• DOLAR 32.573
  • EURO 34.901
  • ALTIN 2436.702
  • ...
Hümanizma Akımının Mühtavası
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 
Siracettin Aslan / Doğruhaber
Araştırma
 
Hümanizma, Avrupa’da Rönesans ve Reform hareketlerinin nihayetinde Skolastik mefkûrenin insan tasavvuruna bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. Skolastik mefkûre, sadece insanın ruhanî boyutunu temel alarak onu mistik eğilimlerle tasavvurunu öngörmektedir. Bu düşünme biçimine karşıt konumlanan hümanizma ise varoluşsal açıdan insanın kendini bilme arayışı ve bu arayışın dinamiklerini onun maddi tabiatından hareket ederek bilgisel ve varlıksal düzlemde temellendirmeye varsaymaktadır. İnsanın bu bilme arayışı ve tabiatının belirleyen esas dinamiği, aşkın muhtevadan arındırılmış beşeriyet aklının tasarımını oluşturmaktadır. Ancak belirtmek gerekir ki hem skolastik mefkûrenin hem de hümanizmin insan tasavvuru, insanın tabiatının mahiyeti gereği eksiklik arz etmektedir. Çünkü insan, ruh ve bedenden meydana gelen üçüncü bir öz olarak kabul edilmektedir. Bu bakımdan insan, skolastisizmin ileri sürdüğü şekilde ne salt ruhtan ne de hümanizmin ifade buyurduğu sadece bedenden müteşekkil olunmaktadır.

Beşeriyet aklını merkeze alarak teşekkül olunan hümanizm, modern bilimsel tefekkürün esas bileşeni ve nitelendirişi konumundadır. Bu tefekkür biçiminin felsefî temelleri arasında; teknoloji ve yöntem düşüncesi, mekanik evren tasavvuru, ilerlemeci tarih anlayışı/diyalektik materyalizm, düalizm, sözde bilimsel paradigmalarla oluşturulan sekülerizm ve pozitivizm gibi ideolojik akım ve aygıtlar yer almaktadır. Bu akım ve aygıtların hümanizma ile olan ortak paydasını, kendi kaderini kendisi tayin eden bireyin kutsanması, disiplinler arasındaki geçişin tek yönteme bağlandığı salt akılcı ve deneyci bir idrâkin ve bilmenin işlevsel etkinliği oluşturmaktadır. Bu akılcı ve deneysel idrâk, faydacı yaklaşımlarla evrene yönelik yapılan bilimsel araştırmaların yanı sıra toplumsal alana ilişkin sosyolojik tahlillerde, ilahî kudreti dışlayan ve salt insansal yetilerin merkezciliğini savunmaktadır. Bu bakımdan evren ve topluma ilişkin hakikatin bilgisinin değerini, hümanist entegreli öznel aklın çerçevesi ve deneysel ortamın bağlamı belirmemektedir. Bu belirlenim, insanın kozmik nizam içerisindeki halifelik vasfını öteleyerek onun biyolojik karakterini ön plana çıkarmaktadır. Bu biyolojik karakterin muhtevası gereği, insanın cismanî beklentilerinin karşılanmasını esas alınmakla birlikte ruhanî boyutunu da psikolojik süreçlerle açıklamayı temel alan beşeriyet aklının ürettiği ilkelerle analizi varsayılmaktadır.

Hümanizmanın insan aklının ve benliğinin psikolojik süreçlerle incelenmesi konusunda benimsediği yöntem, sadece insanın hayvansal yönlerini merkeze alıp onu hayvanın gelişmiş bir türü olarak ele alan psikoloji, sosyoloji ve antropoloji gibi modern bilimsel disiplinlerle sınırlandırılmıştır. Bu disiplinlerin insana ilişkin geliştirdikleri yöntemlerin temelinde, aklın ve tecrübenin duyusal dünya ile sınırlandırılmış bir çerçevesi söz konusudur. Bu bakımdan insan, fizikî dünyaya hapsedilerek ruhsuzlaştırılmıştır, makineleştirilmiştir, mutsuzlaştırılmıştır. Öyle ki günümüzde, Batı ve Doğu’da insanlığın yaşadığı manevî ve ruhsal buhranların temelinde, hümanizmanın meta merkezli insana ilişkin geliştirdiği bu ruhsuzluk/mâneviyatsızlık yer alır. Yine bu bakış açısından dolayı insanlık, bilinen tarih boyunca hiç bu kadar ruhanî boyutla ilişkili olarak kutsal olandan uzaklaştırılmış olmasa gerektir.

Bu bağlamda hümanizma, insanın mutlak anlamda/sınırsızca yüceltildiği ve kutsal olanın acımasızca aşağılandığı bir tefekkür biçimine karşılık gelmektedir. Yani hümanizma, Tanrı’nın insanlaştırıldığı, insanın da tanrılaştırıldığı antropomorfik bir dünya görüşüne tekabül etmektedir. S.H. Nasr’ın da ifade ettiği gibi, bilimin kiliseye karşı çıktığı zaferden menkûl olan hümanizmanın insana biçtiği kaftan, prometeyen insana benzemektedir. Bu prometeyen insan, kendini Tanrı’dan daha ulvî bir konuma yerleştirerek kendisini tanrılaştırmaktadır ve kendini ondan daha üstün görmektedir. Bu demektir ki hümanist akımının esasen gayesi, insanın Allah ile olan bütün bağlantılarının kopartılarak onu yeryüzünde mutlaklaştırmak ve yegâne söz sahibi yapmaktır. Böylece hümanizma, insanın salt fiziki dünya ile olan iletişim ve ilişkisini ele alarak onun özündeki feth ve tahakküm yönleri üzerine odaklanmaktadır. Bu odaklanma, evrendeki kozmik nizamın Âdetullah ile ilişkisinin tecridini gerektirmektedir. Bu çerçevede göksel olana karşı isyan içinde olan hümanizmin sekülerizm, diyalektik materyalizm ve pozitivizm ile düşünsel anlamda doğrudan ve dolaylı bir ilişkisi söz konusu olmaktadır. Daha öz bir ifadeyle hümanizmin insan mahiyetine ilişkin geliştirdiği maddi tasavvur, Batı uygarlığında neşet olunan diğer beşer aklının tasarımlarını ihtiva eden fikir akımlarının kavşak noktasını oluşturmaktadır.

Son olarak hümanizm akımının, bireycilik fikriyle olan ilişkisine değinelim. Hümanizmadan fikri destek alarak ortaya çıkan bireycilik, bireyin ötesinde geçen ilkelerin inkârı ve araştırmaların ilkelerinin insansal yetilere indirgenmesini öngörür. Bu bireysellik fikrinden dolayıdır ki bilhassa günümüzde, gerek bilge sınıf gerekse cahil insanlar tarafından dinsel olanın (ilkelerin ve terminolojilerin) tenkidi acımasızca yapılıyor. Bu bakımdan liyakatsiz ve ehliyetsiz kişilerin ilmî zeminden yoksun dinsel olana karşı ideolojik ve bağnaz sorgulamaları, hümanizmanın en önemli sorunsalı olarak görülmelidir.

Kaynakça: Kasım Küçükalp ve Ahmet Cevizci, Batı Düşüncesi -Felsefî Temeller-, İstanbul: İsam Yayınları, 2010; Seyyid Hüseyin Nasr, Bilgi ve Kutsal, çev. Yusuf Yazar, İstanbul: İnsan Yay, 2001C
 

Bu haberler de ilginizi çekebilir