• DOLAR 32.388
  • EURO 35.067
  • ALTIN 2326.69
  • ...
Günümüz Gençlerine Tavsiyeler!
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

 “Size ne oluyor da, Allah yolunda ve ‘Ey Rabbimiz! Bizleri halkı zalim olan şu memleketten çıkar, katından bize bir sahip çıkan gönder, bize katından bir yardımcı ver’ diye yalvarıp duran zayıf ve zavallı erkekler, kadınlar ve çocukların uğrunda savaşmıyorsunuz?” (Nisa: 75)

Aşikâr olunduğu üzere günümüz dünyasında planlanan tüm entrikalar ve hain planlar, İslam ümmetinin varlığına yöneliktir. İslam coğrafyalarının her bir karışında sahneye konan sinsi oyunlar; ümmeti, özünden ve mukaddesata dair sahip olduğu tüm değerlerinden koparmayı, maddi ve manevi tüm kaynaklarını sömürmeyi ve sahte ilahlara kul yapmayı hedeflemektedir. Söz konusu amacın gerçekleşebilmesi uğruna Batı; sahip olduğu tüm imkânlarını seferber etmekle yetinmemiş, ümmet içerisindeki hain ruhluları da satın alarak, İslam kalesini içerden fethetmenin yollarını aramıştır. 

Neticede İslam topraklarının dört bir yanı talan edilerek “Rabbim Allah’tır” diyen milyonlar, hunharca katledilmiş ve ümmetin kaynakları kan emici müstekbirlerce sömürülmüştür. Geriye kendi değerlerine yabancılaştırılmış, sömürü ve zulümata boyun eğmek zorunda bırakılmış, tüm zenginliklerine el konularak yoksulluğa itilmiş mazlum ve mustaz’af halklar kalmıştır. Bunların içinde takatten kesilmiş ihtiyarlar, direnmeye güç yetiremeyen kadınlar, olan bitenden habersiz çocuklar ve çaresizce bekleyen zavallılar bulunmaktadır. 

Aslında bu tablo tarih boyunca hep olagelmiş, değişense sadece aktörler olmuştur. İnsanları karanlıklardan aydınlıklara çıkarmaları için gönderilen elçilerin ve davetçilerin karşılaştıkları manzaralar da bundan farksız değildir. Onların davetine ilk icabet edenlerin; çoğunlukla köleler, yoksullar ve bir şekilde zulmün çarkları arasında sıkışıp kalmış mustaz’aflardan müteşekkil olması da bu sebepledir. Bu mazlumlar, toplumlarının zalimleri tarafından ötekileştirilmiş ve tüm zenginlikleri sömürülmüştür. Hz. Nuh (aleyhisselam)’ı hatırlayınız. O’nun davetine icabet ederek etrafında pervane olan bir avuç zayıf mü’minin varlığı dahi zalim egemenlerce kabul görmemiş, hatta bu mazlum kitlenin varlığı onların ilahi davete yüz çevirmelerine sebep olmuştur.

“Kavminden ileri gelenler (Nuh’a) dediler ki: “Biz, seni bizim gibi bir insan olmaktan başka bir şey olarak göremiyoruz. Bizden sana uyanların da aşağı tabakadakilerden başkası olmadığını görüyoruz…”(Hud: 27)

Yine Mekke müşriklerinin Resulullah (sallallahu aleyhi vesellem)’e gelerek; zayıf Müslümanları, köle, kadın ve çocukları yanından göndermeleri teklifi de tıpkı Hz. Nuh (aleyhisselam)’a yapılan teklif gibidir. Bu sözlerin benzerleri diğer elçilere ve davetçilere de söylenmiştir. İşte tarih boyunca gönderilen tüm elçiler ve davetçiler, mazlum ve mustaz’af bırakılmış bu insanların kurtuluşu için; cahillikten medeniyete, yoksulluktan refaha ve esaretten özgürlüğe kavuşmaları için çabalayıp durmuştur. Musa (aleyhisselam), yeryüzünde ilahlık davası güderek halkından bir zümreye zulmeden, onların haklarını gasp eden, erkek çocuklarını boğazlayıp kız çocuklarını sağ bırakan Firavun’a karşı mücadele etmiş, İsrailoğullarını himayesi altına alarak onları bulundukları mazlumiyetten kurtarmıştır. Yine Arap cahiliyesinin en karanlık dönemini gelişiyle aydınlatan Resul-i Ekrem Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem), insan sınıfına dahi konulmayan kölelere, diri diri toprağa gömülen çocuklara, değersiz bir meta gibi kullanılıp atılan kadına ve toplumun tüm mazlum unsurlarına kol kanat germiş, onları zulümattan kurtarmak için gece gündüz demeden gayret göstermiştir. Hatta nübuvvet öncesinde dahi haksızlığa uğratılanların hakkını savunmak amacıyla kurulmuş Hilfu’l Fudul cemiyetine iştirak etmiştir.

Günümüz dünyasında ise zalimler; tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar pervasızca ve küstahça mazlum kanına susamış vaziyette İslam coğrafyaları üzerine üşüşmüş haldedir. Sömürü; mazlumların sadece bedeni üzerinden değil, kültürleri, inançları, insani ve ahlaki değerleri, yer altı ve yer üstü kaynaklarına yönelik olarak yapılmaktadır. Süregelen zulümata dur demek, ümmetin talan edilmiş topraklarında tevhid sancağını yeniden dalgalandırmak ve mustaz’af halkları maddi ve manevi esaretten kurtarabilmek için, ümmetin şuurlu gençlerinin yapması gereken ise kuşkusuz nebevi metodu uygulamaktır. Bu çerçevede her bir kardeşimizin yapması gereken elbette birçok şey bulunmaktadır. 

Yapılabilecekleri sıralamadan önce, mevcut durumun kısa bir analizini yapmak elzemdir: Ümmetin bir bütün olarak mustaz’af haline gelmesindeki en önemli etkenlerin başında, İslam’dan uzaklaşması gelmektedir. Ümmet, İslam’dan uzaklaştığı oranda zillete düştü, zillete düştüğü oranda da Batı’nın sunduğu zehirli şerbete susadı. Ancak yaklaşık bir asır kadar önce, ümmetin bu müzmin hastalığına karşı harekete geçen aziz önderlerimizin ve alimlerimizin verimli çalışmaları ve fedakârlıkları neticesinde ümmeti yeniden ayağa kaldıran (ihvan-ı müslimin gibi) birçok İslami hareketin temelleri atıldı. Bu hareketler; ümmeti şuurlandırma yolunda yoğun gayretler sarfetti ve Batı’nın hain emellerini büyük ölçüde boşa çıkardı. Ancak müstekbirler

İslam coğrafyalarındaki bu ihya hareketlerini sindirmek amacıyla ümmeti içerden bölme yolunda hamleler yaptılar. Bu amaçla özelde ümmeti ihya eden İslami hareketler arasına genelde ise bütün ümmet içerisine fitne ve nifak tohumları ektiler. Maalesef bu konuda öylesine başarılı oldular ki, bu başarının acı meyveleri tüm İslam topraklarında görülmektedir. Ümmetin her karış toprağına nifak tohumu ekildiğini ve Batı’nın tüm sinsi planlarını bu minvalde yürüttüğünü de göz önüne alarak, kardeşlerimizden bazı beklentilerimiz/isteklerimiz olacaktır. 

Evvela ümmet içerisinde adeta veba gibi yayılan bu sinsi hastalığın etki alanını genişletmeme adına her kardeşimiz son derece duyarlı davranmalıdır. Kardeşlerimiz; kat’i surette ihtilaflı meseleleri dillendirmemeli, ümmete fayda getirmeyecek konularla ilgilenmemelidir. İslami hareketler arasındaki vahdeti zedeleyecek tavırlardan en uzakta olmalıdır. Bilakis tüm zamanlarını, çaba ve gayretlerini ümmetin vahdetinin sağlanabilmesi yolunda harcamalıdır. İslami kimliğe sahip yapı ve oluşumların gerek hareket tarzları gerekse de fikri altyapıları hakkında menfi söz ve davranışlarda asla bulunmamalıdır. Müslümanların hatalarını görmezden gelerek, onları kucaklayıcı bir tutum içinde olmalıdır. 

Kardeşlerimiz, imkânları nisbetince İslam coğrafyalarında yaşanan olayları çok yönlü araştırmalı, müstekbirlerce oynanan oyunların perde arkasına iyi derecede vakıf olmalıdırlar. Akabinde etki alanında bulunan müslümanlara, zalimlerin zulümlerini ifşa etmeli, mustaz’af halkların mağduriyetlerini anlatmalıdır. Toplumu, ümmetin durumu hakkında şuurlandırmaya çalışmalıdır. Öğretmen, öğrenci, esnaf… Hangi meslek ve branşta olursa olsun; her kardeşimiz başta kendileri sünnete sımsıkı sarılıp, İslam ahlakı ile ahlaklanmalı, yaşantısıyla da tüm müslümanlara örnek olmalıdır. Kendilerinde İslam’ın izzeti ve nuru açıkça görülebilmelidir. Akabinde yaşamını idame ettirebilecek kadar günlük işleri dışında, tüm eforlarını etki alanındaki insanlara İslam’ı götürebilmek için sarfetmelidir. Yine bu çerçevede her kardeşimiz, en yakınından başlamak üzere, ulaşabildikleri, alakadar oldukları her müslümanın dertlerini dinlemeli, sıkıntılarına çözümler üretmeye çalışmalı, hatalarını görmezden gelmelidir. 

Son olarak kardeşlerimiz; ‘bir bedenin diğer azaları’ hükmünde olan ümmetin mustaz’af bırakılmış evlatlarının ve yağmalanmış topraklarının azadeliği için ve ümmetin vahdetinin yeniden sağlanması yolunda arş-ı alayı titretecek şekilde can-ı gönülden Rabbimize yakarmalıdır. Zira dua, gayretlerimizin hülasası ve en etkili silahımızdır…

Söz&Kalem Dergisi / Mart Ayı Baş Yazı

 

Bu haberler de ilginizi çekebilir