• DOLAR 32.52
  • EURO 34.888
  • ALTIN 2435.944
  • ...
Secdede biten bir ömür: Babanzade Ahmet Naim - 3
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 
Siracettin Aslan / Araştırma / Doğruhaber

Naîm’in milliyetçilik üzerine düşünceleri Babanzâde Ahmet Naim, milliyetçilikle ilgili görüşlerini 1914’te Sebilürreşad Mecmua’sının “İslam’da davayı kavmiyet” adlı makalesinde dile getirmiştir. Daha sonra bir risale halinde Sebilürreşad Kütüphanesi neşriyatı tarafından yayınlanmıştır. Bu eser, batılılaşma eğiliminde olan Türkçüler tarafından savunulan ırkçı ve milliyetçi görüşlerin toplumsal, dini ve siyasi açıdan ne tür tehlikeler doğurduğunu ortaya çıkarmaktadır. Öyle ki Babanzâde’nin kendi dönemine ilişkin milliyetçi söylemlere karşı takındığı tavır ve yaptığı ilmi çalışmaların, milliyetçi fraksiyonlara karşı günümüz Müslümanları için de önemli bir perspektif kazandıracağı düşüncesindeyim.

Siyasal alanda “İttihad-ı İslam” fikrini savunan Babanzâde, Avrupa menşeli milliyetçilik (dava-yı kavmiyet) furyasına bir bütün olarak karşı çıkmış, milliyetçiliği Frenk hastalığı şeklinde tanımlamıştır. Burada ele alındığı şekliyle milliyetçilik, toplumun huzurunu keşmekeşe sürüklemekle beraber toplumsal bağların gevşemesine ve sınıfsal kutuplaşmaya zemin hazırlamaktadır. Aynı şekilde sınıfsal kutuplaşmayla beraber kaotik ortam ve siyasal otorite boşluğu sorunu kaçınılmaz olmaktadır. Böylece devletin siyasal sisteminin çarklarının hasar görmesine ve dış mihrakların devletin iç işlerine girmesine gedik açmaktadır. Nitekim milliyetçiliğin coşkun bir sel gibi Avrupa’dan İslam toplumlarına enjekte edildiği bir dönemin sonunda, milliyetçilik ve algısının İslam toplumuna hiçbir fayda getirmediğini sadece Haçlılara, siyonistlere, Yeni Roma Paganistlerine (Avrupa Topluluğu) siyasal alan başta olmak üzere birçok sahada yarar sağladığını ifade etmek mümkündür. Osmanlı Devleti’nin dağılmasıyla birlikte ulus devletlerinin inşa edilmeye başlandığı dönemden günümüze gelen manzaranın bunun en bariz göstergesi olduğunu söylemek mümkündür.

Babanzâde, İslam toplumunda milliyetçi fikri ilk olarak Arnavutların öne sürdüğünü ifade ederek Arap ve özellikle Türk milliyetçiliğine vurgu yapar. Kürtlerinse henüz bu Frenk illetine duçar olmadıklarını ifade ederek gelecekte de duçar olmamaları için yüce Allah’tan niyazda bulunur. Bu çerçevede Babanzâde, yaşadığı dönemin milliyetçi Türkçülük savunucularını, imamlarını, önderlerini, ulularını “Halis Türkçüler ve Türkçü İslamcılar” olmak üzere iki grup şeklinde ele alır.

Halis Türkçüler, istikbali batılılaşmada aramalarının yanı sıra “yeni bir din” ve “yeni bir ulus” inşa etme gayesini güderler. Türkçü İslamcılar ise “dinî imanın” yanı başına “kavmî iman”ı da yerleştirmişlerdir. Bunlara göre asabiyet davası, yani kendi ırkına tarafgirlik, İslami düşünceye aykırı olmadığı gibi bu iki mefkûre birbiriyle de çatışmaz. Aksine birbirini tamamlar ve ilerleyip kuvvetlenmesini sağlar. Bununla birlikte Türkçü İslamcılar, asli olan dini değerlerden sıyrılarak kültürel ve düşünsel değerlerin arka kökenlerini Orta Asya’da arama eğilimindedirler. Bunlar, sosyolojik olarak atalarının “Bozkurt Han, Karahan, Oğuz Han, Cengiz Han, Hülagu Han” olduğunu söyleyerek taraftar bulmaya çalışırlar. Diğer yandan “Cengiz’in mukaddes toprağına”, “mukaddes yasasına” yemin ederek Ergenekon’u kurtuluş bayramı ilan ediyorlar. Bu bakımdan bunlar, Türklerin yüzünü Kâbe’den Ergenekon’a çevirme gayretindeler.

Bu çerçevede, her iki milliyetçi fraksiyonun ileri sürdükleri tezlerinin dini açıdan epistemolojik bağlamı olmadığı gibi sosyolojik açıdan da irdelendiğinde olumsuz bir toplumsal illet olduğu bilinen bir hakikattir. Bu bakımdan dini açıdan kavmiyet davasını gütmek, Veda hutbesinin referansıyla şer olarak görülmüş ve reddedilmiştir. Daha şer’i bir tabir ile bu, “davâ-yı câhiliye”dir. Sosyolojik olarak da kavmiyet davası, İslam’ın varlığına ve devamına, Müslümanların refah ve saadetine müthiş bir darbedir. Babanzâde bunu şöyle ifade eder: “Hele ki bütün İslam diyarları elden çıkmış, diyar-ı küfr olmuş iken buradaki bir avuç Müslümanın ‘ben Türküm, ben Arap’ım, ben Kürdüm, ben Lazım, ben Çerkezim’ gibi yeni heveslerle, birbiriyle olan bağlarını zerre kadar gevşemeleri nasıl olur! Düşmanlarımızın tecâvüzlerini tâ kalbgâhımıza uzattıkları bir sırada, bu cinnet değildir de nedir? Üstelik şu hal, ırk taraftarlığı bayrağını ellerinde tutanların aldığı manada da vatanperverliğe aykırıdır. Din ve iman, akıl ve iz’an sahasından uzaklaşılsa bile ‘ırkın saadeti’ denen aldatıcı bir serâbın ardından koşan Arnavut kardeşlerimizin başına gelen büyük felâket, bize müthiş bir ibret dersi olarak yeter. Aynı sebepler aynı neticeleri doğurur. Bu tabiî ve aklî bir kaidedir. O halde bu yolda devam ettiğimiz takdirde, er ya da geç bizim de başımıza gelecek musibet budur.” (Düzdağ, 2006, 19-20)

KAYNAKÇA: - M. Ertuğrul DÜZDAĞ, Yakın Tarihimizde İslam ve Irkçılık Meselesi, (İstanbul: Kaynak Yayınları, 2006) - Hüseyin HANSU, Babanzâde Ahmet Naim, (İzmir: kaynak yayınları, 2007) - Mualim Cevdet İNANÇALP, Müderris Ahmet Naim, (İstanbul: Ülkü Matbaası, 1935) - Mahir İZ, Yılların İzi, (İstanbul: Kitabevi, 1990) - İsmail KARA, Türkiye’de İslamcılık Düşüncesi 1, (Kitabevi Yay. 1997) - İsmail KARA, “Babanzâde Ahmet Naim Bey’in Modern Felsefe Terimlerine Dair Çalışmaları”, İslam Araştırmaları Dergisi, Sayı 4, 2000, s.189-279 - Recep KILIÇ, “Babanzâde Ahmet Naim’in Felsefi Görüşleri”, AÜİFD, Cilt: xxxvı, 1999, s, 297-339 - Mithat Cemal KUNTAY, Mehmet Akif Ersoy, (Ankara: TİBKY, 1990) - Babanzâde Ahmet NAİM, İslam Ahlâkının Esasları, sad. Recep KILIÇ(Anakara: DVY, 2010) - Babanzâde Ahmet NAİM, İslam’da kavmiyetçilik Yoktur, Sad. Osman ERGİN (İstanbul: Bedir Yay. 1991)

 

Bu haberler de ilginizi çekebilir