• DOLAR 32.51
  • EURO 34.783
  • ALTIN 2499.528
  • ...
Emeviler gibi iktidara geldi Raşid Halifeler gibi yönetti
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

ABDULKADİR TURAN / ANALİZ

Aksi görüşler bulunsa da İslam’da iyi bir süreçten kötü bir sürece geçiş, düz bir çizgi halinde değildir. Toplumlar iyi bir süreçle kötü bir süreç arasında gelgitler yaşar. İyiliğin ardından kötülük, kötülüğün ardından iyilik gelir. Çok kötü dönemlerin arasında düzelmenin yaşandığı günler, iyi dönemlerin arasında kötülüğün doruğa çıktığı günler yaşanır.

Asr-ı Saadet’in ardından gelen Emevi Dönemi’nde, idare bozuldu; iman bağına karşı soy bağı, Kur’an-ı Kerim’e karşı şiir ve yaldızlı sözler, İlahi rızaya karşı maddi çıkar, halkı nasihatle iknaya karşı zulüm, istişareye karşı bireysel karar ve taht ailesi içi danışma öne çıktı.

Kendilerini fitneden uzak tutan mücahitlerin gayretleri sayesinde İslam orduları fetihler gerçekleştiriyor, ama İslam şehirlerinde Müslümanlar Rasulullah’ın (S.A.V.) yolundan uzaklaşıyor; devletin cizye gelirleri azalacak diye, fethedilen yurtların halkının Müslüman olmasının önüne engeller konuyordu. Müslüman olanlardan cizye alınmaya devam ediliyor ve onlar, İslam’la şereflendikleri halde Müslüman Arap kardeşleriyle aynı haklara sahip olamıyor, “Mevali” olarak ikinci sınıf insan muamelesi ile yüz yüze bırakılıyordu.

Sahabe ve tabiinlerden bu düzene karşı çıkanlar katledildikleri gibi Emevi ailesinin içinden yapılan itirazlar da daha hayat bulmadan bastırılıyor, düzen kendi mecrasında devam ediyordu.

BİR İHYA ÖNDERİ OLARAK ÖMER BİN ABDÜLAZİZ

Ömer bin Abdülaziz, bir Emevi ailesi mensubudur; Abdülaziz bin Mervan’ın oğludur. Ancak anne yönünden Hz. Ömer’in (ra) torunudur, annesi Hz. Ömer’in oğlu Âsım’ın kızı Leyla Hanımdır; yetişme tarzı Emevi ailesi mensuplarından farklıdır.

O diğer Emevi prensleri gibi yetişmedi, onların hâli üzerine büyümedi, zamanını onlar gibi eğlence ile değil, ilimle geçirdi, onu Ehl-i Beyt’e düşman olanlar değil, Ehl-i Beyt’i sevenler yetiştirdi.

“Naim b. Hammad, Ebu Kubeyl’in şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Ömer b. Abdülaziz, küçük bir çocuk iken ağladı. Annesi “Niçin ağlıyorsun?” diye sordu. Ömer : “Ölümü hatırlamaktan dolayı ağlıyorum” diye cevap verdi. Bunun üzerine annesi de ağlamaya başladı.”

Dahhak b. Osman el-Huzamî dedi ki: Babası, Ömer b. Abdülaziz’i, terbiye edilmesi için Salih b. Keysan’ın yanına bıraktı. Babası hacca gittiğinde Medine’de ona uğradı ve Salih’e Ömer’in durumunu sordu. Salih, : “Bu çocuk kadar kalbinde

Allah’ın büyük yer tuttuğu başka bir kimsenin bulunduğundan haberim yoktur” dedi.

Yakub b. Süfyan’dan rivayet olunduğuna göre bir gün Ömer b. Abdülaziz, cemaatle namaza yetişemedi. Salih b. Keysan, ona niçin geciktiğini sorunca: “Saçımı tarayan, saçımı düzeltiyordu, onun için geciktim” diye cevap verdi. Salih de ona: “Saç tarama işini namazdan önceye mi aldın?” diyerek çıkıştı ve bu durumu Mısır’da bulunan babası Abdülaziz’e bir mektupla bildirdi. Babası da ona bir haberci göndererek saçını tamamen tıraş etmedikçe kendisiyle konuşmayacağını bildirdi.
Ömer b. Abdülaziz, Ubeydullah b. Abdullah’a gider, onun nasihatlerini dinlerdi. Ubeydullah, Ömer’in Hz. Ali aleyhinde konuştuğunu duymuştu. Ömer, onun yanına geldiğinde Ubeydullah yüz çevirip namaza durdu. Ömer, oturup onu bekledi, selam verince Ömer’e öfkeyle dönüp baktı ve şöyle dedi: “Cenâb-ı Allah’ın kendilerinden hoşnut olduktan sonra, Bedir ehline kızmış olduğunu ne zaman duydun sen?” Ömer b. Abdülaziz onun ne demek istediğini anladı ve: “Bu suçumdan ötürü önce Allah’tan, sonra da senden özür diliyorum. Vallahi artık Hz. Ali aleyhinde konuşmayacağım.” dedi. Gerçekten de Ömer b. Abdülaziz’in, daha sonra Hz. Ali aleyhinde konuştuğu duyulmadı. Ne zaman bahsederse mutlaka hayırla onu yad ederdi. Şam’da Emevilerin önünü çektiği Hz. Ali’ye sövme âdetine bizzat kendisi son verdi, halkı o günaha ortak olmaktan kurtardı.

İslam’da ihya hareketleri, hep sivil âlimlerle ilişkilendirilir. İhyanın genellikle sivil âlimlerin eliyle gerçekleştiği doğrudur. Ancak devlet adamları arasında da ihya önderleri vardır. İhya, bir reform değil, bir diriliştir; bir yenilik değil, bir yenilenmedir, tecdittir, bir öze dönüştür. İhya hareketlerinin ortak özelliği, Asr-ı Saadet’in öğrenilmesi, öğretilmesi ve günün koşulları içinde yeniden yaşanmak istenmesidir. Bu istek, bütün ihya hareketlerini hadis öğrenmeye ve öğretmeye yöneltmiş,

Müslümanlar hadis üzerinden Hz. Resulullah’ın sohbetine ortak edilmiştir.

Bir ihya önderi olarak Ömer bin Abdülaziz, halka şöyle sesleniyordu:

“Ey İnsanlar! Doğrusu Kur’an’dan sonra artık başka bir kitap, Muhammed (S.A.V.)’den sonra da başka bir peygamber gelmeyecektir. Ben, hüküm veren değilim, verilmiş hükümleri infaz edenim. Ben kendiliğinden uydurukça şeyler çıkaracak değilim, benden öncekilerin yolundan gideceğim. Zalim devlet başkanından korkup kaçan kişi, zalim değildir. Dikkat edin, asi olan, zalim devlet başkanıdır. Dikkat edin, aziz ve celil olan Yaratıcıya isyan olan yerde yaratılana itaat olmaz.”

Kendisi, çok sayıda hadis ezberlemişti, âlimler ondan hadis rivayet ediyorlardı. Ancak o bununla yetinmedi. Onun en büyük hizmetlerinden biri hadisleri toplama çalışmasıdır. Yönetimi sırasında hadislerin derlenip toplanması emrini verdi; valilerin hadis derleme konusunda muhaddislere yardımcı olmasını istedi. Bazı kaynaklara göre çöl ehline bile hadis öğretmek maksadıyla görevliler tayin etti.

Ömer bin Abdülaziz’in iktidara geliş biçimi, bir Emevi mensubunun iktidara geliş biçimine benziyor. Ancak bu, onun yönetim tarzının Emevi ailesinin yönetim tarzına benzemesine yol açmadı. Ömer, iktidarda onların mirasçısı olsa da iktidar tarzında; Hülefa-i Raşidin’e mirasçı oldu.

Ömer bin Abdülaziz, Reca b. Hayve’nin önerisi üzerine Süleyman b. Abdülmelik tarafından veliaht tayin edildi ve Süleyman’ın ölümünden sonra yönetime geçti. Ancak, kendisinden önceki Emevi yöneticilerinin yolundan gitmedi. Dedesi Hz. Ömer (ra)in yolunu tuttu. Bunun için, meliklerden değil, Hülefa-i Raşidin’den sayıldı ve tarihe “Ömer-i Sani” yani 2. Ömer olarak geçti.

ÖMER BİN ABDÜLAZİZ DÜZENİ DEĞİŞTİRDİ

1. Halkın biatına önem verdi. Veliaht tayin edildiği haber verilip Şam halkı kendisine biat edince halka “Ey insanlar!

Çevrenizdeki şehirler ve kasabalar sizin gibi itaat ederlerse idarenizi yürütürüm. İtaat etmezlerse idarenizi yürütmem” dedi.

Daha ilk hutbesinde Allah’a hamd-ü senada bulunduktan sonra:

“Ey İnsanlar! Bize arkadaşlık edecek olanlar, şu beş şarta uyarlarsa arkadaşlık etsinler. Yoksa bizden ayrılıp gitsinler:

1- İhtiyacını bize arz edemeyenlerin ihtiyaçlarını gelip bize arz etsinler.

2- Hayır ve iyilik hususunda olanca gayretleriyle bize yardımcı olsunlar.

3- Bizim göremediğimiz hayır ve iyilikleri bize göstersinler.

4- Kimsenin gıybetini yanımızda yapmasınlar.

5- Kendilerini ilgilendirmeyen şeylere burunlarını sokmasınlar” emrini verdi. Bu hutbesinden sonra şairler ve hatipler, onun yanından ayrıldılar. Fakihler ve zahidler onun yanında sebat ettiler.

2. Tekadamlık veya aile içi danışmaya dayalı yönetime son verdi, işlerini istişare ile yürüttü: Daha Medine valisi iken muhaddislerden oluşan on kişilik bir danışma meclisi kurdu, işlerini onlara danıştı. İstişare heyetinde Urve b. Zübeyr, Ebu Bekir b. Süleyman, Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe b. Mes’ûd, Ebu Bekir b. Abdurrahman b. Haris, Süleyman b. Yesâr, Hârice b. Zeyd b. Sabit gibi şahsiyetler vardı. Onlara kendisini bilgilendirme ve uyarma görevi vermişti.

O halktan sadece hak üzere bir itaat istiyordu. Bir hutbesinde “Ben, herhangi birinizden daha hayırlı değilim, aksine ben aranızda yükü en ağır olan kişiyim. Dikkat edin, Allah’a isyan olan yerde yaratığa itaat yoktur. Dikkat edin, ben size bunları işittirdim mi?” dedi.

Zalime itaat konusunda uydurulan hükümleri lağvetti, Allah ve Resul’ünün dilediği itaat anlayışını uyguladı. “Zalim devlet başkanından korkup kaçan kişi, zalim değildir. Dikkat edin, asi olan, zalim devlet başkanıdır. Dikkat edin, aziz ve celil olan Yaratıcıya isyan olan yerde yaratılana itaat olmaz” sözleri topluma Emevi yönetimini sorgulama cesareti verdi. Bunun için Emevi yönetiminin yıkılış sürecini onun iktidara gelişi ile başlatmak mümkündür.

3. Şatafata son verdi: Kendisine halifelik haberini getirenlerin getirdikleri bineklere binmeyi reddetti, Şam’a kendi bineğiyle geldi; Şam’a vardığında da saraya yerleşmedi, kendi evi hazırlanıncaya kadar babasının evinde kaldı.

4. İtaat ettirmede zoru değil, iknayı seçti: Hariciler, o dönemin en önemli problemlerindendiler. Onlarla yönetim arasında sürekli savaş vardı. Haricilerin büyüğü Bestam’a haber göndererek: “Seni bana karşı isyana sürükleyen şey nedir? Eğer Allah rızası için gazaplanmış isen, bunu senden önce ben yapmalıyım ve sen benden daha iyi değilsin, gel, seninle tartışalım. Eğer hakkı bizim yanımızda bulursan, hakka tabi olursun. Eğer sen hakkı bize gösterirsen bakarız, gereğini yaparız” mesajını iletti.

5. Rüşvetçiliğe son verdi: Bir yakını, ona bir elma hediye etmişti. Elmayı kokladıktan sonra getiren adama verip onu tekrar sahibine iade etti. Elmayı sahibine götüren görevliye de: Ona de ki: “Elma yerini buldu.” dedi. Görevli, ona : “Rasulullah (S.A.V.), hediye kabul ederdi, elmayı gönderen bu adam da senin yakınındır” deyince Ömer, : “Rasulullah’a verilenler hediye idi. Bize verilenler rüşvettir” dedi.

Müslümanların mallarına zor ve hileyle el koyan valilerini görevden aldı, ellerindeki mallara el koydu ve onları hapsettirdi.

6. Hesap vereceğinin farkındaydı. Keyfi işlemlere son verdi: Daha Medine valisi iken Arefe’de kendisine tabi olan halkın çokluğunu gören Halife Süleyman bin Abdülmelik’e şöyle dedi: “Bunlar, bugün senin yönetimin altındaki halkındırlar, yarın ise bunlardan ötürü sana hesap sorulacaktır.”

Halife iken valisine , “Sakın haktan başkasına meyleden bir kimse olma. Yaptığın gizli işlerden hiçbiri, Allah’a gizli kalmaz. Allah yolundan başka yola sapma. Doğrusu, Allah’a karşı yine Allah’tan başka bir sığınılacak makam yoktur.” diyordu.
Reca b. Hayve dedi ki: “Bir gece onun yanında kaldım. Kandilinin yağı tükendi. ‘Ey mü’minlerin emiri, şu köleyi uyandıralım da kandile yağ koysun.’ dedim. Ömer; ‘Hayır, bırak uyusun, ben ona iki iş yaptırmak istemiyorum.’ dedi. Ben de: ‘Öyleyse ben kalkıp kandile yağ koyayım.’ dedim. Ömer; ‘Hayır, misafiri çalıştırmak mürüvvetten sayılmaz.’ dedi. Sonra kendisi kalkıp kandile yağ koydu. Sonra gelip şöyle dedi: ‘Ben kalkıp çalıştım, yine Ömer b. Abdülaziz’im. Gelip oturdum, yine Ömer b. Abdülaziz’im.”

Valilerinden Cerrah, İslâm’a girenlere: “Sizler cizye vermekten kurtulmak için İslâm’a giriyorsunuz.” diyordu, Müslüman olsalar da onlardan cizye almaya devam ediyordu. Bu zulüm karşısında gayrimüslimler eski dinlerinde kalıyorlardı. Durumu öğrenen Ömer b. Abdülaziz, Cerrah’a bir mektup yolladı: “Cenâb-ı Allah, Muhammed (S.A.V.)’i vergi ve cizye toplayan biri olarak değil, aksine davetçi biri olarak gönderdi.” dedi ve onu görevinden azletti.

“Tuhaf olan, Allah’ı tanıdığı halde O’na isyan edendir. Şeytanı tanıdığı halde ona itaat edendir, dünyayı tanıdığı halde ona yönelendir” diyen Ömer bin Abdülaziz; iyiliği emrediyor, kötülükten alıkoyuyordu.

Nihayet o, Hicretin 101. yılında, Hama ile Halep arasında Hanasıra kasabasında Deyri Sem’an’da iken cuma günü (başka bir rivayete göre ise çarşamba günü) Receb ayının bitimine beş gün kala (Miladi 10 Şubat 720’de) vefat etti. Vefat ederken otuz dokuz yaşındaydı. Kırk yaşını aştığı da söylenir. İki yıl beş ay dört gün halifelik yapmıştır. Hilafeti kendilerinden başkalarına vermesinden korkan Emevilerce zehirlenme ihtimalinden söz edilir. Adil bir devlet başkanı, takvalı, dindar ve insaflı bir hükümdardı. Allah yolunda yaptığı işlerden ötürü hiç kimsenin kınamasına aldırış etmezdi. Allah, ona ve bütün ihya önderlerine rahmet etsin.

NOT: Bu makaledeki tarihi bilgiler İbn-i Kesir’in “El Bidaye ve Nihaye” adlı İslam Tarihinden alınmıştır.
 

Bu haberler de ilginizi çekebilir