Ataleti Biz mi Aşılıyoruz?
Çocuğun iyiliği olduğu sanılarak onu hareketsiz bırakmak, tabiri caizse çocuğa köşe yastığı muamelesi yapmak; annelerin sıklıkla yaptığı bir hatadır. Yaşı elverdiği halde kendi suyunu almasına bile izin verilmemesi, yemek yiyebilecek yaşta iken üstünü kirletir düşüncesiyle annenin çocuğa yemek yedirmesi gibi yanlış davranışlar çocuğu tembelleştirir.
Reyhan Çelebi / Nisanur Dergisi
Atalet öyle bir hastalıktır ki, kişiyi isteksizlikten esarete sürükler. Üstad Bediüzzaman, atalet hastalığının ehemmiyetine dikkat çekerek “zindan-ı atalet” olarak adlandırır.
Peki, dış etkenlerden ziyade, kendi üzerimizdeki ataleti çoğu zaman kendi ellerimizle destekleyerek hastalık haline getirdiğimizi hiç düşündük mü?
Maalesef karakterimiz üzerinde en etkin rolü oynadığımızdan, bazı olumsuz davranışları hastalık haline getirebiliyoruz. Türlü bahanelerle sonralara ertelediğimiz işlerimiz, “aslında yapmam gerektiğini biliyorum; fakat…” demelerimiz ataletimizdendir. Sadece kendi üzerimizde değil, çocuklarımız üzerinde de aynı derecede etkin bir rolümüz var. Küçüklüğünü bahane ederek çocuğun hareket alanını kısıtlamakla başladığımız bu hastalık, çocuğun yaşının ilerlemesiyle çocukta bir davranış, bir özellik haline gelmektedir.
“Teknoloji çağı” olarak kabul edilen içinde bulunduğumuz bu asırda, atalet hastalığının hayli yaygın olduğu bir hakikattir. Teknolojinin hayatı kolaylaştıran çözümler üretmesi, insanların özellikle de kadınların atalet pençesine düşmelerine sebebiyet vermektedir.
Kadın için kolaylık olarak bilinen elektronik makinelerle beraber kadında bir rehavet, bir tembellik meydana gelmektedir. Bu rehavetin kolay elde edilmediğine inanan anne, çocuğun günlük zamanının büyük bir bölümünü hareketsiz oturduğu bilgisayar masasında ders çalışmakla geçirmesi gerektiğine inanmaktadır. Ebeveyn çocuğun daha başarılı olması için ya da “çocuğun zekâ gelişimi için gerekli” diyerek bu durumdan razı olabilir. Ancak hareketini kısıtladığımız bir çocuğun sadece zekâsının gelişmesi ona fazlaca bir fayda vermez. Zira atalet istediği halde yapamama, doğruyu bildiği halde uygulayamamaktır.
Üstad Bediüzzaman bu konuda şöyle der;
Peki, dış etkenlerden ziyade, kendi üzerimizdeki ataleti çoğu zaman kendi ellerimizle destekleyerek hastalık haline getirdiğimizi hiç düşündük mü?
Maalesef karakterimiz üzerinde en etkin rolü oynadığımızdan, bazı olumsuz davranışları hastalık haline getirebiliyoruz. Türlü bahanelerle sonralara ertelediğimiz işlerimiz, “aslında yapmam gerektiğini biliyorum; fakat…” demelerimiz ataletimizdendir. Sadece kendi üzerimizde değil, çocuklarımız üzerinde de aynı derecede etkin bir rolümüz var. Küçüklüğünü bahane ederek çocuğun hareket alanını kısıtlamakla başladığımız bu hastalık, çocuğun yaşının ilerlemesiyle çocukta bir davranış, bir özellik haline gelmektedir.
“Teknoloji çağı” olarak kabul edilen içinde bulunduğumuz bu asırda, atalet hastalığının hayli yaygın olduğu bir hakikattir. Teknolojinin hayatı kolaylaştıran çözümler üretmesi, insanların özellikle de kadınların atalet pençesine düşmelerine sebebiyet vermektedir.
Kadın için kolaylık olarak bilinen elektronik makinelerle beraber kadında bir rehavet, bir tembellik meydana gelmektedir. Bu rehavetin kolay elde edilmediğine inanan anne, çocuğun günlük zamanının büyük bir bölümünü hareketsiz oturduğu bilgisayar masasında ders çalışmakla geçirmesi gerektiğine inanmaktadır. Ebeveyn çocuğun daha başarılı olması için ya da “çocuğun zekâ gelişimi için gerekli” diyerek bu durumdan razı olabilir. Ancak hareketini kısıtladığımız bir çocuğun sadece zekâsının gelişmesi ona fazlaca bir fayda vermez. Zira atalet istediği halde yapamama, doğruyu bildiği halde uygulayamamaktır.
Üstad Bediüzzaman bu konuda şöyle der;
...