Hüda Par Halka Seçim Hürriyeti Tattırıyor
Seçmenin iradesine el konulan bir yerde, seçmen iradesinin parayla satın alındığı bir yerde temiz siyaseti tercih etmek, kirli siyasetin içinde olanları endişelendiriyor, öfkelendiriyor, saldırganlaştırıyor. HÜDA PAR, onlara rağmen siyaset yapıyor.
ABDULKADİR TURAN / ANALİZ
Bugüne kadar yörenin önemli bir kesimiyle siyaset arasında bir yabancılaşma vardı. Halk, kendini kendisi gibi olmayana oy vermek zorunda hissediyordu. Bunun için kimi zaman tercihini hiç zorlamıyordu. “Hepsi birbirine benziyor” deyip çoğunluk ne tarafa giderse veya dar bir kesim için çıkar nerede ise kendisi de oradaydı. Bu tablo karşısında baskıyla oy kullanmayı da çıkar için kullanmayı da meşru görebiliyordu.
Durum değişti. HÜDA PAR’la birlikte halk kendisinden bir siyasetle karşılaştı. Yöre insanı, “dürüst siyaset” karşısında baskıyı ve çıkar için oy kullanmayı sorguluyor. Tercihi konusunda vicdan azabı duyuyor. Bugüne kadar “Yok” dediği doğruyla karşılaşınca asla bulamayacağına inandığı bir değerini kaybeden birinin şaşkınlığı ile önce “Acaba” diyor, izah istiyor, güven istiyor. İkna olunca kendisini baskıya karşı hürriyeti; çıkara karşı değeri tercih etme zorunda hissediyor.
Şu an yöre halkı için sorumluluk hissetme ile ikna arasında doğrudan bir bağ vardır. İkna oldukça sorumluluğunun arttığını hissediyor. Kimi ikna olmak için görüşeceği birilerini ararken kimi ikna olmamak için adeta saklanıyor. Bu garip insan hâli, yöreye cezbedici bir seçim heyecanı kazandırmış. Halk, bu heyecanı fark etmiş ve neredeyse halkın tamamı “İyi ki HÜDA PAR var, keşke daha önce gelseydiniz?” diyor.
HÜDA PAR’ın seçime girmesi, bölgede Milli Selamet Partisi’nin kapanmasından bu yana aktif siyasete temkinli yaklaşmış, yaşı altmışı, yetmişi geçmiş yaşlıları bile yeniden siyasetin içine çekmiş. Onlar, kendilerini yeniden yarışın içinde görüyorlar, gençler kadar aktifler, belki gençlerden bile daha aktifler. Hiçbir gelişmenin dışında kalmıyorlar, her gelişmeyi bir masal akıcılığında aktarıyorlar, umut aşılıyorlar.
Burada önce İslamî siyasetin, sonra siyasetin kurumsallaşması yasaklandı. Siyasetin değerler üzerinden yürütülmesi engellendi. Siyaset, bir çıkar çekişmesi aracına dönüştürüldü. Siyaset, aşiret ve ailelerin üstünlük aracı haline getirildi. Burada İslamî siyaseti kurumsallaştırmak; siyaseti çıkar çekişmesi aracı olmaktan, aşiret ve ailelerin üstünlük aracı olmaktan çıkarmak zordur. HÜDA PAR, zoru başarıyor.
Seçmenin iradesine el konulan bir yerde, seçmen iradesinin parayla satın alındığı bir yerde “temiz siyaset”i tercih etmek, kirli siyasetin içinde olanları endişelendiriyor, öfkelendiriyor, saldırganlaştırıyor. HÜDA PAR, onlara rağmen siyaset yapıyor.
Siyaset, burada tek kanatlı: Neredeyse tamamen çıkar üzerine kurulu: Bir parti “kimlik” diyor ve “Madem ben kimlik diyorum, benim bütün düşük taraflarımı hoş görün” diyor. İnançsızlık, ahlaksızlık, yolsuzluk... Siyasette ne kadar istenmeyen varsa hepsinin kendi “kimlik” siyasetinden dolayı örtbas edilmesini talep ediyor.
Başka bir parti, kendisini Türkiye’nin dindar parti geleneğinin son temsilcisi görüyor. Ancak Anadolu’da kendi düşünce dünyasından aday belirlerken yörede kimi yerlerde aday belirlemede sadece “oy satın alma” gücüne bakıyor. Bir vilayette birden çok ilçede adayları, açık açık oy satın alıyor; halkın yoksulluğunu, halkın cahil bırakılmışlığını, halkın reyini satın almak için bir fırsata dönüştürüyor. Türkiye genelinde değerler üzerinden siyaset yapan bu parti, yörenin kimi yerleşimlerinde siyaset ahlakını ayaklar altına alıyor.
Diğer bir parti, haklı olarak Türkiye geneli hizmetlerini öne çıkarıyor. Ancak buna karşılık, yöredeki belediyelerinin başarısızlıklarının, mevcut adaylarındaki niteliksizliğin görülmemesini talep ediyor. Yerel seçimler, yerel yönetimleri belirlemek içindir. “Burada yerel yönetimleriniz başarısız, adaylarınız sadece bir politikacı” diyorsunuz, “Türkiye’ye şu hizmeti, bu hizmeti yaptık” diyorlar. “Madem Türkiye genelinde size hizmet ediyoruz, yerel yönetimde size hizmet etmeme hakkımız, sizinse bize oy verme zorunluluğu vardır” demeye getiriyorlar. Toplumun önemli bir kesimi bunu hiçbir şekilde kabul etmiyor.
1946 SEÇİMLERİNE BENZER BİR SEÇİM YAŞANIYOR
Burada bugüne kadar halk kendi tercihiyle oy kullanmış sayılmaz. PKK’ye kadar ağalar ve kimi ağalaşmış şeyh aileleri halkın oyuna ipotek koymuştu. Onlar ne derse halk onu demek zorundaydı. Ne yazık ki bugün bu ortam kısmen devam ediyor.
Öncelikle o ağaların ve şeyh ailelerinin bir kısmı BDP çatısı altında eski etkinliklerini sürdürüyor. Nitekim kimi köy ve kenar mahallelerde halka “Bu köy ve mahalleden bir tek muhalif oy çıkarsa onun sahibini köyümüzden kovarız” diyorlar. Bir kısmı buna karşılık BDP’li belediyelerden ihale almış, bir kısmı da belediye veya il encümenliği… PKK, kendi yayın organlarında “Bu tür yapılanmalar ilkeldir, çağdışıdır” diye yazarken BDP’li politikacılar seçim sahasında bu tehditlerden keyif alıyor, belki de bu tehditleri organize ediyor.
Mesele sadece BDP de değil, “Türkiye çok modern” diyenlere garip gelecek. Ama Şanlıurfa başta olmak üzere yörede (hâlâ eski feodal Avrupa misali) ağanın köyüne geçici olarak yerleşik köylüler var, toprak ağa üzerine tapulu; köylü ise işletmeci, kendi ekip biçiyor, ağayı da bir miktar faydalandırıyor veya faydalandırmıyor. Toprak bedelini daha çok seçimlerde ödüyor! Nitekim bu tür köylere giden HÜDA PAR heyetine “Size oy vermek istiyoruz. Ancak bunun bedeli ağır. Bize seçim yok. Oylarımız ağanındır. Ağa kime vermek isterse ona verir. Biz, sandık başına gitmiyoruz veya sadece usulen gidiyoruz. Bizde kimin oyu muhalif çıkarsa ağa onu köyden kovar” diyorlar.
Bununla birlikte PKK’nin doğrudan tehditleri var. Köylerin yanında, büyük şehirlerin köy tipi semtlerinde milisler, seçmenleri ev ev dolaşarak ya da aile büyükleri üzerinden açık açık tehdit ediyor. BDP dışında birine oy verecek olanların evlerinin yakılacağını söylüyor. Bu tehditlerin ne kadar sıradanlaştığını görmek için istihbarata gerek yok. Şehirlerin köy tipi semtlerinde üç beş kişiyle konuşmak yeterli. Önlem de alınmıyor. Seçmen, resmen tehdide açık tutuluyor.
Bu yönüyle burada henüz tam anlamıyla serbest seçim yok. Burada yer yer 1946 öncesi, yer yer 1946 seçimleri yaşanıyor.
1946 öncesinde “Aslında yapılan, seçimden ziyade iki dereceli bir onaylamadan ibaretti. İkinci seçmenler CHP üyesiydiler ve parti tüzüğü gereği parti üyelerine oy vermek zorundaydılar. Bağımsız olarak ikinci seçmenliğe ya da milletvekilliğine soyunanların şansı yoktu. CHP’li ikinci seçmenler, partinin olur verdiği “müstakil” milletvekili adaylarına oy verebiliyordu.” Benzer bir sistemi şu anda BDP, kendi içinde gerçekleştiriyor. Seçmeni sadece BDP içinden tercihe zorluyor.
Buna rağmen, halkın bir kesimi köyde, kasabada ama özellikle şehir merkezlerinde hürriyeti tatmak istiyor. Türkiye’nin ulusal basını, kitlelere seslenen televizyon kanalları ve gazeteleri “Bölgenin CHP’si ve çağdaşlığın temsilcisi” olarak gördükleri BDP’yi “bölge partisi, Kürt partisi” diyerek dayatmaya çalışıyor. Ama toplum bunu kabul etmiyor. “Bunlar, inançta, yaşam tarzında bana benzemiyorlar ki onlara oy vereyim” diyor ve kendi tercihini yapmak istiyor. Kimi zaman bunu gizli saklı yapıyor. Seksen yaşını geçmiş bir yaşlı bana “Ailem BDP’ye verecek, ben bugüne kadar AK Parti’ye gizlice veriyordum. Fitne çıksın istemiyordum.
Şimdi elbette HÜDA PAR’a oy vereceğim. Tercihim doğru değil mi?” diye sordu.
Yörede siyaset zemini belki en çok BDP açısından kaygan; BDP bugüne kadar ifade edilen yöntemler ve kimlik siyasetiyle kendisine oy vermeyecek kitlelerden oy aldı. O kitleler, bugün kendi tutumunu sorguluyor; BDP’den ayrılık sinyalleri veriyor ya da ayrılıyor. Bir yerleşim yerinde önemli bir BDP kitlesi, kendi partilerine “Bu siyasete devam ederseniz HÜDA PAR’a oy veririz” demiş. BDP, onları ikna (!) etmek durumunda kalmış. Ancak ikna (!) her zaman mümkün olmuyor. Şehir merkezlerine 1950 öncesini yaşatmak pek kolay değil. Nitekim ben Batman’da HÜDA PAR’ın seçim bürosunda iken yaşlı bir aile reisinin HÜDA PAR adayı Dr. Aydın Gök Beye “Ben, bugüne kadar ailemle birlikte onlara oy verdim. Bugün yanınızda olduğumuzu haber vermeye geldim. Ben, ailem ve akrabalarım hepimiz sizinle beraberiz” diyordu.
Doğan Avcıoğlu’na göre, 1950 öncesinde CHP halk için “jandarma dayağı, tahsildar baskısı ve fakirlik demekti”. Benzer bir durum bölgede BDP için de geçerli; halkın bir kesimi için BDP “tehdit, para toplamak ve yöreyi yoksulluğa terk etmek” demektir.
Baskının ters teptiği de oluyor. Mardin’de yaşlı bir seçmen “Ben, HÜDA PAR’ın adını ilk kez Lice olaylarında duydum. Sizi tanımıyorum. Dindar bir insanım. Size yapılan zulmü gördüm. Oyum HÜDA PAR’a dedim. Kimse beni kararımdan vazgeçiremez” diyor.
Yaşlı bir kadın da “Partinizi duydum ve kararımı verdim. Bugüne kadar da on kişiden oy sözü aldım. Hasta olmasam ev ev dolaşıp partinize oy toplayacağım.” Diyerek desteğini açıkça ifade ediyor.
Halkın bir kesimi için ise HÜDA PAR, seçimi tek taraflı olmaktan çıkaran büyük bir şans. “Bizimkiler iyice yoldan çıktılar.
Hiçbirimizi adam yerine koymuyorlar. HÜDA PAR, belki biraz onları düşündürür hatta durdurur. Tercihler çok olsun” kanaatinde.
Bu kanaatine açıkça da paylaşıyor.
HÜDA PAR’IN ADAYLARI SEVİLİYOR
“İnanç, kimlik, hizmet” diyerek çok yönlü bir siyaset içinde olan HÜDA PAR’ın adayları halk tarafından seviliyor. Halk, onların diğer partilerin adaylarıyla karşılaştırılmasını bile istemiyor. Birkaç seçmene “Bir karşılaştırma yapar mısınız?” dedim. Bana “Karşılaştırma yapmak bile ayıp” dediler. Bir tarafta “İnançsızlık, ahlaksızlık, çıkarcılık” ya da “Rüşvet, yolsuzluk” diğer tarafta “Tertemiz bir insan”…Hatta BDP’li biri “Bizimkilerde her tür kötülük var. HÜDA PAR adaylarında her tür üstünlük” dedi.
Ancak sevgi, her zaman oy vermeyi sağlamıyor. Sevgi, “Güven, projelere inanma, başaracağına inanma” gibi oy verme nedenlerinden sadece bir nedendir. Hatta kimi zaman seven, sevilenden ilgi ve izah görmeyince, sevdiğine tepki de duyabiliyor.
Sevginin desteğe dönüşmesi, ilgi ve izah gerektiriyor.
HÜDA PAR, bölge seçmenine bugüne kadar tanıklık etmediği bir ilgi gösteriyor. Ona seçim hürriyeti tattırıyor. Bununla birlikte kitle çok büyük, herkese ulaşmak kolay değil. Özellikle haber kaynaklarına uzak yaşlılar sürekli izah istiyor. Onlardan biri “Geçen gün seçim bürosu açılışlarını gördüm. Görünüşleri de konuşmaları da tam bana göreydi. Oyumu onlara vermeye karar verdim” derken başka biri “Oyumu HÜDA PAR’a vermek istiyorum. Ama henüz o partiden kimseyi tanımıyorum. Bana bu partiyi anlatır mısın?” dedi. İzah karşısında kararım doğrudur. “Akrabalarım bana kızacaklar. Ama ben daha önce de onlara uymadım.
Perde arkasına geçince HÜDA PAR’a oy vereceğim” karşılığını verdi.
Kitle tutumu, izahtan bile önemli. Geleneksel anlayış içinde halk bir tercihte yalnız kalınca o tercihe en zıt tutumu takınmayı bile meşru görüyor. “Gönlüm burada. Ama ben yalnızım. Tek başıma ne yapabilirim ki” diyor ve tam zıt bir tercih ifade edebiliyor. “Böyle olur mu hiç?” diye onu çelişkisinin farkına vardırmak istediğinizde bir daha aynı cevabı alıyorsunuz: “ Ama ben yalnızım” diyor.
Bu, en çok Batman’ın şehir kesiminde aşılmış. Batman’ın kenar mahalleleri belki baskının en çok doruğa çıktığı yerleşim yerleridir. Şehirleşmiş kesimi de belki en çok “HÜDA PAR güçlü. Onu tercih etmekte yalnız değilim” kanaatinin oluştuğu yerleşim yeridir. Çok değişik kesimlerinden kişiler “Bu sefer HÜDA PAR” diyor. Tercih nedenleri de farklı. Dindar olmayan ve bugüne kadar tercihini BDP’den yana koyan bir müteahhit “Bugüne kadar her işimiz rüşvetle döndü. Diğerlerinden kim gelirse ben ona rüşvet vermek zorunda kalacağım. Rüşvet vermeyecek birini arıyorum. O da sadece HÜDA PAR adayıdır. Ona oy vereceğim” diyor.
30 Mart’ta herhalde en çok tepki çekenler, halkı anketlerle aldatmaya çalışanlar olacak…