• DOLAR 32.528
  • EURO 34.97
  • ALTIN 2422.931
  • ...
Kendisi İçin İyi Bir Örnek İsteyene
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

Müslümanlar için “zaman” değeri çok büyük olan bir nimettir. Bunun en büyük göstergesi Kur’an ı Kerimin Asr Süresidir. Allah Asr süresinin ilk ayetinde “Asra andolsun ki” diye ferman buyurmuştur. Yani Allah asr (zamana) yemin ederek zamanın değerini bizlere bildirmiştir.
 

Tarih sayfalarına bakıldığında fertlerin ve milletlerin yücelmesinde zaman anlayışının büyük önemi görülecektir. Bu bakımdan, her müslüman, beşikle mezar arasında geçen zamanın kıymetini iyi bilmek ve ona göre hayatını düzenlemek zorundadır.Çünkü, geçen zamanı geriye çevirmek mümkün değildir. Kur’an-ı Kerim’de, zaman mefhumu çok çeşitli kelimelerle altı yüzü aşkın âyet-i kerimede zikredilmiştir. Bunlar içinde en çok kullanılanı, gün (yevm), saat ve vakit kelimeleridir. Gün kelimesinin çok kullanılışı, İslâm’ın günlük plana, günlük yaşayışa verdiği büyük önem sebebiyledir. Bundan da anlaşılmaktadır ki; dinin gayesi, insan hayatını zaman mefhumuyla doğru planlamaktır.
İslam dini bizim hayatımızın nasıl bir şekilde planlanmasını her ferde bırakmamış bilakis örnek bir model önümüze kurarak ondan faydalanmamızı istemiştir.
 

De ki; `Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki, Allah sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Hiç kuşkusuz Allah bağışlayıcı ve esirgeyicidir.’ ( Ali imran 31) buyurarak Allah sevgisi, ne laftan öteye geçmeyen bir iddia ne de insanın vicdanında kalan bir aşktan ibarettir. Bu sevgi, Allah’ın Resulüne bağlılık, O’nun gösterdiği yolda yürüme, O’nun yaşam biçimini gerçekleştirme ile ortaya konur. İman da söylenen sözler, coşan duygular, yerine getirilen sembolik ibadetler değildir. İman; ancak Allah’a ve Resulüne bağlılık, Peygamberin getirdiği Allah’ın buyruklarına göre hareket etmedir. İmam İbn-i Kesir, tefsirinde otuzbirinci ayetle ilgili olarak diyor ki: “Bu âyet-i kerime, Allah’ı sevdiğini iddia ettiği halde Muhammed’e tâbi olmayan herkese karşı kesin bir hükümdür. Böyle bir iddiası olan kişinin, tüm sözlerinde ve eylemlerinde Muhammedî yaşayışı ve O’nun tebliğ ettiği dini izlemediği sürece, bunun yalancı olduğuna hükmedilir. Nitekim Sahih (hadiste) sabit olduğuna göre Resulullah (salât ve selâm üzerine olsun) `Kim bizim emretmediğimiz bir işi yaparsa o iş reddedilmiştir’ buyurmuştur...”
 

Ve keza bu dinin öyle belirgin bir gerçeği vardır ki, bu gerçek olmadan ondan söz edilemez. Bu gerçek de, Allah’ın yasasına itaat etmek, Allah’ın Resulüne bağlanmak ve Kur’an’ın hükümlerine teslim olmak gerçeğidir. Bu, İslâm’ın getirdiği şekliyle Tevhid inancından kaynaklanan bir gerçektir. Bu da uluhiyette birlik inancıdır. İnsanların kendisine ibadet etmesi, emrine bağlılık göstermesi, yasasının onlar arasında uygulanması, kendisiyle muhakeme olunacakları ve hükmüne razı olacakları değer ve ölçüleri belirlemesi ancak bu yegâne uluhiyetin hakkıdır. Buradan da, insanın hayatında ve bütün ilişkilerinde hakimiyeti yalnız Allah a veren egemenlikte birlik bilinci ortaya çıkar. Nitekim, evrenin tüm işlerinin idaresinde hakimiyet yalnız ve yalnız Allah’ındır. İnsan da bu koca evrenin küçük bir parçasından başka bir şey değildir.1
Andolsun ki, Allah’ın elçisinde sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmaya inanan ve Allah’ı çok anan kimseler için en güzel bir örnek vardır. ( Ahzab 21 ) diyerek neden Hz. Muhammed(SAV)’e uymamız gerektiğini Kur’anın mucizevi hitabıyla biz aciz kullarına anlatıyor. Ondaki güzel örnekleri saymaya kalkarsak ne yazımız biter nede ondaki güzellikler. Geniş bilgi için siyer kitaplarına müracaat edilebilir.
 

Fakat biz Şehit Seyyid Kutub’un bu konu hakkında Fizilal i Kur’an ( Kuran’ın Gölgesinde)’ da yaptığı tefsire değinmeden geçemeyeceğiz. Seyyid; Peygamber efendimiz dehşetin ürkütücülüğüne, sıkıntının dayanılmaz boyutlarda olmasına rağmen Müslümanlar için kendilerini güvenlikte hissettikleri bir sığınak konumundaydı. Bu korkulu ortamda güven, ümit ve huzur kaynağıydı. Onun bu büyük olay esnasındaki tavrında toplumları ve davet hareketlerini yönetenlere yollarını gösterecek dersler vardır. Peygamber efendimiz Allah a ve ahiret günü ile buluşmayı uman, kendisi için iyi bir örnek isteyen, Allah ı sürekli hatırlayan ve O’nu unutmayan kimseler için en güzel bir örnektir.
 

1-FİZİLAL İ KUR’AN
 

Peygamber efendimiz Müslümanlarla birlikte hendek kazma işinde çalışıyor, kazma sallıyor, kürekle toprak atıyordu. Küfelere doldurulan toprağı hendeğin dışına taşıyordu. Bu çalışma esnasında şarkı söyleyenlere katılıyordu. Müslümanlar çalışırken yüksek sesle recez (Aruz vezninde bir şiir kalıbı.) bahrinden şiirler okuyorlardı. Peygamber Efendimiz de nakarat kısmında onlara katılıyordu. Meydana gelen olayların etkisi ile basit şarkılar mırıldanıyorlardı. Örneğin, ismi Cuayl olan bir Müslüman vardı. Peygamber Efendimiz adamın ismini beğenmemiş, ona `Ömer’ demişti. Hendek kazma işinde çalışanlar da bu olayı şu basit şiire konu etmişlerdi:
Onu Cuayl’den sonra Ömer diye isimlendirdi.
Bu gün zavallıya yardımcı oldu.
Bu şiiri okurken “Ömer” kelimesini tekrarlarken Peygamberimiz de tekrarlıyordu. Aynı şekilde “zehran” kelimesini söylerlerken Peygamberimiz de tekrarlıyordu.
 

Artık Müslümanların çalıştığı, Peygamber Efendimizin aralarında kazma salladığı, kürekle toprak attığı, toprağı küfeye doldurup taşıdığı, onlarla birlikte bu şiiri mırıldadığı bu atmosferi bugün tasavvur edebiliyoruz. Bu atmosferin müslüman ruhlara nasıl bir enerji sağladığını, içlerinde hoşnutluk, fedakarlık, güven ve onurluluk duygularını doğuranın nasıl bir kaynak olduğunu düşünebiliyoruz.
 

Zeyd b. Sabit hendek kazımı sırasında toprak taşıyanlar arasında bulunuyordu. Peygamber efendimiz onun için “Ne iyi çocuktur” demişti. Bir gün uyku ağır gelmiş, hendekte uyuya kalmıştı. Çok şiddetli bir soğuk ta vardı. Umare b. Hazm silahını almış, ama o bunun farkına varmamıştı. Uyanınca çok korkmuştu. Peygamber efendimiz “Ey uykucu, uyudun silahın gitti” demişti. Sonra da “Bu çocuğun silahından haberi olan var mı?” diye sormuştu. Umare “Ya Resulallah, silahı bendedir” demişti. Bunun üzerine Peygamber efendimiz “Silahını geri ver” demiş ve Müslümanların korkutulmasını, şaka olsun diye eşyalarının alınmasını yasaklamıştı.
 

Bu olay da, Müslüman saflarda yer alan büyük-küçük herkesin göz ve kalp uyanıklığını, ayrıca Peygamber efendimizin şakacı, tatlı, şefkatli ve yüce ruhunu tasvir ediyor: “Ey uykucu, uyudun silahın gitti”. Son olarak bu olay Müslümanların en ağır koşullarda, Peygamberlerinin koruyucu kanatları altında yaşadıkları o atmosferi de tasvir ediyor.
Sonra Peygamber efendimiz uzakta beliren büyük zaferi seyrediyordu. Kazma darbeleri ile kayalardan çıkan kıvılcımlardan bu zaferi gözleri ile görüyordu. Bunu Müslümanlara haber veriyor, içlerine güven aşılıyordu. Korkularını dindirip kesin haberlerle ruhlarını yatıştırıyordu.
 

Tarihçi İbn-i İshak Selman-ı Farisi’nin (r.a) şöyle dediğini anlatır: “Hendeğin bir tarafını kazmaya çalışıyordum. O sırada sert bir kaya çıktı karşıma. Peygamber efendimiz de bana yakın bir yerdeydi. Toprağı kazdığımı ama çok zorlandığımı görünce, inip kazmayı elimden aldı. Kayaya bir darbe indirdi. Kazmanın değdiği yerden bir kıvılcım parladı. Sonra bir daha vurdu. Yine bir kıvılcım çıktı. Sonra kayaya üçüncü bir darbe indirdi. Bu seferde kazmanın değdiği yerden kıvılcım çıktı. “Anam, babam sana feda olsun ya Resulallah, sen kayayı parçalarken kazmanın ağzından çıkan kıvılcımlar neydi?” dedim. “Yoksa sen onları gördün mü ya Selman?” diye buyurdu. “Evet” dedim. “Birinci kıvılcımda yüce Allah bana Yemeni sundu. İkinci kıvılcımda Şam ve Mağrib’i, üçüncüsünde ise doğuyu sundu” dedi.
 

Makrizi’nin “İmta’ul esma” adlı eserinde anlattığına göre, Peygamber Efendimizin bu dedikleri Hz. Ömer’in halifeliği döneminde ve Selman-ı Farisi’nin hayatta olduğu sırada gerçekleşmiştir.
Bu gün düşündüğümüzde, tehlike kapıya dayanmışken, her yandan korku çemberine alınan o kalpler üzerinde bu tür bir sözün ne büyük etki bıraktığını görür gibi oluyoruz.
 

Bu aydınlık tablolara düşman birlikleri hakkında bilgi toplamaktan dönen Huzeyfe’yi de eklememiz gerekir. Huzeyfe yolda çok üşümüştü. Peygamber Efendimiz de eşlerinden birine ait bir örtünün altında namaz kılıyordu. Ama Peygamberimiz namazında, Rabbi ile iletişim halindeyken, Huzeyfe’nin namazın sonuna kadar soğuktan titremesine gönlü razı olmuyor. Aksine tutuyor, ayaklarının arasında ona yer veriyor, ısınsın diye örtünün bir ucunu üzerine atıyor, sonra da namazına devam ediyor. Namazı bitirince, Huzeyfe edindiği bilgileri O’na anlatıyor. Peygamberimizin kalbinin önceden bildiği haberi müjdeliyor. Çünkü Peygamberimiz, düşman birliklerinin geri döndüklerini bildiği halde Huzeyfe’yi olup bitenleri görmesi için göndermişti.
 

Peygamber Efendimizin bu korkulu atmosferdeki cesaretine, dayanıklılığına, kararlılığına ilişkin haberler ise, hikayenin tümünde son derece belirgindirler. Bizim ayrıca bunları anlatmamıza gerek yoktur. Hepsi de bilinen ve yararlanılan şeylerdir. 2


2-FİZİLAL İ KUR’AN


İbni Ali / Amed – Yaş: 25
 

Bu haberler de ilginizi çekebilir