• DOLAR 32.559
  • EURO 34.887
  • ALTIN 2429.829
  • ...
Tanklarla Gelen Nizam(SIZLIK)
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

M.Müfit Yaray / Doğruhaber / Haber - Yorum

Darbe, mevcut olan sivil yönetime silah zoruyla müdahale etmektir. Ya da kimilerinin dediği gibi tanklarla demokrasiye balans ayarı yapmaktır!. Darbeyi yapanlara göre bu müdahaleler, tanklarla nizam getirmek yani bozulan nizamı tanklarla tekrar tesis etmektir!.

Askeri kuvvetlerin, iç güvenliğin tehdit altında olduğunu ileri sürerek mevcut Hükümetleri istifaya zorlamaları veya fiili silah kullanarak iktidardan uzaklaştırmasına veya bazı yasaların geçmesini engellemek ya da faydalı gördükleri bazı yasaları geçirmeye zorlamak için yaptıkları müdahalelere askeri Müdahale deniliyor. Bu darbe ve muhtıralar bazen 12 Eylül Darbesi gibi tamamıyla emir komuta zinciri içinde gerçekleştirilmiş bazen de 27 Mayıs Darbesi gibi emir komuta zinciri dışında sadece bir grup subay tarafından planlanmış ve uygulamaya konulmuştur. Bu geniş manasıyla bakıldığında Türkiye ve Ortadoğu yakın tarihi maalesef darbeler tarihidir. Bu açıdan Türkiye için bir değerlendirme yaparsak neredeyse her 10 yılda bir darbe veya askeri müdahale yapmak adeta bir adet haline gelmiştir.

Türkiye cumhuriyeti 1923’ te kuruldu ve 1950’ye kadar tam 27 sene asker kökenli bir hükümet ve tek parti ile yönetildi. 1950 yılında ilk demokratik seçimlerle çok partili hayata geçiş yaptı. Halk büyük bir çoğunlukla temsilcisi olarak gördükleri Menderes ve ekibini iktidar yaptı.

İşte tam da bundan sonra Türkiye’de darbe ve muhtıralar tarihi başladı.Çünkü başta iktidarı sandıkta kazanamayacaklarını bilen CHP zihniyeti olmak üzere birçok kişi bu noktada bütün umutlarını askere bağlıyor ve alttan alta askeri bu iş için teşvik ediyorlardı. Bundan sonra Silahlı kuvvetler 1960 ve 1980 yıllarında iki kez tam darbe yapmak suretiyle yönetime el koymuş, 1971 ve 1997 yıllarında ise hükümeti istifaya zorlayarak askeri müdahalede bulunmuştur.

Bu gün 28 Şubat 1997 gizli darbesinin yıl dönümü olması sebebiyle bu olayı biraz analiz etmeye çalışacağız.
28 Şubat 1997`de yapılan Milli Güvenlik Kurulu toplantısı sonucu açıklanan kararlarla başlayan ve irticaya karşı olduğu söylenen ordu ve orduyla kol kola olan bürokrasinin beraber yürüttüğü 28 Şubat sürecinde ne oldu neler yaşandı, hafızalarımızı biraz canlandıracağız.

 

Refah Partisi 1995 Genel Seçimlerinde birinci parti oldu. Refah Partisi ile ikinci parti olan DYP arasında kurulan 54. Hükümet (Refahyol hükümeti), 8 Temmuz 1996`da TBMM`de yapılan oylamada güvenoyu alarak göreve başladı.
Ancak karşı cenah hiçbir zaman Refah ve Erbakan’ın iktidara gelmesini hazmedemedi ve yanlarına medyayı da alarak anında hile ve entrikalarla hükümeti yıpratacak linç kampanyalarına başladılar. Her gün tv’lerde baş rollerde Fadime Şahin, Ali Kalkancı ve diğerlerinin olduğu tezgahlar adeta bir dizi film gibi ekranlara geliyordu. Bu arada Başbakan Erbakan’ın attığı her adım, yaptığı her faaliyet hatta yurt dışı gezileri bile irticanın malzemesi yapılıyordu. Örneğin Erbakan’ın İran ve Libya gezileri ile başbakanlık konutunda âlim ve kanaat önderlerine verdiği iftar yemekleri.

Ortalık birden bire toz duman haline getirildi, Hükümet çalışamaz duruma sokuldu ve nihayet 28 Şubat 1997’de MGK toplandı. MGK toplantısı 9 saat sürdü. MGK laikliğin Türkiye`de demokrasi ve hukukun teminatı olduğunu sert bir şekilde vurguladı. 28 Şubat 1997`deki MGK kararları hükümete bildirildi. Kararda, laiklik için yasaların uygulanması istendi, tarikatlara bağlı okullar denetlenmeli ve MEB`e devredilmeli, 8 yıllık kesintisiz eğitime geçilmeli, Kuran Kursları denetlenmeli, Tevhidi Tedrisat uygulanmalı, tarikatlar kapatılmalı, irtica nedeniyle ordudan atılanları savunan ve orduyu din düşmanıymış gibi gösteren medya kontrol altına alınmalı, kıyafet kanununa riayet edilmeli, kurban derileri derneklere verilmemeli, Atatürk aleyhindeki eylemler cezalandırılmalı, deniliyordu.

Erbakan bir müddet bu kararlara direndi ve 4 Mart`ta MGK kararları yumuşatılmazsa imzalamayacağını söyledi ve imzalamadı.

13 Mart`ta Başbakan Necmettin Erbakan, darbe yandaşı medya tarafından MGK kararlarını ``imzaladı`` şeklinde sunuldu. Ancak 2013`te başlatılan ``28 Şubat Post Modern Askeri Darbesi Davası`` soruşturmasında Erbakan`ın kararları imzalamadığı MGK tutanakları incelenerek teyit edildi.

21 Mayıs`ta Yargıtay Başsavcısı Vural Savaş, ‘‘Ülkeyi iç savaşa sürüklediğini’’ söyleyerek, RP`nin kapatılması için dava açtı. 10 Haziran`da Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay başkan ve üyeleri Genelkurmay Başkanlığı`na çağrılarak kendilerine irtica konusunda brifing verildi.

18 Haziran`da Necmettin Erbakan başbakanlıktan istifa etti. İstifasının nedeninin başbakanlığı Tansu Çiller`e devretmek olduğunu belirtti.

19 Haziran`da Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel baştan beri bu koplonun bir parçası olduğunu ispatlarcasına hükümet kurma görevini o sırada arkasında TBMM çoğunluğu olan DYP lideri Tansu Çiller`e değil de ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz`a verdi.

30 Haziran`da Mesut Yılmaz, Bülent Ecevit ve Hüsamettin Cindoruk`la birlikte ANASOL-D Hükümeti`ni kurdu.

Böylece operasyon onlara göre tamamlanmış oldu.

Hiç şüphesiz Türkiye siyasi tarihine kara bir sayıfa olarak geçen 28 Şubat döneminde asker zoru ile hayata geçirilen kararlar ve bu kararların uygulanması sırasında yapılan baskılar,Türkiye`de siyasi, idari, hukuki ve toplumsal alanlarda bir çok değişmelerin yaşanmasına yol açmıştır.

Özelikle bu süreçte başta üniversiteler olmak üzere bütün kamu kuruluşlarında ve bir çok özel sektör de başlatılan cadı-dindar avı sayısı hala tam olarak tesbit edilemeyen birçok mağduriyetlerin yaşanmasına sebep olmuştur.
Yine bu olaylar dindar insanların mevcut siyasilerin askerle beraber hareket etmesinden dolayı onlardan nefret etmelerine ve kurulan ilk sandıkta onları siyasi arenadan silmesine ve sürecin bir mağduru olarak gördükleri Erdoğan ve AKP’yi benzeri az görülen bir destekle tek başına iktidara taşımasına neden olmuştur. Olaya bu açıdan bakan Can Dündar bu nedenle 28 Şubat 1997’yi AKP’nin doğum tarihi olarak değerlendirmektedir.

Hiç şüphesiz AK Parti’nin iktidara gelişinin ardında başta yukarıda bahsettiğimiz süreç ve inançlı kesime yapılanlar olmak üzere ekonomik, siyasal, toplumsal pek çok neden vardır. Can Dündar’ın bu yorumuna katılmak da pekâlâ mümkün olabilir. Ancak Can Dündar açısından önemli olan 28 Şubat 1997 den tam 16 yıl sonra 28 Şubat 2013 yılında yaptığı yorum ve değerlendirmeler değil, Can Dündar ve bağlı bulunduğu medya kuruluşlarının 28 Şubat 1997 yılındaki konumları ve bu süreçte askeri müdahaleye karşı aldıkları tavırlardır. Öyle zan ediyorum ki birçok basın kuruluşunun bu noktada temiz olmadığını ve adeta askeri vesayet yönetimi ile beraber hareket ettiğini bilmeyen yoktur.

2007 yılından sonra Türkiye’de bir ilk yaşandı ve ilk defa Türk Silahlı Kuvvetleri`nin bazı muvazzaf ve emekli mensubları, darbe planı ve ülkeyi kontrol atına almak amaçlı kaos planlarına ilişkin yargılandılar ve ve bu çeçevede aralarında eski genelkurmay başkanı İlker Başbuğun da olduğu 200`den fazla TSK mensubu tutuklanmıştır. Bu da yürekten inandığımız adl-i ilahinin er yada geç tecelli ettiğini gösteren en büyük delildir.

Halkımıza birçok gereksiz mağduriyetler yaşatan, ardında birçok gözyaşı ve kırık kalpler bırakan, tanklarla kurulmak istenen 28 Şubat Nizam(sızlığı)’nı kınıyor ve Allah’tan bizlere bir daha bu tür hukuksuzlukları yaşatmak isteyenlere fırsat vermemesini diliyorum.

Selam ve dua ile Allah’a emanet olun.

 

 

Bu haberler de ilginizi çekebilir