami muhalefet, bunu Baas’ın hazırladığı bir tezgâh olduğunu defalarca kez dile getirmiştir. 

Bu dönemde rejim, 49 sayılı yasayı çıkararak, Müslüman Kardeşler teşkilatına üye olanları tutuklar ve akıl almaz işkencelere maruz bırakır.[14] Özel operasyon timleri kurarak teşkilata üye kişilerin ailelerini hedef alır ve birçok sivil hayatını kaybeder. 

Bundan sonra Müslümanlar için silahlanma dönemi başlamıştır. Esad’ın koruma ordusunu yarıp yanına kadar gelen ve ona hiçbir zarar vermeden dönen teşkilat mensubu silahlı bazı gençler, “Dilediğimizde seni öldürecek güce sahibiz.” mesajı vermiş ve Esad’ı küçük düşürmüştür. Bu olay üzerine Esad, Tadmur Hapishanesi’ne bir ölüm timi göndererek 1000’e yakın siyasi tutukluyu öldürtür. Bu hapishanedeki sistematik ve toplu cinayetler devam eder. Öldürülenler içinde yalnızca siviller değil, Sünni askerler de yer almıştır. Tarihler 1980’i göstermektedir.[15] 

Müslümanların yaşanan baskıların nihayetinde en büyük ayaklanması Hama şehrinde gerçekleşir. 1982 yılında Hama, kurtarılmış bölge haline gelir ve hem İhvan hem de Suriye İslam Cephesi direniş çağrısı yapar. 

Bu olayların akabinde Esad, Suriye ordusunu 1982 yılının Şubat ayında Hama’ya göndererek kitlesel bir imha emri verir. Şehir harabeye döner ve operasyon sonucunda rakamlar kaynaklara göre değişmekle birlikte 40.000’e yakın kişi hayatını kaybeder. Yüzbinlerce kişi diğer ülkelere sığınmıştır. Müslüman Kardeşler Teşkilatı bu andan itibaren gizli bir şekilde varlığına devam etmiştir.

Devem edecek...

Bu haberler de ilginizi çekebilir