• DOLAR 32.51
  • EURO 34.783
  • ALTIN 2499.528
  • ...
 İhya; Ecdadın Mirasını Sahiplenmek Ahfad`a Güzel Bir Miras Bırakmaktır
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 
Abdulhakim sonkaya: Sadece ihyayı esas aldığımız, “Koruyalım yeter” dediğimiz zaman mirasyedilik yapmış oluruz. Bu da var olan mirası tüketmek olur. Buna karşılık “Eskiyle bağımızı koparıp yenileyelim” diyenler de reddi mirasçı olur. Biz de diyoruz ki mirasımızı koruyalım onu muhafaza edelim ama bizden sonrakilere mirasa katkıda bulunmadan teslim etmeyelim.

Dergimiz İnzar’ın bu ayki dosya konusu İslam’da ihya ve tecdid. Biz de ihya ve tecdidde müceddidlerin konumunu ve asrımızın ictihadlar konusundaki ihtiyaçlarını ve ihya ve tcdidi reformdan ayıran özellikleri, “Hikmet kâseleri” adlı eserin yazarı ve Doğruhaber Gazetesi köşe yazarı Abdulhakim Sonkaya Hoca’ya sorduk. Asrımızın müceddidlere ihtiyacı olduğunu vurgulayan Sonkaya, “Nerede İslam’a karşı bir teşebbüs olsa orada bakıyorsunuz ki muazzam bir şahsiyet çıkmış hem o saldırıyı bertaraf etmiş hem de orada bir birikim, bir miras bırakmıştır. Hukakkak ki asrımızda da müceddidlere ihtiyaç vardır” dedi.

Sizleri Abdulhakim Sonkaya Hocamızla gerçekleştirdiğimiz röportaj ile başbaşa bırakıyoruz

Hocam öncelikle ihya ve tecdidin ıstılahtaki anlamı nedir ve bu kavramların reformdan farkını açıklayabilir misiniz?

İhyanın kelime anlamı diriliştir. Yani daha önce var olan bir şeyi diriltmek tekrar ayağa kaldırmak başka bir deyişle yinelemektir. İhyada sonradan bir şeyler ekleyip veya çıkartmak yoktur. Tecdid ise her ne kadar aynı anlamda kullanılmış olsa bile sözlük anlamı yenilemek demektir. Yeni bir açılım, yeni bir ufuk getirmek manasındadır. Bunlara karşılık reform ise öze bağlı kalmadan veya herhangi bir delili olmadan bir şey eklemek veya çıkarmak anlamında kullanılıyor. Tabi İslami anlamda düşünüldüğü zaman İslam’a bir şey eklemek veya çıkarmak anlamına geliyor. Reform bizim dilimizde ıslahat diye tercüme edilmiştir. Islahat fermanı da ismini buradan almaktadır. Islah bir şeyin revize edilmesi, değiştirilmesi anlamına geliyor. Örneğin ortaya bir düşünce veya sistem atılıyor. Sonraları ise bu sistemin aksaklıkları orataya çıkıyor. Bu sistemin topluma ayak uydurmadığı, geri kaldığı, bazı şeylerinin uygulanamadığı ortaya çıkınca, reform adı altında ya ortadan kaldırılır ya da yeni şeyler eklenir. Yani reformda ortaya konulan bir düşüncenin dar gelmesi sonucunda bunun revizyona tabi tutulması söz konusudur. İhyada ise sistem asıl olarak tamamlanmıştır. Aslında tam olan bu sisteme uyulmadığı takdirde eksiklikler, aksaklıklar ortaya çıkar. Buna yeniden uyulmasını sağlamak ise ihyadır. Dolayısıyla ihya; ayet-i kerimede de belirtildiği gibi İslam’ın kamil olmasından kaynaklanan potansiyel gücün farklı zaman ve şartlarda yeniden ortaya çıkması durumudur. Kamil olan bir şeyde reform olmaz. Çünkü elksilttiğiniz zaman da eklediğiniz zaman da kemale halel getirmiş olursunuz. İşte İslam dini kamil olduğu için reformu asla kabul etmez. Çünkü İslam kamildir ve evrenseldir.

Kur’ân-ı kerim vahiydir ve her gün yeniden inmektedir

İhya ile tecdidin genelde aynı anlamda kullanıldığını ifade ettiniz. Peki ihya ve tecdidi birbirinden ayıran nedir?

Bu kavramlar ile ilgilinen alimlerimiz ihya ile tecdidi aynı anlamda kullanmışlardır. Ancak biz bu iki kavramın aynı anlamda kullanılması taraftarı değiliz. Şöyle ki ihya ile tecdid arasındaki farka baktığımız zaman ihya İslam’ın var olan mirasını korumayı ifade eder. Günümüze kadar gelen mirasın anlaşılması, yeniden diriltilmesine ihya diyoruz. Fakat tecdid yinelemek değil aynı zamanda yenilemektir. Şöyle ki biz “herşey tamamlanmıştır, her soruya cevap verilmiştir, her soruna cevap verilmiştir, her şey bizim mirasımızda vardır, dolayısıyla biz bu mirası ancak ve ancak koruyabiliriz. Sıkıntımız olduğu zaman mirasın içinde araştırma yapar bazı çıkarımlarda bulunuruz” dememeli İslam’ı bu şekilde anlamamalıyız. Tecdid yenilemek anlamında kullanıldığını ifade ettik. Tecdidin var olan bir şeyi yineleme, tekrarlama, hatırlatma, boyutu elbette vardır. Ama tecdidin yenilik boyutunun olduğunu da unutmamak gerekir. Çünkü Kur’ân-ı Kerim vahiydir ve dolayısıyla her gün yeniden inmektedir. Yani kelimeleri, anlamları, lafızları yeni anlamlar kazanmaktadır. Yeni anlamlar kazanan bu ifadeleri almaya tecdid diyoruz. Tabi bunu yine Kur’andan alıyoruz. Bunu bir örnekle açıklayacak olursak Bakara suresinde “Bunlar ekinleri helak ederler” buyuruluyor. O zamanlar ekin sadece tarla bahçe anlamında kullanılmıştır. Ama biz bugün kültürü de ekin olarak ifade ediyoruz. Dolayısıyla ayetten “Kültürü de helak ederler” anlamı da çıkıyor. Yani orada kullanılan ekin kelimesinin anlamı genişlemiştir. Kültürü yozlaştırmak, bozmak da ekini bozmak demektir. Yani zaman geçtikçe anlamlar daha da genişliyor. O yeni anlamlara İslami yönden verilen şekil tecdiddir. Dikkat ederseniz burada bir yenilik vardır ancak ilave yoktur. Yani Kur’ân-ı Kerim’in naslarına yeni bir şey eklemek yok. Ama yen bir bir şey var. Burada ihya anlamında bir tekrar bir yineleme değil yenilik vardır. Bundan dolayı tecdidi ihya olarak anlamamalıyız. Verdiğimiz örnekte ekin diye ifade edilen kavramda ihya boyutunu aldığımız zaman tarım anlamını alıyor ve bunun korunması gerektiğini ifade ediyoruz. Ama müktesebatta kültür anlamında da kullanmılmaya başlandığı için ayette kültürün de helak edildiği anlamı çıkmaktadır. İşte tecdidi bu şekilde anlamak gerekmektedir. Dolayısıyla “Alimlerimiz Kur’ân-ı Kerim ile ilgili her türlü çıkarımı yapmış, hükümleri yorumlamışlardır” diyemeyiz. Tarımı korumaya yönelik çaba sarf etmek ihyadır kültürü de koruma altına almak tecdiddir. Dolayısıyla ihya yineleme, tecdid ise yenileme anlamına geliyor. İslam aleminde şöyle bir refleks vardır ki ihyayı savunan bazı kimseler “Biz İslam’a hiç birşey eklememeliyiz” diyerek bunun etrafına kalın bir duvar örüyorlar. “Kim ne yapmak istiyorsa bu sınırlar içerisinde yapsın” diyerek İslam için birşeyler yapmak isteyen, sonrakilere bu mirası zenginleştirerek aktarmak isteyenlerin önüne sed çekiyorlar. Onlar da bu sefer ya bu duvarın üzerinden atlamak zorunda kalıyor ya da yaptıkları şeyler duvarda gedik açmak olarak algılanıyor. Biz de diyoruz ki bunun kapısını açalım. Evet İslam mirasının etrafındaki bu duvarı delmeyelim, üzerinden de atlamayalım. Ama var olan kapısını da kapatmayalım. Yani şartları haiz olan, ehliyetleri haiz olan birileri buradan içeri girip naslar usul ve esaslar dahilinde birşeyler yapmaya çalışıyorlarsa bırakalım yapsınlar.

Ne mirasyedilik ne de reddi mirasçılık

Yaptığınız açıklamalardan İslam’ın reformu reddettiğini anlıyoruz. Bu durumda ihya ve tecdid ise zaruret olarak karşımıza çıkıyor. Bu konuyu biraz daha açabilir misiniz?

Bunu bir örnekle açıklamak istiyorum. Bizim “Mirasyedilik” ve “Reddimirasçılık” diye iki sıkıntımız var. Bunların ikisi de sorundur. Mirasyedilik var olan mirasa hiçbirşey eklemeden onu kullanmaktır. Allah Kur’an-ı Kerim’in, Fecr suresinde “Siz mirası hoyratça harcıyorsunuz” diye buyuruyor. Yani sadece ihyayı esas aldığımız, “Koruyalım yeter” dediğimiz zaman mirasyedilik yapmış oluruz. Var olan mirası tüketmek olur. Buna karşılık “Eskiyle bağımızı koparıp herşeyi yeniliyelim” diyenler de reddi mirasçı olur. Biz de diyoruz ki mirasımızı koruyalım onu muhafaza edelim ama bizden sonrakilere üzerine hiçbir katma değer eklemeden teslim etmeyelim. Bugün İslam aleminde statik düşünce anlamda üretkenliğin önüne adeta duvar ören bir anlayış var. Bunlar kimsenin bu mirasa birşeyler katmasını istemiyorlar. Öte yandan tamamen tarihle, İslam mirasıyla bağını kopararak herşeyi sıfırdan ele almak isteyen bir zihniyet de var. Biz bu yaklaşımların ikisini de doğru bulmuyoruz. Biz diyoruz ki evet mirasımız vardır. Buna ihya ile yaklaşalım sürekli diri tutalım, ama tecdid de vardır. O mirası geliştirelim. Dolayısıyla tecdidi ihya anlamında kullandığımız zaman farkında olmadan İslam’ın genişlemesinin önünü tıkamış oluyoruz. Bundan dolayı ben tecdidin ihya anlamında kullanılmasına karşıyım.

Az önce şertları haiz olan zatların kapılardan geçerek İslamın genişlemesine olanak sağlamalıdırlar şeklinde bir ifade kullandınız tabi biz bunu müceddidler olarak anlıyoruz.

Evet. Kast ettiğimiz müceddidlerdir.

Hocam toplumun üzerlerinde ittifak ettiği müceddidlerin zamanlarına özel konumlarından söz edebilir misiniz?

Peygamber Efendimiz hadis-i şerifte her yüzyılda bir müceddidin geleceğini haber veriyor. Biz bundan da anlıyoruz ki İslam ümmeti hiçbir zaman müceddidsiz kalmaz. Muhakkak surette İslam alemine müceddid gelir. Tabi bazıları lokal olur, bazıları evrensel olur. Örneğin Üstad Bediüzzaman Anadolu şartlarında büyük bir müceddittir ama evrensel anlamda bunu söyleyemiyoruz. Veya İmam Rabbani daha farklı bir alandadır. İfade ettiğimiz gibi farklı alanlarda müceddidler vardır. Siyasi alanlarda mücedditler vardır; Selahaddin Eyyubi Hazretleri, Ömer Bin Abdulaziz gibi veya fıkıh alanıyla ilgili mücedditler vardır. Zaten bir kişinin tüm alanlarda tecdidte bulunma imkanı yoktur. Sonuç olarak İslam aleminin sürekli müceddidleri olacaktır. Ancak bunu “küresel olma” şartına bağlamamak lazım. Zira zaman cemaat/topluluk zamanıdır. Yani küresel tek bir müceddid olsun dersek bunu ortaya çıkma ihtimalini hükmen ve fiilen yok ederiz. Çünkü bir kişinin aynı anda her alanda belli bir noktaya gelmesi mümkün olamayabilir.

İslam’a karşı yapılan saldırılar İslam’ın üretkenliğini de arttırıyor

Biraz özelleştirecek olursak Selahaddin Eyyubi’yi tecdid hareketinin neresinde görebiliriz?

İdari bir tarz geliştirme noktasında Selahaddin-i Eyyubi bir müceddittir, bir ihya lideridir. Çünkü ondan önceki dönemlerde idare ve yöneticiler yozlaşmıştır. Böyle bir dönemde bir şahıs geliyor ve orada bir prototip oluşturuyor. Bir İslami yönetim modeli oluşturuyor. Bu bir tecdidtir tabi. Ondan önce de Ömer Bin Abdulaziz var. Onun için de aynı şeyi söyleyebiliriz. Çünkü istibdat dediğimiz dikta bir ortamda sistemi değiştirmeden adil bir yönetim tarzı sergiliyor. Yani şunu söyleyebiliriz ki müceddidler asrın ihtiyaçlarına göre gelmişlerdir. Örneğin fıkhın en büyük darbeyi alacağı bir dönemde İmam Şafii, Hadis ilminin darbe alacağı bir dönemde Ahmet Bin Hambel, ya da batı ilminin, felsefenin İslam’a darbe vurmaya çalıştığı bir dönemde İmam Gazali’nin gelmiş olması tesadüfi değil. İslam tek dindir ve gücüne hiçbir zaman ulaşılamaz. Dolayısıyla nereden tehlike geliyorsa orada hemen bir savunma mekanizması oluşturuyor. Nerede İslam’a karşı bir teşebbüs olsa orada bakıyorsunuz ki muazzam bir şahsiyet çıkmış hem o saldırıyı bertaraf etmiş hem de orada bir birikim, bir miras bırakmıştır. Bu da İslam’ın ayrı bir özelliğidir. Bakın bizler hala o müceddidlerin mirasından faydalanıyoruz. Bu da gösteriyor ki İslam’a karşı yapılan saldırılar İslam’ın üretkenliğini de arttırıyor. Yeter ki kapılar açık olsun. Yani biz İslam’a yapılan saldırılardan korkmamalıyız. İçe hapsolup savunma mekanizması oluşturamamaktan korkmalıyız. Eğer biz İslam’ın Müslümanların önünü tıkamazsak çok alimler ortaya çıkar ve değerli miraslar bırakmış oluruz.

MÜCEDDİDLERE İHTİYACIMIZ VAR

Lokal ve evrensel tecdid diye bir tanımlamada bulundunuz bu konuyu biraz daha açabilir misini? Lokal anlamda müceddid olabilir mi?

Evet bu lokal ve evrensel anlamda tecdid olabilir. Lokal anlamda tecdidden söz edecek olursak. Bu da iki türlüdür. Yani alan itibariyle lokallikten söz edebiliriz. Buna fıkıh, siyaset alanlarını örnek verebiliriz. Bir de coğrafi alanda lokallikten söz edebiliriz. Örneğin bir ihya lideri, bir müceddid bir coğrafyada çok etkili olabiliyor, ama diğer coğrafyalarda bu kadar etklili olmayabiliyor. Tabi bu durum o zatın ihya lideri veya müceddid olmasına halel getirmez. Bu çok önemlidir. Yani “liderimiz dünyada tanınmamış” denilebilir. Bu sorun değil. Bulunduğu coğrafyada çok daha fazla tanınmış olabilir. Yine bulunduğumuz coğrafyada özellikle Kürd bölgesinde çok büyük müceddidler çıkmıştır. Anadolu coğrafyasında farklı müceddidler çıkmıştır. Müceddiler Peygamber Efendimizin varisleridir. Dolayısıyla bulundukları yerlerde hangi alanlarda ne sıkıntılar olmuşsa ona göre çıkmışlardır. Bunu özellikle vurgulamak istiyorum ki mücedidliğe küresel standart getirirsek o zaman müceddid çıkarma önünde fiili bir engel oluşturmuş oluruz. Kesinlikle müceddidliğin ya da tecdidin her alanda ve küresel olması gerekmez.

Peki, Hocam! Yaşadığımız asrın müceddide ihtiyacı var mı?

Tabi ki asrımızın müceddide hatta farklı alanlarda müceddidlere ihytiyacı vardır. Bakın özellikle müceddidler diyorum. Bunu bir örnekle açıklamak istiyorum. Örneğin tarikatta bir mücedditlik olabileceği gibi cematte düşünce mektebinde de mücedditlik olabilir buna rağmen birileri “Taikatta müceddid olmaz” diyebiliyor. Buna katılmıyorum çünkü tarikatta, düşüncede de müceddidlik vardır. “Tarikatta bir şeyhe bağlılık vardır. Sorgulamak yoktur. İslam’da bunun yeri var mıdır” diye bize ara ara soruluyor. “Tabi ki vardır” diyoruz buna şaşırıyorlar. İşte bu “Sıddıklık” makamıdır. Hazreti Ebubekir’in “sıddık” vasfının günümüzde bir pratiği olmalıdır nitekim de vardır. Bırakın isteyenler sıddık makamına yaklaşsın. Toplumda sıddık makamı da olmalıdır. Bağlandığı zatın buna ehil olup olmaması farklı bir konu, o tartışılabilir. Öte yandan bir başkası ben “Faruk” olmak istiyorum diyebilir. Faruk sorgulamak demektir. Araştırma, inceleme demektir faruk. Bırakın o da faruk olsun. Bizim mektebimiz baştan beri böyle gelmiştir. Bir sıddıklık bir de farukluk makamı vardır. Burada dikkat edilmesi gereken biz bir tarikat şeyhinin diğer alanlarda tecdidlerde bulunmasını bekleyemeyiz. Dediğimiz dibi tarikatta tecdide ihtiyaç olduğu gibi diğer akımlarda da tecdide ihtiyaç vardır. Kim hangisine gitmek istiyorsa ona gitsin. Biz tecdidin ancak bu şekilde olabileceğine inanıyoruz.

Cemaat ve fert dengesine dikkat edilmeli

Özellikle asrımız için “Cemaat zamanı” tabiri kullanılıyor. Zamanımız cemaat zamanı olduğuna göre yeni müceddidler cemaatler olabilir mi?

Muhakkak ki buna engel bir durum yok. Yani cemaatin rolü önemlidir. Cemaatlerin İslam ümmetinin önünü açma noktasında açılım yapması önemlidir. Dolayısıyla bazı cemaatler ihya hareketi veya müceddid gibi iş görebilir. Fakat bu, şahısların önünün tıkanması şeklinde anlaşılmamalıdır. Yani cemaat ve fert dengesine de dikkat etmeliyiz. Cemaati, bireysel düşünce önünde bir engel olarak gördüğümüz zaman da hata yaparız. Aynı şekilde cemaat ve fert dengesinde tamamen bireyselliği teşvik etmek de yanlıştır. İsteyen bir topluluk manasında ihya-tecdid hareketine katkıda bulunur isteyen de birey olarak önünü açabilir. “Herşey cemaat adına olsun” dememeliyiz. Böyle dersek bireysel üretkenlik durur. Tarihe baktığımız zaman bunun örnekleri mevcuttur. “Cemaatler dursun, birey öne çıksın” dersek bu da İslam için tehdittir. Çünkü bu durum toplumun cemaat olma ruhunu ve disiplinini yok eder. Onun için biz ihya ve tecdidin hem cemaatsel boyutta hem de birey boyutunda önünün açık olduğuna inanıyoruz. Yani biri diğerinin alternatifi değildir.

Hocam son olarak toparlayacak olursak neler söylemek istersiniz?

Allah Teala her kavme bir hidayetçi bir mehdi göndereceğini beyan ediyor. Yani her toplumun, her kavmin içinde hidayet erleri, hidayet önderleri, ihya ve tecdid önderleri çıkıyor ve çıkmaya devam edecektir. Biz buna inanalım ki İslam toplumundaki hiçbir halk lidersiz kalmaz. Allah Teala onlara mutlaka bir rehber bir önder gönderir.

Okurlarımız adına teşekkürlerimi sunuyor Allah sizden razı olsun diyorum.

Ben de sizlere teşekkür ederim. Allah’a emanet olunuz.

Abdulhakim Sonkaya kimdir?

1972 yılında Mardin Midyat’a bağlı Gelinkaya (Keferhavar) köyünde doğdu. İlkokulu Mardin’in farklı yerlerinde, lise eğitimini de Van ve Mardin İmam Hatip Liselerinde tamamladı. İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu. Babası Molla İsmail’den İslami ilimler eğitimini aldı. Erbilli Molla Selim ve daha birçok zattan teberrük dersleri aldı.

“Hikmet kâseleri” adında bir eseri yayınlandı. Arapçaya çevrilmiş makaleleri de olan Abdulhakim Sonkaya ilim, irfan ve usul sahasında formel bir eğitime dayanmayan “Hikmet Mektebi” adlı bir müktesebata sahip. İstanbul’da ikamet etmekte olan Abdulhakim Sonkaya Doğruhaber Gazetesinde makale yazmaya ilaveten faklı alanlarda ilmi çalışma ve programlarına devam etmektedir. İleri derece Arapça ve Kürdçe bilen Abdulhakim Sonkaya Hocamız evli ve 5 çocuk babasıdır.

Röportaj: Emrah Tel / İnzar Dergisi – Mart 2014 (114. Sayı)
 

Bu haberler de ilginizi çekebilir