• DOLAR 32.563
  • EURO 34.817
  • ALTIN 2489.29
  • ...
Mehmet Sudan Hoca`nın 2010 Yılı Röportajı
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

DOĞRUHABER / HABER MERKEZİ

Sizleri başta Diyarbakır olmak üzere bölgenin farklı yerlerinde Kur’an-ı Kerim’in öğrenilmesi, yaşanması ile ilgili yapmış olduğunuz hizmetlerden tanıyoruz. Özellikle yapmış olduğunuz mahkeme savunmalarından anlıyoruz ki, 1990’lı yıllardan başlayıp 2000 yılına kadar devam eden süreçte camiler başta olmak üzere birçok yerde çocuk, genç, yaşlı, erkek kadın on binlerce çocuğa Kur’an-ı Kerim’in öğretilmesi hususunda öncülük ettiniz. Sizi bu hizmete sevk eden hususlardan bahseder misiniz?

Kur’an-ı Kerim, bizim için hayat nizamıdır. Dolayısıyla tüm yaşam alanlarımızı içine almıştır. İbadet, muamelet, uhrevi hayat ve sosyal yaşantımızı ilgilendiren hususlarda Kur’an bizim için hayat tarzıdır. O Kur’an Rabbimizin beyanıyla ‘Muttakiler için yol göstericidir.’ Yol göstericiliğine tanık olabilmemiz için önce Kur’an-ı Kerim’i okumayı öğrenmek durumundayız. Akabinde anlamını öğrenip hayatımızı ona göre tanzim edebilmeliyiz.

Bu temel anlayışı anlattıktan sonra bu işe nasıl giriştiğimizden bahsetmeye başlayabiliriz.

1990’lı yılların başında Diyarbakır’da başlattığımız cami çalışmalarına iki temel yaklaşımla başladık. Birincisi camiler ALLAH’ın evi ve müminlerin kendilerine mesken tutmaları gereken yerler olmasına rağmen halk camilere gitmiyor ve camiler vakit namazlarında nerdeyse boş denebilecek bir hale gelmişti. Vakit namazlarında dolması gereken camilere maalesef çok az insan geliyordu. Bu bizde sorumlu bir Müslüman olarak sıkıntı oluşturuyordu. Bir şeyler yapılması gerektiğine kanaat ediyorduk. Nasıl oluyor da camiler fitne ve fesattan arınan yerler olmasına rağmen insanlar ona gelmiyor ve camide namazlarını kılmıyorlardı. Hatta gittiğim bir camide namazda imam, müezzin ve bir tabi olan dışında kimseyi görmemem bende derin bir etki bırakmıştı.

İkinci husus ise camilere gelinmemekle kalınmıyor, insanlar özellikle de gençler cami çevrelerine toplanıyor ve ALLAH’ın sevmediği birtakım davranışlarda bulunuyorlardı. Cami ibadet yeri iken bu kötü davranışların (bali ve esrar çekimi)sergilenmesi bizi derinden üzüyordu. Bunu da biz ALLAH’ın evine yapılan bir saygısızlık olarak yorumluyor ve bununla ilgili olarak da bir şeylerin yapılmasını istiyorduk. Bizim gibi yüreği İslam aşkı ile yananlarla bir araya gelerek bunlarla ilgili neler yapılabilir diye bu işin üzerinde uzun uzun müzakerelerde bulunduk.

CAMİ İMAMLARINA BÜYÜK BİR SORUMLULUK DÜŞÜYOR

Müzakerelerinizin neticesinde nasıl bir sonuca ulaştınız?

Rabbimizin ‘İyilik ve takva hususunda birbirinizle yardımlaşın, günah işleme ve düşmanlık hususunda birbirinizle yardımlaşmayın’ ayetinin gereği olarak Müslümanlarla dayanışma içinde olduk. Nasıl yapabiliriz ki insanlar tekrar camilere gelsin, kitaplarını öğrensin, anlasın ve diğer insanlara da bunu öğretsinler diye neler yapabiliriz bunu konuştuk.

İki aşamalı bir süreç takip edecektik. Birincisinde cami imamlarına giderek, çocukların, gençlerin camilere gelmesi ve Kur’an-ı Kerim’i öğrenmelerine öncülük etmelerini isteyecektik. İkincisinde ise kendimiz gönüllü kardeşlerimizin eliyle boşluk olan yerlerde Kur’an-ı Kerim’in öğretilmesine çalışacaktık. Birçok yerde imamlar bu talebimize olumlu yanıt verdiler ve bir düzen içinde camilerde camilerin etrafındaki insanlara dersler vermeye başladılar. Tabi buna lakayt kalıp sorumluluklarını yerine getirmeyen imamlar da oldu.

Sorumluluklarını yerine getiren imamlar önce gençlere Kur’an eğitimi verdiler. Sonra da bu gençler diğerlerine verdiler.

‘Sizin en hayırlınız Kur’an’ı öğrenen ve öğreteninizdir’ diye buyuran Peygamber Efendimizin bu hadisi bizim için teşvik edici oldu. Biz de gücümüz nispetinde ne yapabilirsek bizim için kazançtır diye yola koyulduk.

Bir başka hadisi şerifte de Peygamber Efendimiz, ‘Ümmetimin fesat döneminde kim benim sünnetime sarılırsa kendisine yüz şehit sevabı vardır’ diye buyurmaktadır. Sünnet denince aklımıza sadece namazlara bağlı sünnetlerin gelmemesi gerekir. Sünnet demek yol demektir. Dolayısıyla da Peygamberimiz aleyhisselatu vesselamın bize göstermiş olduğu her yöne doğru gitmek durumundayız. Yani sadece tek yönlü bir takip değil hayatın tüm yönlerini ilgilendiren bir takibin olması gerekiyor. Hayatın her yönünü ilgilendiren hususlarda Peygamberimiz aleyhisselatu vesselamın sünnetine tabi olmamız gerektiğine inandığımız gibi bunu öğrenmenin de bir yaşının olmadığına inanıyoruz. Dolayısıyla gerek vereceğimiz eğitimde gerekse de alacağımız eğitimde herhangi bir yaş ve cinsiyet sınırlamasına gitmememiz gerektiğine inandık.

Programlı hareketimiz sonucu, kısa sürede verim almaya başladık. Daha önce camilerin etrafında uygunsuz davranışlarda bulunan insanlar bizim sabırlı çalışmalarımız sonucu camiye gelmeye başladılar. Bu halka gittikçe büyüdü. Mesela camide çocuklara dersler vermeye başladığımızda dışarıdaki gençlerden bu çocuklara karşı çıkanlarla gidip konuşuyor, onları yaptıkları yanlıştan döndürmeye çalışıyorduk. Bir müddet sonra bakıyorduk ki, o daha önce Kur’an dersi alan çocuklara karşı çıkan gençler de camiye gelmeye ve başta Kur’an-ı Kerim olmak üzere eğitim almaya başlamışlar.

Zamanla bu çalışmalarımız Diyarbakır’a yayıldı ve nerdeyse tüm camilerde düzenli Kur’an-ı Kerim başta olmak üzere temel İslami bilgiler verilmeye başlandı. Bu çalışmalarımızı da yaparken İslami hassasiyetlere de dikkat ettik. Mesela kız çocuklarına bayanlar ders verirken, erkek çocuklarına da erkekler ders vermeye başladılar.

KISA ZAMANDA BİNLERCE ÇOCUK KUR’AN ÖĞRENDİ

Yapmış olduğunuz çalışmalar neticesinde istediğiniz veya programladığınız neticeye ulaştığınızı söyleyebilir misiniz?

Çalışmalarımızı bir camiden başlattık ve Kur’an’ı bilen kardeşlerimizin kendilerine en yakın camiye gidip orada bu hizmeti vermeye başlamalarını istedik. Herkes sorumluluğunun bir gereği olarak camilere gitmeye başladı ve burada uygun şekilde Kur’an dersi ve temel İslami meselelerde etrafındaki genç, yaşlı, kadın, erkeklere faydalı olmaya başladı. Kısa bir müddet sonra dediğim gibi hemen hemen Diyarbakır’ın tüm camilerinde ders halkaları oluştu. Tabi camilerde edebi kurallar başta olmak üzere, ahlak, güzel muamele, cami temizliği hususlarında da gençlerimiz üzerlerine düşen sorumluluğu yerine getirmeye çalışıyorlardı.

Yaptığımız çalışmaları hazmedemeyenler de vardı, ama biz üzerimize düşen sorumlulukları yerine getirmekten geri durmadık. O engelleyenleri de camiye davet ederek kalplerini kazanmaya çalışıyorduk.

AİLELER KENDİ ELLERİYLE ÇOCUKLARINI GETİRİYORDU

Tabi yapmış olduğumuz bu çalışmalarda çocukların ve gençlerin ahlaki yapılarında da büyük iyileşmeler oluyordu. Bu durum ailelerin de dikkatini çekiyordu. Bunun için gelip bizlerden ‘Ne oldu da çocuklarımız bu hale geldi’ diyerek durumu öğrenmeye çalışıyorlardı. Onlara camide yaptıklarımızı anlatınca çok memnun oluyor ve kendileri de gelip ders almaya başlıyor diğer çocuklarını da camiye getirip bize teslim ediyorlardı. Kızı varsa kızını da getirip bayan Kur’an hocalarına teslim ediyorlardı. Hiçbir şey yapamıyorlarsa da gelip desteklerini ve dualarını sunuyorlardı. Evden bir kişinin gelmesiyle kısa bir zaman sonra diğer fertlerin de gelmesi sağlanmış oluyordu.

Bugünlerde yoğun olarak gündemde olan Kur’an-ı Kerim Kurslarına getirilen yaş kısıtlamasıyla ilgili olarak ne düşünüyorsunuz? Sistemin buna hakkı var mıdır, bizim yapmamız gereken nedir? (Röportajın yapıldığı dönemde böyle bir problem vardı, soru onun üzerine sorulmuştur.)

Aslında Kur’an-ı Kerim sadece bu tatil döneminde değil tüm zamanlarda yoğun olarak gündemimizde olmalıdır. Temel ihtiyaçlarımızı karşılamak için ne kadar yoğun gayret gösteriyorsak, Kur’an-ı Kerim’in öğrenilmesi ve öğretilmesi ile ilgili olarak da sürekli sıcak bir gündem olmalıdır.

Kur’an’ı öğrenmeye getirilen sınırlamalar kesinlikle yanlış ve siyasi uygulamalardandır. Bu uygulama işi yokuşa sürüp, dolaylı bir engel çıkarmadır. Bizim çocuklarımız geçmişte olduğu gibi daha dört beş yaşlarında iken Kur’an öğrenebilmeli ve gerekirse ezber yapabilmeliler. Bununla beraber sistem bir çelişki içindedir. Bakın mesela Türkiye’de okuma yaşı daha önce yedi iken şimdi bu yaş daha da aşağı çekilmiştir. Sebebi dimağ daha taze iken ona daha fazla bir şeyler yüklemektir. Sistem bir çelişki yaşıyor, kendisi ile ilgili eğitimde yaş sınırını daha aşağı çekiyorken, dini eğitimi ile ilgili hususlarda sınırı yüksek tutmaktadır. Oysaki önemli olan çocuklarımızdır. Zaten akıllı sistemler kendilerinden ziyade halklarının geleceğini düşünür ve ona göre adım atarlar.

Kur’an’ın öğretilmesi ile insanlar topluma kazandırılıyor ve cani olmaktan çıkarılıyorsa sistem geleceğini düşünüyorsa Kur’an’ın öğretilmesi ve yaşanması hususunda teşvik edici olmalıdır. Bakın mesela arkadaşını doğrayan genç, ömründe Kur’an’ı eline almadığını söylüyor. Ömründe Kur’an’ı eline almayandan başka bir sonuç beklenebilir mi?

YAŞ YÜKSEK TUTULARAK ENGEL ÇIKARILIYOR

Sistem algılama yaşının küçük yaşlarda daha yoğun olduğunun bilincinde olarak yaşı yüksek tutarak bu algılamayı en aza düşürmeye çalışmaktadır. Dolayısıyla 5-6 yaşlarında öğrenilecek İslami bilgilerin kalıcılığı ile 12-13 yaşlarında öğrenileceklerin farklılığı göz önünde bulundurulduğunda durumun net olarak bir engel olduğu ortaya çıkacaktır.

Bu dönemde Kur’an öğrenimi ile ilgili neler yapılabilir? Nasıl bir yol takip edilmeli?

Şimdi öncelikle şu tespiti yapmalıyız. Bizim çalışma yaptığımız dönemlerde imamlar üzerlerine düşen görevi yerine getirmekten çekiniyorlardı. Ancak bugün özellikle Diyanet, imamlara yoğun talimatlar göndererek camilerde ders verilmesi gerektiğini söylüyor. Bunun için imamlara ek ücret bile veriyor. Bunun büyük bir fırsat olduğunu düşünüyorum. Bunun değerlendirilmesi gerekiyor.

Madem bu imkan var, başta kendimiz olmak üzere, tüm ailemizin Kur’an’ı öğrenmesini sağlayabiliriz. Her ne iş yapıyorsak da mutlaka yoğun iş hayatımızdan bir zaman kopararak bu eğitimimizi tamamlamalı, çocuklarımızı da buna teşvik etmeliyiz.

KUR’AN’I CAMİDE ÖĞRENELİM

Kur’an-ı Kerim’in öğrenileceği ana merkez camilerimiz olmalıdır. Bundan elden geldiğince şaşmamak gerekiyor. Diyelim ki camiye gidecek durumumuz olmuyor, o zaman da işyerimizde bu görevi icra etmeliyiz. Komşumuzdan, akrabalarımızdan istifade etmeliyiz.

Bizim yaşımızın geçmiş olması bizde bir umutsuzluğa sebep olmamalıdır. Belki biz bu yaşımızda Kur’an okursak çocuğumuza örnek oluruz, ona öncü oluruz. Yani kendimizi de ihmal etmemeliyiz.

Bizim bir işe önem vermemiz çocuklarımızın da buna önem vermesi anlamına geliyor. Çocuklarımızın ellerinden tutup onları camiye veya ders verebilecek birinin yanına götürürsek hem çocuk için bir teşvik unsuru olur, hem de ders verecek olan için bir teşvik olur.

Son olarak Diyanet’in vermiş olduğu bir talimatla hangi yaşta ve ne zaman olursa olsun öğrenmek isteyenlere cami imamlarının ders vermesi gerektiğini ilan etmiştir. Dolayısıyla bizim için müsait olmama olayı söz konusu değildir. Eğer görevliler bu sorumluluklarını yerine getirmiyorlarsa onlarla konuşup ortak bir saatte buluşup dersimizi alabilmeliyiz.

Böylece bu dönemde Kur’an’ı öğrenme hususunda topyekün bir gayret içinde olabilmeliyiz. Dünya ve ahiret saadetimiz için faydalı olan ne ise onu yapmak durumundayız.

Biz dinimizin güzelliklerine sahip çıkıp onu yaşamazsak, başkasının etkisinde kalarak onların dinlerine göre yaşamak durumunda kalırız. Müslüman olarak sorumluluğumuz bunu gerektirir.

KUR’AN’I ÖĞRENEN BAŞKASINA DA ÖĞRETMELİ

Kur’an okuyan kişi nasıl yaşaması gerektiğini de bilir. Resul-i Ekrem (sav)’in hayatı büyük bir örnektir. O hicret ettiğinde daha Medine’ye varmadan Kuba’da bir mescit inşa etti. Sonra Medine’ye varır varmaz ilk yaptıklarının başında bir cami inşa etmek oldu. Bundan maksadı ne idi? O yerde hem ibadetlerini yapıyor, hem de gelen Kur’an emirlerinin insanlara öğretilmesine gayret ediliyordu. Ashab-ı Suffa’nın oluşturulmasının gayesi de temel olarak gelen ayetlerin ezberlenmesi idi. Onlar bu gayretleriyle Kur’an’ın bugüne kadar ulaştırılmasına vesile oldular. Bizler de bugün kendimizden sonraki nesillere Kur’an’ın ulaştırılmasını istiyorsak onu okumalı ve okutmaya çalışmalıyız. Mesela bir ailede anne baba okumasını bilmiyorsa bir müddet sonra gelecek çocukları da öğrenemeyecek ve gittikçe Kur’an’dan uzaklaşan bir toplum oluşacak. Dolayısıyla Kur’an okumasını bilenlerin bu emanete sahip çıkarak kendisinden sonraki nesillere de bunun yayılabilmesi için gayret sarf etmesi gerekir. Peygamber Efendimiz aleyhisselatu vesselam insanlar öldükten sonra hesap defterinin kapanacağını ancak sadaka-i cariyenin, faydalı bir ilmin ve salih bir evladın anne babasına yapacağı duanın kendisine faydalı olacağını buyurmaktadır. Dolayısıyla biz de arkamızda bize dua edecek salih ve alim bir evladı bırakmak için bu görevimizi ifa etmeliyiz. Unutmalıyım ki yine Peygamber Efendimiz aleyhisselatu vesselamın kavliyle, hepimiz birer çobanız ve güttüğümüz ailemizden mesuluz, onları İslami edep ve eğitim ile yetiştirmek durumundayız.

Son olarak Doğruhaber okuyucularına ne tavsiyeleriniz olacak?

Kur’an-ı Kerim bir hayat nizamıdır. Bu cihetle maddi ve manevi ihtiyaçlarımızı ancak o karşılar. Onun hükümlerindeki adalet, zulmün karşısında dimdik durmaktadır. İnsanlar arasında sağladığı adalet sistemi bizim için vazgeçilmez bir kaynaktır. O kaynağımıza gerektiği gibi sahip çıkmazsak hayat damarlarımıza giden kanımız kesilecektir. Onun için de okurlarımızdan ve tüm halkımızdan isteğimiz gerek biz gerekse de çocuklarımız Kur’an’ı okuyalım, ne demek istediğine bakalım ve hayatımızı buna göre şekillendirmeye çalışalım. İnanınız ki, hayatımız boyunca edindiğimiz tecrübe başka sistem ve düşüncelerin insanları hayattan küstürmekten, ahireti unutturmaktan başka bir fonksiyonları yoktur.

Kur’an ile boyanıp hayatımızı ona göre şekillendirmek varken bunun dışında yollar aramak beyhude bir çabadır. Kendimizi ve ailemizi yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem ateşinden koruyanlardan olmamız dileğiyle ALLAH’a emanet olunuz.

Biz de sizlere bize zaman ayırdığınız için teşekkürlerimizi sunuyoruz.

Bu haberler de ilginizi çekebilir