• DOLAR 32.524
  • EURO 34.986
  • ALTIN 2433.577
  • ...
Tekfirde İhtiyat ve Selametli Duruş - 3
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 
M. Beşir Varol / İnzar Dergisi

Bismillahirrahmanirrahim.

Allah-u Teâlâ’ya layıkıyla hamd; Efendimiz Muhammed’e, tüm müminlerine salât ve selam olsun.

Kıymetli okuyucular!

Önceki konumuza devamla bu yazımızda bazı somut ve önemli şeylere değinmek istiyorum. Bu yazı bir nevi konumuzun neticesini teşkil etmektedir. Şöyle ki:

İslam devletlerinde veya İslam coğrafyasında yaşayan halk ve toplumlar, genel manada -istisnalar kaideyi bozmaz- “Müslüman mıdır?” ki biri mürtedlikle suçlanırsa bunu iddia eden kişi ispat etmek zorunda kalacaktır; yoksa “mürted midir?” ki birine Müslüman denildiği zaman Müslümanlığına dair ispat gerekecektir?

Usulu’l-Fıkıh bu sorumuza açık bir şekilde cevap vermektedir. Zira usul’da “istishab” ve “beraet-i asliye” diye iki kaide ve kural vardır. Onların izahatı şöyledir:

İstishab’ın lügat manası, birinin arkadaşlığına talip olmak ve arkadaşlığının sürdürmesini istemektir.

Istılahta ise müspet olan bir şeyin aksi ispatlanmadıkça müspet kabul edilmesidir. Menfi olanın da aksi ispatlanıncaya kadar menfi kabul edilmesidir.

Ya da bir şey hangi durumda ise o durumdan çıkıp değişmesi ispatlanıncaya kadar öyle kabul edilir.

Beraet-i asliye ise (ki o da istishabın bir çeşididir) bir insanın suç işlediği ispatlanıncaya kadar suçsuz sayılmasıdır.(1)

Usulün bu kuralına binaen bir insanın Müslüman olması kesin ise İslam’dan dönüş yaptığı ispatlanmadıkça Müslüman sayılır; yok birinin küfrü kesinse Müslüman olduğu ispatlanmadıkça kâfir sayılır.

İslam coğrafyasında yaşayan toplumların genelinin hiç şüphesiz Müslüman olduğu ve bin yıldan fazla Müslüman olarak yaşadıkları kesindir. O zaman aksi, yani İslam’dan dönüş yaptıkları ispatlanmadıkça bu toplumların Müslüman sayılmaları gerekmektedir.

Bu İslam coğrafyaları ister dar’ul harb ister dar’ul küfür ve isterse dar’ul ridde sayılsın bu hakikat değişmemektedir. Zira bir Müslüman kâfirlere esir düşmekle kâfir olmamaktadır ve bu durum riddetin bir maddesi değildir. Hiçbir alim böyle bir iddiada bulunmamıştır. Hatta dar’ul İslam’da mazeret sayılmayan ve ruhsatı olmayan bazı durumlar bile dar’ul harpte mazeret sayılır ve ruhsatı vardır.

Şu anda bazı İslam coğrafyalarını dar’ul harp sayan âlimler de oralarda yaşayan toplumları kâfir saymamakta, bilakis Müslüman saymaktadırlar. Ancak elinde güç bulunduran muktedir ve egemen yöneticilerini tekfir ediyor ve onlardan dolayı bu coğrafyaları dar’ul harp saymaktadırlar.(2)

Zira durumun hakikatinden haberdar olanlar biliyorlar ki bu coğrafyalarda iktidar ve gücü ele geçirenler halka rağmen değişik oyun ve hilelerle veya emperyalist küfür devletlerinin desteğiyle iktidara gelmiş ve gücü ele geçirmişlerdir. Müslüman halk ise onlara esir mustaz’af ve çaresiz durumdadırlar. Hiçbir Müslüman halk, kendi mürted yöneticileriyle barışık değildir. Hatta defalarca kıyam etmişler ancak değişik nedenlerden dolayı galip gelememişlerdir.

Ancak mürted muktedir yöneticiler, verdikleri eğitim ve öğretimle kendileri gibi birçok mürted yetiştirmişler ve yetiştirmektedirler. Bunun neticesinde ülkenin belirli bir kesimini hiç şüphesiz mürtedler teşkil etmektedir. Fakat ülkede asıl olan Müslümanlık olduğundan müşahhas olarak birine mürted diye bilmemiz için ispat ve delil gerekmektedir. Aksi takdirde zan ve tahminlerle hüküm vermek İslami ve şer’i bir davranış değildir. Dolayısıyla Allah tarafından mesuliyeti de olacaktır.
...

MAKALENİN TÜMÜNÜ OKUMAK İÇİN TIKLAYIN!
 

 

Bu haberler de ilginizi çekebilir