• DOLAR 32.376
  • EURO 34.986
  • ALTIN 2325.865
  • ...
28 Şubat’ın Medya Ayağı Kaç Numara?
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 
Hüseyin Sağlam / Haber-Analiz / Doğruhaber

Yıllardır tartışılan 28 Şubatçılardan hesap sorma söylemleri bir türlü neticelenemezken açılan davanın sadece dönemin paşalarıyla sınırlı kalması, Türkiye’de hukuksuzluklara karşı hesap sorulabilirlik mekanizmasının ne denli kırılgan olduğunu göstermeye yetiyor.

Yıllar sonra ilk kez emekli paşalarla sınırlı dava sürecine başlanılmış olsa da hesap sorma mekanizmasının gelip dayandığı medya ve iş dünyasına takılıp kalması, mekanizmanın artık yalama yaptığı sonucunu doğuruyor.

Siyasal konjonktürün devreden çıkardığı 28 Şubat’ın “paşa” ayağına dönük davalar hesap sorulabilirlik mekanizması için ucuz bir manevraya dönüşmüş olsa da her devre, her döneme göre şekil değiştirebilen, konjonktür değişikliklerine adaptasyon sorunu yaşamada zorluk çekmeyen iş dünyası ve bilhassa medya ayağına dönük aynı uygulamalara yönelmek nedense bir türlü gerçekleşmiyor.

Devam eden 28 Şubat yargılamalarının daha ziyade tahliyelerle gündemde kaldığı bugünlerde 28 Şubat sürecinin adeta sembol aktörü haline gelen medya dünyasındaki kirli ilişkiler zaman zaman gündeme gelse de bunlardan hesap sorma yönünde pratik bir hamlenin bir türlü gerçekleşememesi, süren davanın önemine de gölge düşürmeye sebep oluyor.
Dava sürecinin medya ayağını bir türlü kapsayamamasının elbette birçok sebebi vardır. Daha önce Cem Uzan’ın Star medya grubu ile Dinç Bilgin medyası, patronlarının iş adamı kimliğiyle bulaştıkları yolsuzluklar üzerinden etkisiz hale getirilmişti. Elbette bu iki gruba yönelik TMSF operasyonlarında Doğan medya grubunun da içinde bulunduğu gruplar arası ölümcül rekabetin etkisi olmuştu. Ancak medya sektöründe koçbaşı olduğu kadar 28 Şubat sürecinin de medyatik sembolü olan Doğan grubunun bu dönemdeki operasyonel faaliyetlerinden dolayı hesaba çekilememesi, yine de 28 Şubat davasının en büyük eksikliği olarak halen orta yerde duruyor.

Bunda Doğan grubunun güçlü konumunun etkisi görmezden gelinemeyecek durumda olsa da belki de bir başka güçlü etki, o dönemde 28 Şubat’ın manşetçi çetesinin medya grupları arasındaki dağılımlarının bugün için homojen bir yapıya evrilmiş olmasının da etkisi mevcuttur. Öyle ki 28 Şubat’ta mağdur edebiyatı yapmakla ünlenen kimi gazeteciler bugün Doğan medyasında hükümete karşı konumlanırken 28 Şubat’ın tetikçi takımından birçok kişinin de hükümete yakın medya organlarına geçerek Doğan medyasına ateş püskürtmesi, büyük oranda siyasi iktidarın iradesine bağlı dava açma sürecini sekteye uğratan nedenlerin başında geliyor.

Medya ayağından hesap sormayı sekteye uğratan diğer bir faktör de artık sadece Doğan grubuyla ifadesini bulan 28 Şubat medyasının patron adına hükümet politikalarıyla uzlaşıya önem vermesi ya da hükümet karşıtı yayınlardan vazgeçerek nötr konumuna düşmesi üzerinde var olduğuna inanılan pazarlıklar teşkil ediyor.

Doğan medyasının hükümete karşı atağa geçtiği zamanlarda siyasilerin ve hükümete yakın medya organlarının 28 Şubat sürecinde Doğan medyasının kirli ilişkilerini gündeme taşıyarak aba altından yargı sopası göstermesi, nötr konuma geçince de yargı tehdidinin küllenmeye terk edilmesi, pazarlık iddialarına daha fazla işlerlik kazandırıyor.

Taraf Gazetesi’nde yayınlanan Cem Uzan söyleşisi üzerinden yeniden 28 Şubat’ta Doğan medyasının rolünün tartışılmaya açılarak kirli bağlantılarının hükümete yakın medyada gündeme taşınması ve hatta kirli bağlantıya Cem Uzan’ın şahit tutulması, Doğan grubunun iflah olmaz hükümet karşıtı yeni kampanyasına bariz bir cevap niteliği taşıyor. Tasfiye sürecinde TMSF’nin yanında rekabet ettiği Doğan grubundan da büyük kazık yemenin verdiği acıyla Cem Uzan’ın “Gerekirse şahitlik bile yaparım” çıkışının daha ziyade kuyruk acısını ifade ettiği biliniyor. Bu çıkışın kendisi açısından bir anlamı olsa da Doğan medyasının açıkça yaptığı darbecilik faaliyetlerine Cem Uzan’ı şahit kılma çabaları, bu gruba olası bir operasyondan ziyade “Ayağını denk al” mesajının verilmek istenmesiyle daha çok ilgisi bulunuyor.

Malum olduğu üzere hükümete karşı zaman zaman isyan duyguları depreşse de Doğan medyası daha ziyade nötr kalma politikasını sürdürüyordu. Hatta nötr kalma politikası kapsamında fazla ses çıkaran bir çok eski tüfek darbeci-gazetecinin geçen dönemde Doğan medyasından kovulması da hükümete karşı nötr politikasının bir sonucuydu. Tabii ki nötr kalma politikası, Doğan grubunun pes ettiği anlamına gelmiyordu. Sadece “tehlikeye” karşı fırsat kollamak anlamına geliyordu. Ve nihayet beklediği o büyük “fırsatın” geldiğine kanaat etmiş olmalıydı ki Doğan grubu, ani bir atakla yeniden hükümetin karşısına dikilme zamanının geldiğine inanmaya başlıyordu. Bu fırsat hiç şüphe yok ki dış dinamiklerin büyük etkisiyle ivme kazanan “Gezi süreci” olmuştu. Gezi süreci, nasıl ki ölmeye yüz tutmuş marjinal ulusalcı-sol ittifak için ab-ı hayat olduysa Doğan grubu için de küllerinden doğma ve yeniden vuruşma fırsatı veriyordu.

Ve kural bir kez daha işlemeye başlayacaktı. Doğan grubu vuruşma kararı alınca hükümet kanadı boyun eğmekle ya da seyirci kalmakla yetinmeyecek, grubun en ciddi karın ağrısı niteliğindeki 28 Şubat kirli bağlantısını yeniden gündeme taşıyarak bir kez daha yargı sopasını sallamaya başlayacaktı.

Şimdiye kadar 28 Şubat medyasına karşı herhangi bir girişimde bulunulamamış olmasının sebebi maalesef bundan ibarettir. Dava sürecinin sürdüğü bu günlerde savcıların 28 Şubat medyasına karşı da düğmeye basmaya hazırlandığı haberleri yeniden gündeme oturmuş durumdadır. Savcılar düğmeye basarak 28 Şubat kirliliğinin hesabını sorar mı, yoksa aynı medyanın Gezi’den çekilmesi, savcıların düğmeye basmaktan vazgeçmesini beraberinde getirir mi? Artık tüm mesele bundan ibaret!
 

Bu haberler de ilginizi çekebilir