• DOLAR 32.523
  • EURO 34.876
  • ALTIN 2430.873
  • ...
HÜR DAVA PARTİSİ (HÜDA PAR)`NİN PROGRAMI-4
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 
■ ABDULKADİR TURAN / ANALİZ

HÜDA PAR PROGRAMINDA AZINLIK HAKLARI

İçindeki azınlıkların haklarına sahip çıkmayan, çoğunluğun haklarını koruyamaz. Azınlığa zulmeden, çoğunluk için de adil bir sistem geliştiremez.

HÜDA PAR, her konuda olduğu gibi azınlıklar konusunda da İslam’ın yaklaşımını esas alıyor. Bu yaklaşım, HÜDA PAR için büyük bir güç kaynağı, azınlıklar içinse en büyük güven kaynağıdır. HÜDA PAR, insan haklarını “Müslüman Hakları” diye görmüyor. İslam’ın insanlara tanıdığı haklar olarak görüyor. Bir İslam toplumunda Müslümanlar İslami ölçüler içinde hak sahibi oldukları gibi Yahudiler ve Hıristiyanlar da İslamî ölçüler içinde hak sahibidir. Bu haklar o kadar geniş ki İslam’ın dünyaya hâkim olduğu günlerde Yahudi topluluklar daima; kimi Hıristiyan topluluklar ise çok kez İslam toplumları içinde yaşamayı Hıristiyan bir devlette yaşamaya tercih etmişlerdir.

HÜDA PAR, kendisini İslam’ın bu yaklaşımının mü’mini ve İslam’ın bu büyük deneyiminin varisi olarak görüyor. Gayrimüslim azınlıklara, kendilerinin çağdaş dünyaya tercih edecekleri bir ortam sunuyor.

BATI’NIN AZINLIKLAR POLİTİKASI

İslam toplumları içinde yaşayan gayrimüslimlerin haklarına riayet, İslam’ın insan hakları konusunda en güçlü olduğu alandır.
 
İslam, “öteki” denen kendisinden olmayanın hakkına riayet konusunda bütün çağları aşmış. Bugün Batı’da azınlıkların haklarını korumaya yönelik bütün araştırmalarda varılan yer İslam kaynaklarıdır. Batı, azınlıklar konusunda İslam kaynaklarını, bu kaynaklardan nasıl istifade ederse etsin dikkate almak zorunda kalmıştır. Çünkü insanlığın elinde azınlıklar konusunda İslam kaynakları dışında kayda değer bir kaynak yoktur. İnsanlığın elinde azınlıklar konusunda İslamî pratik dışında kayda değer bir pratik ise hiç yoktur.

Başkasına inanç ve ibadet hakkı tanımak İslam’la sağlanmıştır. İslam, Yahudinin de Hıristiyanın da inanç ve ibadet hakkını tanımış. Bu hak sadece yetişkin insanlar için değildir. İslam, ebeveyne (anne-babaya) çocuğunu kendisi gibi yetiştirme hakkı da vermiştir. Hâlbuki İslam dünyasındaki Batıcı laik ulus devletler, Müslümanlara kendi çocuklarını kendileri gibi yetiştirme hakkı tanımamışlardır.

Batı, “öteki” dediği başkasıyla yaşamaya pek alışık değildir. Batı için eski dünya inanca göre ayrışmıştı: Güney, Batı ve Kuzey Avrupa Katolik, Doğu Avrupa Ortodoks dinindendi. Asya’nın orta, batı ve güneyi ile Afrika’nın kuzeyi Müslümandı. Asya’nın doğu ve güneyi ile Afrika’nın orta ve güneyi putperest… Bu yaklaşım hiçbir şekilde renklilik kabul etmiyordu.

Batı’nın Ortaçağından sonra önce Protestanlar hayata dâhil oldu, sonra Fransız İhtilali ile Yahudiler ve dinsizler… Batı, dinsizlerin varlığını iktidar yoluyla kabullendi, hatta çok kolay kabullendi ama Yahudilerin siyasi hayat bir yana, sosyal hayata dâhil olmaları konusunda bile bir türlü ikna olmadı. Yahudilerin ticari hayat içinde olmalarını kabullense de onların “getto” denen ayrı semtlerde yaşamasını ve siyasi gelişmelerden uzak durmasını talep etti. Fransız İhtilali ile yaşanan gelişmeler Batı toplumlarının bu yaklaşımını zorlayınca toplumsal sistemde zıt kutupların temasından adeta elektrik kontağı yaşandı, bu kontak her tür sigortadan yoksun sistemde yangına yol açtı ve bu yangın, Yahudiliğe karşı konumlanan Alman ırkçılığı patlamasıyla neticelendi.

Batı, bugün ırkçılık problemini hâlâ aşmış değil; sadece, daha önce Yahudiliğe karşı konumlanan ırkçılık bugün belki Yahudi toplum mühendislerinin de katkısıyla kurnazca bir planlamayla Müslümanlara yönelmiş durumda. Bir dinin mensuplarını ayrı bir ırk gibi tanımlayıp onlara karşı düşmanca duygular besleme biçimindeki bu ırkçılığı aşma konusunda Batı’nın iyi bir sınav verdiği söylenemez. Bu noktadaki başarısızlık, dönüp dolaşıp Batı’nın başkalarıyla birlikte yaşama konusunda tarihi bir tecrübeye sahip olmamasına dayanıyor.

Batı, başkasıyla yaşama problemi ile tam anlamda kolonilerde karşılaştı. Kolonilerde Batılılar sömürgeci güç olarak “hâkim azınlık toplum”, yerli halk ise “çoğunluk ama mahkûm toplum” konumundaydı. Bu konum içinde Batı, başkasına üstten bakma, hak verirken bile onları aşağılama, adeta bağış yapıyormuş gibi hak verme alışkanlığı edindi.

Batı, kolonilerdeki çoğunluğa bırakın kendisiyle eşit haklar tanımayı, onlara azınlık haklarını tanımayı bile reddetti. Sözde insan hakları için ihtilal yapmış Fransa’nın işgali altındaki Cezayir’de halk Arapça yayın yapan radyoları dinliyor diye radyo satışını bir yana, pil satışını bile karneye bağladı. İngiliz işgali altındaki Güney Afrika Cumhuriyeti’nde de bugün ayrımcı yönetimin simgesi haline gelen “apartheid” yönetimi oluştu, Mandela’nın Müslümanların da ortaklığıyla verdiği destansı mücadeleyle yıkılan bu yönetimde bir beyaz ile bir zencinin aynı lavaboları kullanmalarına bile izin verilmiyordu.

Batı, bugün başkasıyla birlikte yaşama konusunda iki farklı deneyim geliştirmiş durumda:

1. Kanada’da Fransız azınlığa yönelik geliştirilen Kebek Bölgesel Yönetimi: Bu yönetim, Batı’nın kendisinden olan ama dil ve kültürüyle kendisini farklı hisseden bir topluluğa yönelik yaklaşımını ortaya koyması açısından önemlidir. Bu uygulamada bir kavmin özgül varlığını kabul etme söz konusudur.

2. Kuzey Batı Avrupa’da gelişen farklı din ve kavimlerden işçilere yönelik azınlık yönetimi: Bu uygulamada ise özde bireyleri muhatap alma söz konusudur. Bu uygulamanın uzun süreli bir asimilasyona yol açtığına, diğer bir ifadeyle asimilasyonu zamana yaydığına dair ciddi tespit ve itirazlar vardır. Kanada’nın Kebek uygulaması bir dar bölge uygulaması iken bu, Batı’nın neredeyse tamamına yayılmış ve kendi içinde farklılıklar edinmiş bir uygulamadır. Dolayısıyla Batı’nın azınlık bakışını asıl yansıtan uygulama budur.

Batı, her iki deneyimi de hangi amaçla ve hangi şekilde yaşıyorsa yaşasın bu deneyimlerin mimarlarının referansı İslam kaynaklarıdır. Bu, söz konusu mimarların İslam sevdasından kaynaklanmıyor, insanlığın insan hakları konusundaki ihtiyacını İslam’dan başka bir kaynaktan karşılayamamasından kaynaklanıyor. Konu samimi bir hak arayışı olunca varılan nokta daima İslam’dır.

İSLAM’IN “ÖTEKİ” YÖNETİMİ

İslam’ın “öteki” ile karşılaşması üç aşamada ele alınabilir: Yahudilerle karşılaşma, Hıristiyanlarla karşılaşma ve Ehl-i Kitap olmayanlarla (Mecusilerle) karşılaşma.

1. İslam, kendi devlet uygulamasının daha ilk noktasında Medine’de Yahudi azınlıkla karşılaştı. Yahudi toplumu ile bugün kimi araştırmacıların “Medine Vesikası” adını verdikleri bir sözleşme yaptı.

2. İslam, daha önce örneği varsa da geniş bir kitle olarak Kudüs’ün, Şam’ın ve Kürdistan’ın fethiyle Hıristiyan azınlıklar edindi.
 
Bu azınlıklar konusunda şüphesiz en geniş uygulama, Hz. Osman(RA) zamanında Ermenilere verilen özerklik hakkıdır.

3. İslam, Kürdistan’da yer yer karşılaşmışsa da daha geniş bir kitle olarak İran’ın fethiyle Ehl-i Kitap olmayan bir azınlıkla karşılaştı.

Başkalarından alınan şehirler bir yana Müslümanlar kendi kurdukları şehirlere de azınlıkların yerleşmesine izin verdi. Bağdat, Vasıt gibi sonradan kurulan İslam şehirlerinde nüfusları yüzbinleri bulan gayrimüslim bir kitle oluştu. Bu kitle bazen ezan sesine karışacak kadar siyasi iktidarlar üzerinde etkili oldu.

İslam dünyasında zimmi denen azınlıklarla ilgili sorun yaşanmamış mıdır? Yaşanmıştır ama bu sorunların hiçbiri onların dinsel tercihleri ile ilgili değildir, hepsi siyasi tercihleri ile ilgilidir. İslam dünyasında Müslümanlar siyasi tercihlerinden dolayı zaman zaman sorunlar yaşadıkları gibi azınlıklar da yaşamışlardır. Kimi zaman bir yönetimi desteklemişler ve o yönetim devrilince yeni gelen yönetimle aralarında çekişme yaşanmış; bu, hayatın akışı içinde olabilecek bir durumdur.

Osmanlı Dönemi’nde Tanzimat süreciyle Avrupa, kendisini İslam toplumlarındaki dini azınlıkların himayedârı gibi tanıttı, onları İslam toplumlarına karşı entrikaların içine çekti, onlarla İslam toplumları arasında sorunlar doğurttu. O dönemde Ermeni, Rum gibi azınlıkların kiliseleri Batı’nın bu müdahalesinden rahatsız oldular, İslamî haklardan Batı kaynaklı haklara geçişi kendi açılarından gerileme olarak gördüler ve buna itiraz ettiler. Batı, onlarla yaşadığı bu sorunu aşmak için Müslümanlar arasında olduğu gibi onlar arasında da laik aydın sınıfı destekledi, öne çıkardı ve ancak o sözde aydınların girişimiyle azınlıkları İslam hukukundan Batı hukukuna geçişe ikna edebildi. 1300 yıllık İslam tarihi boyunca huzur içinde yaşayan Süryani Hıristiyanları gibi azınlıkların İslam karşıtı İttihat ve Terakki Partisi döneminde dehşet yaşaması kayda değerdir. İslam, o toplulukların haklarını korudu; Batı değerlerini İslam dünyasına taşıma iddiasında olanlar o değerlerin sahiplerini tehcir etti, katletti. Bugün Batı’nın da azınlıkların da bu konu üzerinde çok kafa yormasında fayda var.

HÜDA PAR’IN AZINLIK KONUSUNA YAKLAŞIMI

HÜDA PAR’ın azınlık konusuna yaklaşımı, İslam’ın azınlık konusuna yaklaşımıdır. Gerek İslam’ın yazılı yaklaşımına, gerek İslam Peygamberi Hz. Muhammed’in (S.A.S.) Medine’deki uygulamalarına ve İslam komşuluk hukuku ile ilk İslam şehirlerinin nüfus verilerine bakıldığında İslam’ın öteki yönetimi hakkında şu neticeye varılır:

İslam, biz ve öteki diye bir ayrım yapıyor. “Biz” içinde, yani Müslümanların kendi içinde bir öteki oluşmasına izin vermiyor. Diğer dinlerden “öteki”lerin ise sadece biyolojik varlığını tanımakla kalmıyor, kültürel, ekonomik ve hukukî haklarını da garanti altına alıyor. İslam, “öteki”nin İslam toplumu içinde özgür bir insan olarak yaşamasına izin veriyor, zorunlu bir ayrıştırma getirmiyor, gettolaşmaya yol açacak uygulamaları dayatmıyor. Gayrimüslimleri bir millet olarak kabul ederek onların haklarını garanti altına alıyor. HÜDA PAR, programında bu hakları tescillemiş hem onlara “Etnik ve Dini Azınlıklar, Irkçılığın ve Ayrımcılığın Önlenmesi” başlığı altında yer vermiş hem de bu hakları programın geneline sindirmiş.

“İnsan insanın kurdudur” anlayışı, toplumumuzun özüne yabancılaşması sonucunu doğurmuştur. Kültür ve medeniyetimize göre yaradılış itibariyle bütün insanlar bir tek erkek ve kadının; Hazret-i Âdem ve Havva’nın çocukları olarak kardeştirler.”

“Devlet, vatandaşının hangi dine nasıl inanacağını, neye inanıp neye inanmayacağını belirleyemez, inancını yaşamasına müdahale edemez.”

“Dili, ırkı, cinsiyeti, dini ne olursa olsun herkes eğitim ve kendini geliştirme hakkına sahiptir. Hiç kimse dili, ırkı, cinsiyeti, dini veya kılık kıyafeti nedeniyle bu haktan mahrum edilemez.” ifadeleriyle HÜDA PAR,

1.
İslam toplumları içinde gayrimüslim varlığını insani bir hal olarak görüyor. İnanç hürriyetini, ibadet hürriyetini sadece Müslümanlar için değil, Yahudi ve Hıristiyanlar için de vaat ediyor.

2. Gayrimüslim azınlıklara devlet eliyle veya başka bir şekilde inançlarından dolayı baskı yapılmasını reddediyor.

3. Gayrimüslim azınlığın eğitimini kendisine bırakıyor; çocuklarını kendileri gibi yetiştirme tercihini gayrimüslimlerin hakkı olarak görüyor.

4. Gayrimüslimlerin dinine karışılmasına karşı çıktığı gibi dillerine de müdahale edilmesine karşı çıkıyor.
HÜDA PAR, programındaki bu netlikle azınlık hakları konusunda Türkiye’nin diğer partilerinin çok önündedir.
Devam edecek…
 

Bu haberler de ilginizi çekebilir