• DOLAR 32.604
  • EURO 34.816
  • ALTIN 2498.684
  • ...
Şeyhul Ekber Muhyeddin-i Arabi
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 
Doğruhaber / ARAŞTIRMA 

‘Bütün yüzyıllar yetiştirdikleri büyük insanlarla tanınır, benden sonraki yüzyıllar benimle anılacak’
İddialı bir beyit olarak değerlendirilebilir şeyhin bu beyti, ama kanaatimce kendi alanlarına göre değerlendirildiği zaman kabul gören bir iddiadır. Zira İmam Gazali, İbn-i Rüşd, İmam İbn-i Teymiyye, Muhyiddin-i Arabi, Sohreverdiye Mektul, Üstad Bediüzzaman, İmam Humeyni veya Seyyid Kutub ya da İmam Hasan el-Benna ve diğerleri…

Her biri kendi alanlarında açtıkları çığırlarla kendilerinden önceki dönem ile kendilerinden sonraki dönem olarak zamanı bölmüşler.

Tecdid hareketi açısından İmam Gazali, tasavvuf açısından Şeyh Abdulkadir-i Geylani, Allah (CC)’ın yarattığı en değerli mahlûk olan aklın gerçek makamına oturtulması açısından İbn-i Rüşd, tarihi ders ve ibretlerin alınacağı bir tecrübe ve sebep sonuç ilişkileri bağlamında değerlendiren İbn-i Haldun ve diğer öğretilerin üstadları her biri kendi alanlarında açtıkları çığır açısından sanki tarihi yeniden başlatmışlar. Öyle ise bu bir büyüklenme değil nazar-ı dikkatlerimizi uyaran bir hatırlatmadır.

Takipçileri tarafından Şeyhü’l- Ekber lakabı ile meşhur, ama tenkitçileri tarafından Şeyhü’l-Ekfer diye tanıtılmaya çalışılan Muhyeddin-i Arabi Muvahhidun döneminde 27 Ramazan 560’da Mursiye(Murcia) İspanya’da doğdu. Ailesi Arap Tayy kabilesine mensuptu. İlk tahsilini İşbiliye’de (bugünkü Sevilla) yaptı, uzun bir süre burada kaldı. Çocuk yaşlarında ‘Ahmed İbnu’l-Esirî’ adında genç bir Sufi ile arkadaş oldu.

Endülüs’te bir süre daha kaldıktan sonra, seyahate çıktı. Şam, Bağdat ve Mekke’ye giderek orada bulunan tanınmış âlim ve şeyhlerle görüştü. 1182’de İbn-i Rüşd ile görüştü. Bu görüşmeyi eserinde anlatır. Bu, İbnu Rüşd’ün bilginin akıl yoluyla elde edileceğini söylemesiyle meşhur olduğu yıllardır. 17 yaşındaki genç Muhyiddin gerçek bilginin sadece aklımızdan gelmediğine, böyle bir bilginin daha çok ilham ve keşf yoluyla elde edilebileceğine inanmıştı.

Bu senelerde ‘Şekkaz’ isminde bir şeyhle tanıştı. Bu zat küçük yaşlardan itibaren ibadete başlayan, Allah korkusu taşıyan, hayatında bir kerecik olsun ‘ben’ dememiş olan ve uzun uzun secde eden bir kimsedir. Muhyiddin, o ölene kadar onunla sohbete devam etti.
1184-1185’de ‘Ureynî’ isimli bir şeyh’le tanıştı. Eserlerinde ondan ilk hocam diye bahseder, çok faydalandığını söyler. ‘Ureynî’, Ubudiyet [kulluk] meselesinde derin bir bilgiye sahipti. Bu yıllarda ‘Martili’ adlı bir şeyhten de istifade etti. Ureynî ona ‘Sadece Allah’a bak’ derken Martilî ‘Sadece nefsine bak, nefsin hususunda dikkatli ol, ona uyma’ diye öğüt vermişti. Martilî’ye bu zıt önerilerin içyüzünü sordu. Bu zat, kendi nasihatinin doğruluğunda ısrar edecek yerde, ‘Oğlum, ‘Ureynî’’nin gösterdiği yol, doğru yolun ta kendisidir. Ona uyman lazım. Biz ikimiz de kendi halimizin gerekli kıldığı yolu sana göstermişizdir’ dedi.

Bu yıllarda İşbiliyye’de Kurtubalı Fatma adında yaşlı bir kadına (tanıştıklarında 96 yaşındadır) 14 sene hizmet etti. Bu kadın, erkek ve kadınlar arasında müttaki ve mütevekkile olarak temayüz etmişti.

1196’da Fas’a gitti. Orada yaptığı seyahatler sırasında büyük şöhret kazandı. 1198’de tekrar Endülüs’e geçti. Gırnata şehri dolaylarındaki Bağa kasabasında Şekkaz isimli şeyhi ziyaret etti. Onun tasavvuf yolunda karşılaştığı en yüce kimse olduğunu söyler. 1199-1200’de İlk defa hac için Mekke’ye gitti. Hacdan sonra Mağrib’de, oradan da Ebu Medyen’in şehri olan Becaye’de bulundu. Bir süre sonra tekrar Mekke’ye geldi ve “Ruhu’l-Quds”, “Tacu’r-Rasul” adlı eserlerini yazdı.

1204’te Medine, Musul ve Bağdat’ta bulundu. Musul’da “et-Tenezzülatu’l-Musuliyye”yi yazdı. Musul’dan ayrıldıktan sonra Konya’ya geldi. Orada tanıştığı Sadreddin Konevî’nin dul annesi ile evlendi. Konya’da iken “Risaletü’l-Envar”ı yazdı. Selçuk Meliki tarafından hürmet ve ikram gördü. Sonra Mısır’a geçti. Orada Futuhat-ı Mekkiye’deki sözlerinden ötürü Mısır uleması tarafından hakkında verilen idam fetvasıyla yüz yüze gelince gizlice oradan kaçtı. Tekrar Mekke’ye geldi ve burada bir süre kaldı. Bağdat ve Halep’te bir süre dolaştıktan sonra 612/1215’de tekrar Konya’ya geldi. 617/1220’de Şam’a yerleşti. Zaman zaman civar şehirlere seyahatler yaptı. Şam’da kendisinin Fütuhat’tan sonra en büyük eseri olarak kabul edilen Fusus’u kaleme aldı(627/1230). 638/1235’de 22 R.Evvel’de (1239) Şam’da öldü. Kabri, Şam şehri dışında Kasiyun Dağı eteğindedir.

İbn-i Arabi’ye en büyük muarız, kendisinden yirmi yıl sonra gelen İmam İbn-i Teymiyye’dir. Kendisini Şeyh’ül-Ekber olarak kabul edenler olduğu gibi düşüncelerinden dolayı kendisini tekfir edenler de olmuştur. Ama en ılımlı muarızları bile kitaplarının herkes tarafından okunmaması gerektiği, yazdıklarının ise yorumlanmaya ihtiyaç duyulduğunu ifade ederler. Herhalde İbn-i Arabi’nin eserleri için söylenecek en mutedil görüş bu olsa gerek.
 

Bu haberler de ilginizi çekebilir