• DOLAR 32.551
  • EURO 34.915
  • ALTIN 2435.08
  • ...
“Sloganları Bırakıp Vaziyeti Tahlil Etmek Zorundayız Artık”
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 
Kıymetli okurlarımız, bu ay sizler için Sivil Düşünce Platformu’nun Ortadoğu Temsilciliği ve Hür Dava Partisi’nin Dış İlişkiler Başkanlığı Danışmanlığı görevini yürütmekte olan Yazar Zeynep Bozdaş Hanımefendi ile Ortadoğu başta olmak üzere İslam ülkelerinin içinde bulunduğu durumu konuştuk. Arap Baharı, ABD emperyalizmi ve Suudi işbirlikçileri mevzusunda derinleşen söyleşimizde toplumsal yapıdan, ülkenin vaziyetinden habersiz bir oluşumun başarılı olmasının mümkün olmadığı gerçeğinin altını çizen Zeynep Hanım “Arap Baharı, emperyalizmin hoşnut olmadığı kişileri indirmek için güzel bir fırsat oldu” açıklamasında bulunuyor. Hasta mahkûmlar için başlattığı imza kampanyalarıyla da ismini duyuran Bozdaş, ülkemizde demokrasinin ve hümanizmin kişiye göre şekillendiği haliyle de popülariteye malzeme edildiği görüşünü savunuyor…

Sizleri söyleşimizle baş başa bırakıyoruz…

“HASTA MAHKÛMLAR BU ÜLKENİN BİR SORUNU”

Zeynep Hanım, şu bir gerçek ki; kamuoyunda hasta mahkûmların gündeme getirilmesinde ve bu kapalı kapılar ardındaki insanların dramını dışarıya yansıtmada önemli etkiniz oldu. Bu konuda neler söylemek istersiniz?

İnsanlar, hapis cezasına çarptırıldıktan sonra unutulmuş kimseler oluyor. Kimileri gerçekten hak ediyor cezayı, kimileri sırf düşüncelerinden ötürü yıllarca hapishanede yatmak zorunda kalıyor. İnsanlık bundan sonra başlıyor. Hapishaneler kişiyi ıslah etme yeridir, ceza çekme yeridir, ama kişi hapiste eziyet çekmek zorunda değildir.

Hasta mahkûmlar bu ülkenin bir sorunu. Gerek cezalandırılmadan önce ağır hastalık sahibi olan kişiler, gerekse hapishane koşullarından ötürü ağır hastalıklara yakalanan kişiler var. Hapishaneler, felçli bir insan üzerinde gerçek misyonunu yürütebilir mi? Biz sadece bunu dile getirmeye çalıştık. Hasta bir insana işkence yapmak ile onu hapishanede yaşamak zorunda bırakmak aynı şeydir. İnsan haklarının evrensel öğretisine de uymaz. Dolayısıyla ağır hastalığı olan kişilerin tahliye edilmesi yönündeki kanun isabetli oldu. Bu defa da sağlık kuruluşlarının ideolojisi karşımıza çıkıyor. Karar vermeden önce hangi suçtan yattığına bakıyorlar ki bugün tahliye olanların birçoğundan daha ağır hasta var içeride. Gündemde yer alan kişiler vakit kaybetmeden çıkıyor. Bugün imza kampanyasını yürüttüğümüz Yasin Demir de aynı dertten muzdarip. Diğer birçok hastaneden raporu olmasına rağmen, Ankara Numune Hastanesi ve Adli Tıp Kurumu ‘iyileşebilir’ diye rapor verdi. Madem iyileşir, neden iyileştiremiyorsunuz o zaman? Bu işe devletin el atması, hatta bu doktorları soruşturması lazım. Aksi takdirde kişilere göre adaletin olduğu bir ülke oluruz. Aslında sadece tabiri caizse devletin bir hatası değil bu durum. Mesela bürokrasinin atladığı mahkûmları dile getiriyor ve destek istiyorsunuz son derece duyarsız davranıyor aydınlarımız. Oysa kendilerini hümanist olarak tanımlıyorlar ama sadece popüler olan mazlumlarla ilgileniyorlar. Bakıyorsunuz Suriye, Filistin, Mısır diyorlar peki ya Türkiye? Niçin bütün mazlumları alacak kadar geniş değil yüreğimiz? En yakınımızdan sorumlu değil miyiz oysa? Hayır, bunu yapmıyorlar; popüler olana ağlayıp popülaritelerini arttırmaya çalışıyorlar. O kadar çok karşılaştım ki.

“HÜDA PAR, ÖNEMLİ BİR TABANIN TEMSİLCİSİ”

Takip ettiğimiz kadarı ile Hüda Par dış ilişkiler danışmanlığı görevini de yürütüyorsunuz. Neden Hüda Par diye sorsak?

Demokrasiler, toplumun her kesiminin seslerinin yükselmesi gereken idare şekilleridir. Fakat ne hikmetse siyaset çoğu zaman belli bir seviyenin altına düşürülmekte; etikten yoksun, kişilik haklarına aykırı söylemlerle yapılmaktadır. Hüda Par, önemli bir tabanın temsilcisi ve siyasete katacağı çok şeyi olan insanlar şu anda yapısı içerisinde yer alıyor. Üstelik parti, toplumun ulaşılamaz kesimleri tarafından kurulmadı, aksine yıllardır halkla kol kola sivil toplum faaliyeti yürütenler tarafından kuruldu. Toplumu bizzat bilen ve ihtiyaçlarını yöneten kişiler bugün bu oluşumla birlikte hareket ediyor. Aslında uzun zamandır siyasi arenada görmek istediğim bir yapı. Nitekim oldu da. Ben de bu ailenin bir parçası olmaktan onur duyuyorum.

“ARAP BAHARI BİRÇOK ÜLKEDE KONTROLLÜ OLARAK PATLADI”

Gelelim dış dünyaya… İslam dünyasında yaşananlara baktığımızda İslam beldelerinin ya direkt batılı şer güçlerce ya da işbirlikçilerin eliyle işgali ve zulmü söz konusu. Afganistan, Pakistan, Bangladeş gibi birçok Asya ülkesini buna örnek gösterebiliriz. Arap ülkelerinde ise, Müslüman halkların özgürlük ve adalet talebi Arap Baharı’yla biraz depreşti ancak Mısır örneğinde olduğu gibi batı cenahı baskın çıktı. Suriye çıkmaz bir bataklığa dönüştü. Her şeye rağmen zaferin yakın olduğu hissiyle beraber siz genel anlamda süren bu mücadeleyi nasıl yorumluyorsunuz?

Arap Baharı, Tunus’ta ihtiyaca binaen patlak vermesine rağmen birçok ülkede kontrollü olarak patladı. Bu ülkelerin başında Libya ve Suriye geliyor. Bu, Kaddafi veya Esad düzgün adamlardır manasında değil; sadece, Batı’nın rahat iş yaptığı insanlar değillerdi. Arap Baharı, emperyalizmin hoşnut olmadığı kişileri indirmek için güzel bir fırsat oldu. Mısır, Tunus ve Suriye’de insanlar üzerinde bir despotluk yürütülüyordu, ama Arap Baharı’nın Libya’da patlak vermesinin rasyonel bir sebebi yok. Bazı noktalarda devrimi halk başlattı ama Batı, kendi kontrolü altına aldı. Tunus ve Mısır’da siyasal İslam temsilcileri görevlerinde tutulmadılar, kimi darbeyle azledildi, kimi istifaya zorlandı. Öncesinde batılı güçlerin direkt olarak askeri müdahalesi söz konusuydu.

Evet, bazı alanlarda halen İnsani Kuruluşlar çatısı ardında sıcak müdahale yaşansa da Ortadoğu’nun çıkmaz olduğunun farkına vardı. Irak’a bakın ya da Afganistan’a, oralardaki istikrarsızlığın boyutuna. Batı bunu istemiyordu aslında. Kendi kontrolünde, aynı zamanda bölgedeki muhalif güçleri sindirmiş bir yönetimden yanaydı. Arap Baharı olarak tanımladığımız toplumsal patlamaların haberi çok önceden batılı diplomatlarca verilmişti zaten. Wikileaks belgelerinin ifşa olması ve Ortadoğu’daki yöneticilerin adeta yaşamlarını didik didik eden belgeler de bu patlamaların birer aracıydı. Belki direkt olarak Tunus’ta bir gencin kendisini yakması, planlanmış bir eylem olarak gösterilemez ama halk bilinçli olarak patlamaya sürüklendi.

Mısır’a baktığınızda Müslüman Kardeşler’i, Mübarek döneminde de parlamentoda görüyorsunuz. Mübarek şu imajı vermeye çalışıyordu; ben onlara insancıl davranıp siyasi hak tanıyorum fakat onlar hala terörizm peşinde. Akabinde Mübarek gitti ve Müslüman Kardeşler yine bir askeri darbeyle yönetime geldi, ilginç bir süreçti. Mesela Mısır’da Mursi’yi deviren askeri darbenin ardından bir İhvan lideri çıkıp “Amerika’ya güvenmekte hata ettik” dedi, Sisi konusunda. Baktığınızda Sisi’yi rütbelerle donatanın Mursi olduğunu görürsünüz, zira bölge ülkelerinde bir konum elde etmek istiyorsanız o ülkenin asıl hâkimiyle iş birliği gerçekleştirmek zorundasınız. Bu acı bir realite. Bakınız, Tunus. Entelektüel İslamcılardan oluşan Nahda Hareketi, Fransa’dan bağımsız gelmedi yönetime. Mesela Mısır’daki askeri darbenin ardından Avrupa’da Nahda Hareketi ile alelacele bir görüşme gerçekleştirilerek yönetim istifaya zorlandı. Ya da Libya’ya bakın. Başbakanın kaçırıldığı, evlerden uçaksavarların toplandığı bir ülke, ne acı değil mi? Bunlar Müslümanların teşkilatlanamama problemi sebebiyle gerçekleşiyor, sloganist bir akım. Toplumsal yapıdan, ülkenin vaziyetinden habersiz bir oluşumun ne yazık ki başarılı olması mümkün değil. Mesela Mısır, Suriye ve Lübnan’da milliyetçilik had safhadadır. Çünkü yıllarca sömürgeleştirilmiş topraklar bunlar.

Türkiye’de ise muhafazakârlık daha ön plandadır. Zira Osmanlı geçmişi ve akabinde Cumhuriyetin ilanı itibariyle gelen laik bir baskı söz konusu… Mısır’a baktığımızda Nasır için canını verecek binlerce kişi bulabilirsiniz. Çünkü şiddetli bir milliyetçiydi, İsrail ile savaşıyordu, Arap Dünyasını birleştirmeyi arzuluyordu vs. Bu yüzden aşırı derecede bir Nasır sevgisi vardır Mısırlılarda. Enver Sedat sevilmez mesela, korkağın teki olarak anılır. Ya da Mübarek, Amerikalıların sözünden çıkmayan bir asalak… Bu yüzden Tahrir Meydanı’nda Mübarek’in devrilmesini arzulayan o kadar insanı gördük. Onlar yeni bir Nasır istiyorlardı. Müslüman Kardeşler Teşkilatına baktığınızda Mısır’da İngiliz işbirlikçisi diye lanse edilmiş bir oluşum. Diktatörlerin, hareketin güçlenmesini engellemek amaçlı uyguladığı bir karalama kampanyası. Tahrir Meydanı’ndaki anti-Mübarek tavrı sebebiyle iktidara geldi. Ancak muhalif basında ABD işbirlikçileri diye yansıtılmaları ve IMF ile anlaşma süreci, Tahrir Meydanı’nın bir kez daha muhaliflerle dolmasına sebep oldu; ekonomimizi batının güdümüne sokuyor, propagandasıyla. Yani işin ucunda yine Milliyetçilik var. Suriye’de de durum öyle. Kimliksiz Kürtler dahi devletle çatışmamış ve Suriyeli olduklarını söylemişlerdir. Ya da Lübnan; Hizbullah’ın binlerce Hristiyan taraftarı var mesela. Oysa Hizbullah’ın genel sekreteri sarıklı ve sakallı bir adam. Ama sürekli israil aleyhine sloganlar atıyor ve halk bunun etrafında birleşiyor. Batının dolaylı ya da direkt müdahil olmasını istemiyorsanız ülkenizi, toplumunuzu tanımak mecburiyetindesiniz. Nahda liderinin yıllarca Avrupa’da yaşaması, Müslüman Kardeşler liderlerinin yıllarca zindanlarda tutulması bunu engelledi elbette.

“İSRAİL DESTEKLİ SİSİ ÜLKEDE NASIRCILIK OYNUYOR”

Mısır’da darbeci cuntanın hukuksuzlukları ve insanlık dışı uygulamaları devam ediyor. Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi ve İhvan liderleri de hala zindanlarda esir tutuluyor. Halk ilk günden bu yana darbeci cuntaya karşı tavrını ortaya koysa da sözde demokrasi havarisi batılı ülkelerden ses seda çıkmıyor. Ancak diğer yandan Ukrayna’da meydana gelen darbe ve Rusya’nın Kırım’ı işgal etmesi durumuna karşılık Amerika ve Avrupa Birliği’nden çok sert yanıtlar geldi. Bu soruyu birincisi; Mısır’ın geleceği, ikincisi; batının ikiyüzlülüğü şeklinde iki açıdan değerlendirecek olursanız neler söylemek istersiniz?

Batı her zaman ideolojik düşünmüştür, ilişkilerinde adalet ilkesini gözettiği zamanlar çok azdır. Bu ideoloji kimi zaman enerji yolları, kimi zaman ticaret yolları, kimi zaman diğer ülkelerde kendi ırk/dininden azınlıkların menfaatidir. İslam coğrafyaları başından beri emperyalizmin sömürgesi durumunda olmuştur. Oralar ciddi pazarlardır, bununla birlikte bugün sıkıntı çeken devletlerin birçoğu ya enerji deposudur ya da stratejik noktadadır. Mısır’a baktığınızda güvenlik ön plana çıkıyor: israil’in güvenliği. Zira Müslüman Kardeşler yönetimi ile Hamas yakınlaşmış ve Refah Sınır Kapısı açılarak Gazze ambargosu adeta etkisiz hale getirilmişti. Elbette israil buna kayıtsız kalmadı ve Müslüman Kardeşler’in iktidarından rahatsız bölge ülkeleri ve Avrupa cephesiyle iletişime geçti. Ve ülkedeki muhalif gruplar sokaklara çıkarıldı. Dediğim gibi, özellikle milliyetçilik duygularına hitap edilerek. Sonra ise malum hadise: Darbe! Yüzlerce insan öldürüldü, İslami basın kuruluşları kapatıldı ama insan hakları savunucusu olan Batı ortalarda görünmedi. Çünkü Müslüman Kardeşler yönetimindeki Mısır sadece israil’in değil kendilerinin de çıkarlarını zedeliyordu. Batı bunu hep yapmıştır. Çıkarlarını zedeleyecek her şeyi ortadan kaldırmıştır. Cezayir’de de yaşadık bu süreci. Mısır’ın geleceği konusunda İhvan’ın birçok üyesi tutuklandı ve faaliyetleri yasaklandı. Yani yeniden bir bütünlük sağlanması kısa sürede mümkün görünmüyor. Öte yandan ne ilginçtir ki ABD ve israil destekli Sisi ülkede Nasırcılık oynuyor. Şaka değil maalesef. Körfez ülkelerinden para alıp “Sizi batıya muhtaç etmedik” diyorlar. Ve buna inanan o kadar çok kişi var ki. Çünkü sadece sloganlara inanıyorlar. Ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde büyük olasılıkla Sisi kazanacak. Mısır, Mübarek döneminde olduğu gibi Batı ve israil’in çıkarları doğrultusunda hareket edecek.

“BU BİR ÇIKAR İLİŞKİSİ”

Rabbimiz fırsat vermesin! Peki, Suudi ve Körfez ülkelerinin Mısır’da darbecilere açıktan finansal desteği ortada. Bunun yanı sıra Amerika ve Avrupalı batılı ülkelerden milyar dolarlık silah alımı yaparak destek oluyor. Suudi gibi bir İslam beldesini yönetenlerin batının menfaatine hareket etmelerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

İslam beldeleri işgal altında cümlesini özellikle Mısır’daki darbeden sonra sıkça duyar olduk. Hakikaten de öyle. Sadece Mısır’daki tavırları için geçerli bir durum değil bu. Mesela Filistin’e tek kuruş faydaları yoktur. Oysa Filistin Arapları yıllardır ambargoyla yaşıyor. Körfez ülkeleri ve Suudi ise baktığınızda Batı’dan milyon dolarlar vererek silah alıyorlar. Bu silahları ise tekbir getirerek kadın, çocuk öldüren tekfircilere gönderiyorlar. Saraylarda düzenledikleri eşcinsel partiler kaç kez basına yansıdı. Çok ciddi paralar harcayarak futbolcu satın alıyorlar ve Amerika’nın bölgedeki kuklası olmak için yarışıyorlar. Bölgede Arap Baharı patlak verdiğinde halka altınlar dağıtıldı, aynı süreç yaşanmasın diye. Müftüler her gün televizyonlara çıkarak şeyhe, sultana başkaldırmak günahtır, diye fetvalar verdi. Zaten sesini çıkaranlar da hemen zindanlara atıldı. Bahreyn’e bakın. Halk sokaklarda, Ürdün ve Suud, isyanı bastırmaları için ordu gönderdi. Oysa Suriye’de halkı destekliyorlar, hatta dış müdahale olması halinde finansmanını üstleneceklerine dair vaatlerde bulunuyorlar. Tabi hizmetleri karşılığında Batı tarafından bölgedeki konumları korunuyor ve Şii İran’a karşı güçlendiriliyorlar. Bu bir çıkar ilişkisi. Ülkelerini sözde şeriat ile yönetip Müslümanları katleden yaratıklar hepsi.

“ASLINDA SURİYE’DEKİ MESELE ESED’İN ÇOK ÖTESİNDE”

Suriye’de üç yıldır zalim Esad rejimine karşı süren savaş tüm şiddetiyle devam ederken, şu ana kadar 160 bin civarında insan hayatını kaybetti. Savaşın yanı sıra açlıktan hayatını kaybedenler yürekleri dağlıyor. Katil Esad rejimine karşı savaşan muhaliflerin kendi aralarında birbirlerine düşmeleri de yine Esad rejimine yarıyor. Diğer yandan batılı şer güçler, savaşın mezhebi bir zemine oturtularak devam ettirilmesi planının en iyi işe yaradığı Suriye’de kaosun devam etmesi için deyim yerindeyse her yola başvuruyor. Siz kördüğüm haline gelen bu Suriye çıkmazı için ne gibi çözüm önerileri sunabilirsiniz?

Sizin de bahsettiğiniz gibi Suriye artık kördüğüm. Muhalefet o kadar çok çeşitlendi ki kimi müzakereleri istiyor, kimi istemiyor. Aslında Suriye’de ki mesele Esed’in çok ötesinde. Suriye’de 100 binden fazla yabancı savaşçı var, bunlar neden oradalar? Neden Irak’ta yoktular ya da Afganistan’da? Bu sorular önemli. Suriye bilinçli olarak çıkmaza sürüklendi. Bu, Esed masum manasında değil. Ancak reform paketi açıklandığında beklenmesi halinde bu üç yıllık bilançodan konuşuyor olmazdık şuan. Ya da Esed korkmayıp hemen seçime gitseydi. Olmadı ve orada da toplumsal patlama yaşandı. Amerika’dan şuradan buradan toplanan adamlar bir anda çeşitli oluşumlar kurmaya başladı. Batı hemen silah yardımı yaptı, dünyanın her yerinden binlerce grup bir anda Suriye’ye yığıldı. Bu insani duyarlılık ile ilgili değil Suriye’nin konumu itibariyle ne denli önemli olduğunun göstergesi. Suriye’nin Dostları toplantıları, mekik diplomasileri, müdahale hazırlıkları… Üç yıl içerisinde binlerce şeye tanık olduk, uluslararası güçlerin perde arkasındaki savaşına.

Suriye muhalefeti diyoruz, hangi muhalifler? Binlerce grup var ülkede an itibariyle. Suriye Ulusal Konseyi ılımlı muhalefet olarak tanımlanıyor yani demokrasi yanlısı İslamcılar olarak. Peki ya diğerleri? Rejimin devrilmesinin akabinde o grupların ülkeyi terk edeceğini mi düşünüyorsunuz? Hayır. Halen bölge hâkimiyeti için savaşıyorlar kendi aralarında ve rejim devrildikten sonra bir de buna yönetim savaşı eklenecek. Libya’dan çok daha beter bir hal alacak ülke. Şu an özellikle Yermük Mülteci Kampı’nda açlık söz konusu. Bu sadece Esed’in alanı kuşatma altında tutmasıyla ilgili değil, diğer alanlarda da vaziyet kötü. Sebep ambargolar. Gıda stokunuz tükeniyor ve savaş sebebiyle üretim yapamıyorsunuz. Ekonomi daha da kötüleşecek. Ve Suriye uzun bir müddet toparlanamayacak. An itibariyle Suriye için çözüm yok. Ülkeden çekilin, demeniz için o grupların tüm finansörlerini ikna etmek zorundasınız. Dediğim gibi uluslararası bir savaş bu. Masaya oturmak neredeyse imkânsız… Esed devrilse de kalsa da iç savaş sürecek.

“SURİYE’DE MEYDANA GELEN İÇ SAVAŞ VE MISIR’DA Kİ ASKERİ DARBE HAMAS’I YALNIZLAŞTIRDI”

Siyonist israil, 1948’den bu yana Filistin topraklarını işgal altında tutuyor. Katliamlar yapıyor, Filistinlileri yurtlarından sürüyor, Mescidi Aksa’yı yıkma hesapları yapıyor. Ve tüm Filistin’i parça parça Yahudileştirme çalışmaları son hız sürüyor. Şu bir gerçek ki; Filistin davası ve Mescid-i Aksa meselesi Filistinlilerin olduğu kadar tüm ümmeti ilgilendiren hayati bir mesele. Ancak İslam dünyası Siyonist israil’in Yahudileştirme çalışmalarına karşı gerekli tepkiyi gösteremiyor. Daha da ötesi 7. yılına giren Gazze ablukasının utancı hala sürüyor. Siz tüm bu olanları nasıl değerlendiriyor ve ümmetin nasıl bir uyanış göstermesi gerektiğine inanıyorsunuz?

Ben ümmetin uyanışı konusunda gittikçe ümitsizleşiyorum, bunun nedeni daha biz Müslümanların kendi hayatımızda samimiyetsiz oluşu. Hayatının eksenine menfaati koyan birçok İslami kuruluş veya devlet var. Bu yapılar olduğu müddetçe İslami bir uyanış mümkün olmaz. Çünkü var güçleriyle böyle bir bilinci kazanmamızı engelliyorlar. Filistin, uzun yıllardır İslam davasını yürüten ve bedel ödeyen bir ülke. O kadar büyük katliamlara maruz kaldılar, Mavi Marmara hadisemiz oldu, ümmet yine uyanmadı. Bugün akıl almaz politik uygulamalar yapıyor israil. Bunu görebilmemiz için, ailemizi sevdiğimiz kadar ümmeti de sevebilmeliyiz. Hatta daha fazlasını sevmeliyiz ki Allah tüm Müslümanları bize kardeş kılıyor. Parayı, menfaati, Kur’an çizgisinde olmayan her şeyi repertuarımızdan çıkarmalı, insanlığımızı ve vicdanımızı koymalıyız. Filistin’i de gündemde tutmak için her yolu kullanmalıyız. Aksi takdirde unutturmaya çabalıyorlar. Müslümanların bu konuda ciddi çaba göstermesi gerekir. Aslında özellikle Suriye’de meydana gelen iç savaş ve Mısır’daki askeri darbe Hamas’ı yalnızlaştırdı. Şimdi ABD arabuluculuğunda israil-Filistin müzakere görüşmeleri yapılıyor. Çünkü ABD artık Filistin sorunuyla gündeme gelen bir israil istemiyor. Henüz başarıya yakın oldukları söylenemez ama yine de bu Hamas için ciddi bir sorun. Öte yandan israil’in saldırıları sürüyor. Örneğin Mescid-i Aksa’da namaz kılan Müslümanlara saldırıldı ve girişlerde çeşitli kısıtlamalar getirildi. Ancak ne Türkiye’den ne de dünyanın herhangi bir yerinden tepki görmedik. Yönetimlerden bahsetmiyorum, kastettiğim halklar. Artık Filistin’in işgal altında olmasına, Filistinlinin ölmesine alıştık, belki de alıştırıldık. Oysa ilk meselemizdi, ilk çözmemiz gereken sorundu. Ama şimdi bakıyorsunuz coğrafyanın her toprak parçası sorunlarla dolu. Mısır, Tunus, Libya, Suriye, Irak… Her yer. Sloganları bırakıp vaziyeti tahlil etmek zorundayız artık. Mesela bugün Suriye’de savaşan 100 bin savaşçı neden Filistin’e gitmedi hiç? İşte bunu göremiyoruz. Birileri ‘bu kötü git ve onu vur’ diyor insanlar da gidiyor. Avrupa’ya bakın. Müslüman olanlara ‘sakal bırakın ve elinize bir silah alın’ diyorlar. Kur’an’ın ne söylediği umurlarında değil. Birileri ‘Filistin’e gitmeyin’ diyor ve gitmiyorlar. Bunun sebebi sadece Batılı diplomatlar ya da Arap Şeyhleri değil, sahip olduğumuz bilinçsizlik.

“BUGÜN YAŞANAN HER ŞEYİN BİR ANLAMI VAR”

Son olarak okurlarımıza iletmek istediğiniz bir mesajınız var mı?

Müslüman bireyler olarak kendimizi geliştirmeli ve ümmetin sorunlarına biz ışık tutmalıyız. Meydanlarda slogan atmak ne yazık ki hiçbir şeye çare olmuyor. Okuyup üretmek mecburiyetindeyiz. Özellikle siyasi bilinç noktasında kendimizi geliştirmeli ve teşkilatlanma noktasındaki noksanlıklarımızı gidermeye gayret göstermeliyiz. Ne yazık ki bu coğrafyada ne zamanın ne de mekânın tesadüf olmadığına yüzlerce kez şahit olduk. Bugün yaşanan her şeyin bir anlamı var. Suriye’de yaşananların da Mısır’da olanların da… Ama önyargılı ve tahlilden uzak olduğumuz için göremiyor ve bu yüzden hep kaybediyoruz.

Bize vakit ayırdığınız için çok teşekkür ederiz…

ZEYNEP BOZDAŞ KİMDİR?

Aslen Diyarbakırlı olan yazar, Erciyes Üniversitesi tarih bölümünde okudu. Genç Bakış Dergisi, Küresel Dünya Dergisi gibi politik dergilerde dış politika yazıları yazan Bozdaş, şu anda Sivil Düşünce Platformu’nun Ortadoğu Temsilciliği ve Hür Dava Partisi’nin Dış İlişkiler Başkanlığı Danışmanlığı görevini yürütmektedir.

Röportaj: Elif Yüksek / Nisanur Dergisi - Mart 2014 (28. Sayı)
 

Bu haberler de ilginizi çekebilir