• DOLAR 32.377
  • EURO 34.972
  • ALTIN 2325.628
  • ...
Söz konusu olunca şehadet Farketmez aylar, ha şubat ha mart
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

Mehmet Emin Özmen / Doğruhaber / Araştırma

Gazetemizin en zor yazıları, şehid biyorafileridir herhalde. Bu temiz hayatları inceleyip, yazmaya çalışmak, çok zor bir araştırma konusunu ele almaktan daha zahmetlidir. Hatta araştırma/analiz konularını yazdığım zaman seviniyorum. Ancak 1990’lı yılların o aziz şehidlerini yazdığımda ellerim klavyenin tuşlarına varmıyor bir türlü. İçim daralıyor. Gündelik yiyecekleri sadece ekmek ve zeytin olan bu azizleri yazarken, bundan bana ecir varsa, alacağım sevabı hiç muhtaç olmasalar bile, yine bu azizlere bağışladığımı peşin peşin ilan ediyorum

ZAMANIMIZIN MUS’AB’IYDI ŞEHİD FAHREDDİN NASIROĞLU (1976-1994)

Azize ..! Ben içimde birikenleri bir anda söylemek ve kurtulmak istiyorum. Hani Fahreddin diye bir Mus’ab’ımız vardı. Batman’ın varlıklı ailelerinden birine mensuptu. Henüz lise çağında tanışmıştı kutlu sevda ile. Sen de bilirsin ya Azize, çok suskun ve içine kapanıktı. Kendisine söz hakkı verilmeyene kadar suskunluğunu bozmaz, hep sessiz kalmayı tercih ederdi.

Bu aziz insanlar daha bıyıkları terlemeden baş koyacaklardı ya aziz davaya. İşte bundandır feryadım sana, Azize..! Birden çöküvermişti üzerimize o 90’lı yıllar. Ha bu arada 90’lı yılları çok duyacaksın benden. Çünkü anaların ne yiğitler doğurduğuna o yıllarda çok şahit olmuştuk. İşte o zamanın yiğitlerinden bir yiğitti Fahreddin. O karanlık ve puslu dönemde, birçok aile gibi Azizimizin de ailesi, evlatlarının hayatından endişe duyduklarından, onu davasından vazgeçirmeye çalıştılar.

Heyhat Azize…! Bu hepimizin davadaki ilk aşamasıydı. Hepimiz ilk önce ailelerimizin baskısından geçtik. Sonra mülhid kurşunlara geldik. Peşi sıra geldi dost kurşunlar. En son resmi kurşunlar yedik. Bilmem biliyor musun, mülhid kurşunlar ile resmi kurşunlara diyecek bir şeyimiz olmazsa da, dost kurşunlar içimizi paralıyordu be Azize. Hani yeri değil belki bunları söylememin. Ama dedim ya ne biriktirdiysem bu güne kadar bir an önce söyleyip, kurtulayım diye. İşte aziz bir şehidin o dost kurşunlarla, bu dünyadan veda edişini bahane edip, sesleniyorum sana.

Azize..! Ailesi hayatından endişe duydukları bu azizi, İslami çalışmalarından uzaklaştırmak istediler, demiştim. Dava arkadaşlarını terk etmesi ve evinde rahat bir hayat yaşaması için Fahreddin’i ikna etmeye çalışsalar da, onun gözlerini ötelerdeki nimetlere diktiğini fark edemiyorlardı. Baskı ve zorlamalar o derece arttı ki, Fahreddin’inimiz evini terk edip, cami hücrelerinde yaşamaya başladı. Artık o, bir muhacirdi. Hem de atası Mus’ab gibi.

Azize..! Bu arada Fahreddin’i neden Mus’ab’la kıyaslıyorsun diye sorabilirsin. Sorma derim bana. Çünkü daha söyleyeceklerim bitmedi. Bir dinlesen benden o Azizi, sen de anlarsın. Mus’ab bin Umeyr, her şeyini ve bu arada Mekke’nin pencerelerinden kendini gözleyen gözleri terk edip, aziz davaya koşmuştu ya. İşte Fahreddin’imiz de bu şekilde varlıklı bir ailenin tüm imkânlarını ve bu arada Batman Lisesi’nde bir umutla kendisine bakan kız öğrencilerin hepsini elinin tersi ile itivermişti bir kenara. Malını, mülkünü, ailesini bırakıp zor ve zahmetli, fakat huzurlu bir hayata adım attı. Her fırsatta ailesini ziyaret etmeye, gönüllerini almaya çalıştı. Kendisini davasına adadığını, davasından vazgeçmeyeceğini onlara anlatmaya çalıştı ama ailesi onu anlayamıyordu. Şehit Fahreddin, evin en küçük çocuğuydu ve Batman o dönem ateşten bir kor olmuştu. Fahreddin, bu nedenle ailesinin endişelerine hak vermiyor değildi. Ama o bir dava adamıydı ve zor zamanlarda davasını ve arkadaşlarını terk edemezdi. Dünya ve zevkleri adına karşısına çıkan bütün imkânları bir kenara koydu. Zira bağlandığı dava, aziz bir davaydı. O, Aziz Peygamber’i (sav), Aziz ve Azizelerden oluşan Ashabı örnek almıştı.

Azize..! Varlık içinde yetişen Şehid Fahreddin, artık karnını doyuracak yemek bulmakta zorlanıyordu. Kaldığı cami hücresinde arkadaşlarıyla beraber ekmek, zeytin ve salça ile besleniyordu. Utangaç bir yapısı olduğu için bazen aç kalırdı veya bilerek kardeşlerini kendisine tercih ederdi. Tam iki yıl boyunca böyle bir hicret hayatı yaşadı. Dile kolay Azize, iki yıl diyoruz ya. Nasıl geçti, ne yedi, ne içti, ne giydi? Hicret ederken yanına iki elbise almıştı. Biri kirlenince çıkartıp yıkardı, diğerini giyerdi. Bak

Azize..! Boşu boşuna o zamanımızın Mus’ab’ıydı demiyoruz değil mi?

Bir de kitap okumayı çok seviyordu. Ama bu varlıklı Azizimiz, o dönemlerde Mektep isimli kitapevinden, ödünç alarak kitap okuyabiliyordu. Demek ki alacak parası yokmuş azizimizin. Bilmem ne demek istediğimi anladım mı Azize?

İşte vardık son cümlelere Azize..! Tarihler 22 Mart 1994 yılını gösteriyordu. Fahreddin, her zaman olduğu gibi kitap okumak için Mektep Kitabevi’ne gidecekti. Mülhid kurşunların aradığı bu kurbanımızı dost kurşunlara vermenin vakti gelip çatmıştı. Azizimiz Mektep Kitapevi’nde okuyacağı kitapları seçedursun, dost kurşunlar vızıldamaya başlamıştı. Bir arkadaşıyla beraber hedef olmuşlardı. Kurşunlardan biri kafasına biri de kalbine isabet etmişti. Fahreddin hastaneye kaldırıldı, lakin kurtarılamamıştı. Artık onu Şehid Fahreddin olarak anacaktık.

Bilmem meramımı anlatabildim mi Azize? Belki tam anlamadın. Ama daha anlatacağım çok şey var sana. Çünkü o gün dost kurşunlar durmuyordu. Azizimiz defnedilirken, bir başka şehidin haberi alındı. Bu kez Metin’di kırmızı toprağa düşen.

İMADEDDİN (METİN) KAZAK

Azize..! Metin dost kurşunların aynı gün içerisinde bizden aldığı bir diğer kurbandı. O yıllar İslami çalışmalar kitapevleri etrafında yapılıyordu. Batman’ın İslami hizmetinde önemli bir yeri olan Selam Kitapevi de bu anlamda etrafına ışıklar saçıyordu. Özünde iyilik vardı Azizimizin. Ama Selam Kitapevi’nin karşısına küçük bir tuhafiye dükkânı açınca bir başka oldu. Oradan aldığı ilhamla tebliğvan olmuştu. Artık İmadeddin (Metin), konuşuyor, tebliğ ediyordu. Ticaretini çok dürüstçe yaptığından, etrafta hemen sevilmiş ve sivrilmişti.

Bilmem ne demeli? Ama böyle yiğitlerimizi keşke mülhid kurşunlar alsaydı bizden. Mülhidlerin arayıp ta bulamadığı bu azizlerimizi, dost yüzlü düşmanlar alıyordu ya bizden, işte ciğerimizin cız etmesi bundandı Azize.

22 Mart 1994 günü her zaman ki gibi oturmuştu ekmek teknesi olan dükkânında. Bir yandan mülhidlerin nereden saldıracağı belli değilken, dost kurşunlar buluvermişti azizimizi. Müşteri gibi içeri girip, alışveriş yapacaklardı sözde. Alacakları atletlerin ücreti olarak şehadeti vermişlerdi Metin’imize. Bilmem daha ne anlatayım sana azizim.

ŞEHİD KAZIM KAYA:

Sen dinlemeye ben anlatmaya doymadım Azize. İşte bir yiğit daha. Kâzım Kaya, 1952 yılında Diyarbakır’ın Bubya köyünde doğmuştu. 1970 yılında evlenmiş ve 16 çocuk babasıydı. Aslında sadece kendi çocukların babası değil, hep bir fakir babası, fukara dostu, gariban arkadaşı olarak tanındı. Halil İbrahim sofrası gibi daima sofrasında misafiri vardı. Yalnız yemek yemekten sıkılırdı. Ailesi, çocukları dururken o işçileriyle yemek yemeği tercih ederdi.

Biliyor musun Azize..! Şehid Kazım’ın cesaretine düşmanları bile hayrandı. PKK, onu tehdit ettiğinde cevabı dehşet vericiydi:

“Böyle tehditlerle olmaz, siz yerinizi söyleyin ben geleyim” demişti mülhidlere. Ah ki ne ah azize. Düşmanın kurşunu düşmanca da, dost yüzlü insanların kurşunları çok acı. Çünkü dost kurşunlarla bir genç vurulmuştu. Tevafuk, Kazım onun yanı başındaydı.

Polis resmi prosedür ile uğraşırken, O illa ki de hastaneye kaldıracağım diye tutturmuştu. Polisin tehdit ve bağırmalarına aldırmadan almıştı yaralıyı, Devlet Hastanesi’ne götürmüştü. Evet, 7-8 kurşun almasına rağmen kurtulmuştu delikanlı. Ondan sonra azizimizin hayatında da yeni bir sayfa açılmıştı. Bu dava hak davadır diyordu artık. Kim bilebilirdi ki dost yüzlü düşmanların hedefinde olduğu. Şehadet yakışırdı oruçluya Azize. 23.03.1994 günü, aylardan Ramazan idi. Rabbiyle buluşma anı gelmişti. O gün Diyarbakır’a gitmişti. İkindi namazını camide cemaatle kıldı. Kur’an mukabelesine katıldı. Oradaki arkadaşlarından bazıları ona takıldılar. “Hayrola Kazım abi, eskiden böyle değildin” dediler. O da dünyanın geçici olduğunu ve ölümün hak olduğunu söyledi. Sonra iftar için hazırlık yaptı. Sofrada yalnız kalmayı sevmezdi ya. Hemen akrabalarından bazılarını bulup, küçük bir çocuğu öteberi almaya gönderdi. Çocuk geç gelince peşinden gidip durumu anlamaya çalıştı. İşte ne olduysa o zaman oldu. Dost yüzlü düşmanlar sardı her yanını. Kurşunladılar azizimizi. Mülhidlerin yapamadığını başarmışlardı.

Ama ayet uyarıyordu katilleri: “Onlar müminleri bırakıp kâfirleri dost ediniyorlar. Acaba onların yanında şeref mi arıyorlar? Oysa şeref bütünüyle Allah’ındır.” (Nisa:139)

ŞEHİD VEYSİ GÜLMEZ

Azize..! Mülhid kurşunlarca şehid edilen azizlerden de bahsetmiştim. İslam düşmanlarının hayat alanımızı daralttıkları zamanları yaşıyorduk. Hatta çember çok daralınca kurbanlarımızı adıyorduk bir bir. Azize, Veysi, 1976 yılında Gercüş’ün Dereiçi köyünde dünyaya gelmişti. Sonra ailecek Batman’a gelerek, İpragaz Mahallesi’ne yerleştiler. Evin en küçük erkek çocuğuydu azizimiz.

Zeki ve ağırbaşlı biri olması nedeni ile gerek ailesi, gerekse yakınları tarafından çok sevilmişti. İlk etapta Pkk yanlısı bir çizgi yaşadı. Ama sonradan tanıştı hidayet güneşi ile. Mülhidler bir türlü bu durumu kabullenemediler. Veysi’ye birkaç kez saldırdılar.

Bu arada şehadet haberleri duyuluyordu dört bir yandan. Mülhid veya dost kurşunlar bir bir alıyorlardı bu azizleri bizden. Kırmızı toprağı açıp, kırmızı kanları ile hediye ediyorduk azizlerimizi Allah’a. Bu durum Veysi’de derin ve etkili izler bırakıyordu. Azize, o zamanlar şehid elbiseleri giyinirdi bu kutlu kervana katılmak için her bir aziz. Bir damat gibi hazırlanırdı şehid adayları. Veysi de aday olmaya azmetmişti. Şehadetinden hemen önce tıraş olup, yeni elbiseler giyen ve güzel kokular sürünen Veysi, 1993 yılının Ramazan ayının Kadir Gecesi’nde, evinin önünde camiye gitme hazırlığında iken, Pkk’nin açtığı çapraz ateş sonucu şehid edildi.

ŞEHİD MEHMET ŞERİF GÖK (10.06.1974-19.03.1992)

Azize…! Dost kurşunlara ithaf edeceğimiz bir azizimizdi Mehmet Şerif. Çünkü dost kurşunlara akletmiyor musunuz sorusunu sorduracak bir şehadet hikâyesidir bu. 1990’lı yılların o karanlık günleri başladığında mülhidler, GÖK ailesinin evlerini yakarak Newroz’u kutlama kararı almışlardı. Aile mütedeyyin insanlardı. Yani birilerine göre her türlü cezayı hak ediyorlardı. Aile için ambargo ve boykot günleri başlamıştı.

Dedim ya Azize, bu ambargo ve boykotlar az görülmüştü. Newroz’a iki gün kalmıştı. Tarihler 19.03.1992’yi gösterirken mülhidler evin bacalarından dökmek üzere bir benzin bidonu ile GÖK ailesinin damına çıkmışlardı. Newroz ateşi diye evi yakacaklardı ki, Mehmet Şerif ile damda karşı karşıya kaldılar. Mehmet Şerif adamın üzerine atladı. Fakat karşıdaki kişinin elinde güçlü silahlar vardı. Boğuşma başladı ve silah patladı. Mehmet Şerif bacağından vurulmuş ama adamın cesedi ve benzin bidonu damda kalmıştı. O Newroz gecesini bütün aileyi çoluk çocuk birlikte yakarak kutlamayı düşünenler, sabaha kadar otomatik silahlarla GÖK ailesinin evlerini taradılar. Ev halkı Allah’a sığınmış sadece tekbir getiriyorlardı. Onların yardımına gelecek başka hiç kimse de yoktu. Ama Allah yeterdi GÖK ailesi için. Bütün kurşun sesleri arasında evin genç kızının tekbir sesleri duyuluyordu komşularınca. O akşam benzin bidonu ile dama çıkan şahıs, evi yakamamıştı ama Mehmet Şerif’i göçürtmüşleri adn mekânlarına.

Azize..! Başını ağrıttığım farkındayım. Ama anlatabildiysem meramımı, meramdaş olmak dileği ile veda etmek içindi bu söylediklerim.
 

Bu haberler de ilginizi çekebilir