• DOLAR 32.599
  • EURO 34.811
  • ALTIN 2509.781
  • ...
Unutulan Bahreyn
Google News'te Doğruhaber'e abone olun. 

Batı`nın Bahreyn karşısındaki büyük sessizliği

 

Finian Cunningham

 

Press TV

 

 

Bahreyn`in despotik El Halife hanedanı yöneticileri, ABD Başkanı Barack Obama`nın Fars Körfezi`ndeki bu ada devletini Suriye`yle karşılaştırması üzerine suratlarını astı.

 

Obama, geçen hafta BM Genel Kurulu`nda yaptığı konuşmada bulanık bir dille, Suriye`deki ve Bahreyn`deki mezhepçilikten aynı cümle içinde bahsetti.

Komik olan şey Bahreyn diktatörlüğünün bu benzetmeye olan tepkisinde bir bakımdan haklı olduğu, fakat bunun tamamen yanlış nedenlerden ötürü olduğudur. Bahreyn hiçbir bakımdan Suriye gibi değildir.


Bahreyn, barışçıl demokrasi yanlısı bir hareketin hakir bir zalim tarafından ezilmesinin gerçek bir örneğini teşkil etmektedir. Bu, Batılı hükümetlerin ve onların propaganda amaçlı ana akım medyalarının hatalı bir şekilde Suriye`ye uyguladığı bir anlatıdır; ancak söz, bu anlatının gerçekten uygulanabilir olduğu Bahreyn`e gelince Batı köre dönüşmekte ve tuhaf bir konuşma özürlülük ortaya koymaktadır.

 

Obama muhtemelen BM konuşmasında Bahreyn`den biraz bahsetme ihtiyacını oradaki insan hakları durumunun çok korkunç olması nedeniyle hissetmiştir; özellikle ABD Beşinci Filosu`nun orada demir atmış olması ve Washington`un rejime milyonlarca dolar değerinde silah ve ticaret sağlıyor olması nedeniyle, Obama`nın birkaç yapmacık kaygı kelimesi sarfetmemesi onun hor görülmesine kapı aralayabilirdi.

Bununla birlikte ABD Başkanı`nın Bahreyn için sarfettiği yok denecek kadar az kelimeler, Washington`un ve genel olarak Batı`nın, Halife rejiminin uzun süredir acı çeken halkına karşı işlediği suçlar karşısındaki utanç verici sessizlik işbirliğini ele veriyor.

Buna rağmen Obama`nın acınası derecedeki kısa eleştirileri üzerine Bahreynli soytarı otokratların surat asmalarında böyle bir kibir vardı.

Bu hafta Bahreyn Dışişleri Bakanı Şeyh Halid bin Ahmed El Halife saldırıya geçmeye çalıştı ve BM Genel Kurulu`na, sözde krallığın “çatışmaya değil, işbirliğine dayanan” bir toplum olduğunu söyledi.

Adından da anlaşıldığı üzere Bahreynli diplomat, El Halife monarşisinin bir hanedan üyesi. Hanedan, adanın İngiltere`den şeklen bağımsızlık kazandığı 1971 senesinden beri ülkeyi yönetiyor. El Halife ailesi kendi yönetimini monarşi olarak ilan etti ve kendi üyelerine “kral” ve “veliaht prens”, “başbakan” ve “dışışişleri bakanı” gibi şatafatlı unvanlar verdi.

Babadan oğula geçen kayırmacılık üzerinden bu manasız süslere tutundular, süreç içinde süper zengin hale geldiler ve demokatik hesap vermenin hiçbir biçimini göstermediler.

Suudi Arabistan, Irak veya İran`ın doğal kaynaklarıyla karşılaştırıldığında, Bahreyn`in petrol üretimi çok sınırlıdır. Ancak Bahreyn`in mütevazı petrol ve doğalgaz zenginliği, El Halife ailesini ve onun asalaklarını inanılmaz derecede zenginleştirmek için yeterli olmuştur. Örneğin 1971`den beri seçilmemiş başbakan olan, rüşvete olan eğilimindeki şöhreti nedeniyle “Bay yüzde elli-elli” olarak da bilinen Şeyh Halife bin Selman`ın, dünyanın en zengin bireylerinden biri olduğu düşünülüyor.

Bu, yerli Bahreynlilerin çoğunluğunun defaatle karşı çıktığı bir sahtekarlar aşiretinin kazandığının birazıdır. El Halife`ler, Bahreyn`i ilk olarak 230 yıl önce, yağmacı bir deniz korsanları aşireti olarak istila ettiler. Bahreyn nüfusunu ve onun gururlu Fars kültürünü, kılıç yoluyla ve İngiliz İmparatorluğu`nun zalimce yardımlarıyla kendilerine tabi kıldılar.

Süslü püslü sıfatlara sahip despotik El Halife hanedanı yöneticileri, tabii olmayan ayrıcalıklı konumlarını korumayı, ancak Bahreynlilerin çoğunluğuna karşı baskı ve devlet terörizmi sistemiyle başarabildiler. Kendi kendilerini atayan El Halife ailesi hükümdarları bunu, yerli Şiilerle Sünniler arasında mezhep çatışmasını ateşleyerek yapabildi. Sünni yöneticiler, aşırıcılıklarında bölgesel patronları olan Vehhabi Suudi Hanedanı`na yakınken, Bahreyn`in çoğunluğu Şiidir.

Bahreyn dışişleri bakanının bu hafta BM`de hayali olarak anlattıklarının aksine, Bahreyn onun masal krallığı tasvirinin tam zıttıdır. Bu ülkede var olan, “işbirliği değil”, acımasız doymak bilmez bir çatışmadır; bu çatışma, seçilmemiş bir aşiretin yoksullaştırılmış çoğunluk üzerinde ayrıcalık, sömürü, yozlaşma ve seçkin tembelliğini empoze etmesini sağlamaktadır. Bahreyn, demokrasinin tam bir antitezidir.

Fakat Suudi Arabistan`ın daha açık despotizminin aksine Bahreyn, İngiliz hilelelerin ve son yıllarda Washington`un da hilelerinin himayesinden yararlanmıştır. Bahreyn bu nedenle - çok yüzeysel olarak – anayasal hükümet ve hukuk devleti aldatmacalarını kucaklamıştır. Gerçekte ise hükümet ve mahkemeler, Halife aşiretinin tayin edilmiş kollarıdır. Yüzeyi kazdığınız zaman aynı tiksindirici despotizmin Suudi Arabistan`da da hüküm sürdüğünü görürsünüz.


Bu despotizm bu hafta, Bahreyn dışişleri bakanının BM Genel Kurulu`nda ülkesindeki “toplumsal işbirliğinden” söz ettiği saatlerde sahnedeydi.

Başında El Halife ailesinden üç hakimin olduğu bir Bahreyn mahkemesi, 50 Şii erkek, kadın ve çocuğu toplam 430 yıl hapse mahkûm etti. Sanıklardan bazılarına 15`er yıl ceza verildi. Bu kişilerin arasında, geride bıraktığımız aylarda rejimin paramiliter polisi tarafından götürülen, avukat veya ihzar emri olmadan zindanlarda tutulan, sistematik olarak işkence gören ve sonunda “terörizm suçlarını” itiraf etmeye zorlanan din adamları, insan hakları savuncuları, protestocular ve sıradan insanlar da vardı.

Sanıkların hepsi 14 Şubat Koalisyonu üyesi olmakla suçlandı ve rejimi devirmeye çalışan komplocular olarak yaftalandı. Gerçekten 14 Şubat 2011`de rejime karşı barışçıl protestolar şeklinde başlayan ayaklanmanın başangıcından beri demokrasi yanlılarının oluşturduğu bu isimli bir koalison bulunuyor. Fakat rejimin paranoya ve sapkınlık içinde yaptığı şey, meşru bri siyasi protesto hareketinden bir terörist komplo çıkarmak oldu.

Bu feodal maskaralık içinde mahkûm edilen kişilerden biri, uluslararası düzeyde tanınan insan hakları savunucusu Naci Fatil`dir. Naci Fatil 15 yaşındaydı. Yaptığı gerçek “saldırı”, rejimin barışçıl protestoculara karşı gerçekleştirdiği ihlallerin ve suçların bir listesini hazırlamasıydı. Hüküm giyenlerden bir diğeri, üç çocuk annesi Rihanna el Musavi`nin tutuklanmasının tek nedeni, aralarında Nebil Receb, Zeyneb El Havace ve Ahmed Humeyden`in de bulunduğu diğer insan hakları savunucuları ve gazetecilerin hukuksuz şekilde tutuklanmasını protesto etmesiydi.

Önceki celselerde sanıklar mahkeme huzuruna getirilirken, sorguda fiziksel ve zihinsel olarak travma yaşadıkları açıktı; ancak hakimler herhangi bir şikayeti dinlemeyi reddetti ve polis memurları, işkence gördüklerini bağırarak söyleyen sanıkları yaka paça dışarı çıkardı.

Bahreyn`de bu haftaki mahkeme karikatürünün verdiği gerçek hüküm, rejimin demokrasiyi öldürme yönünde acımasız bir çaba içinde, adayı baskı ve mezhepçilikle yönettiği oldu.

Aynı sırada rejimin dışişleri bakanı BM`de keyifle yalanlar söylüyor ve rejimin çirkin imajını temizlemeye çalşıyordu. Ve Washington ve Londra`daki patronlarının sağladığı kinik sessizlik ve körlük sayesinde Bahreyn rejimi, bu suçlardan sıyrılabiliyor .

 

Washington ve Londra, diplomatik bağları ve ticari sözleşmeleri iptal ederek Bahreyn rejimini hemen tökezletebilirdi. Amerika ve İngiltere, tamamen düzmece nedenlerle İran`a ve Suriye`ye karşı aşikar bir biçimde ve çok mutlu bir şekilde uyguladığı türden yaptırımlar uygulayabilirdi.


Bu hafta tutuklanan 50 kişi de dahil olmak üzere Bahreyn`deki yüzlerce siyasi tutuklu, bir gecede kabus dünyalarından özgürleştirilebilirdi. Ancak Batı`da yaygın halk protestoları olmadan Washington ve Londra rejimleri bunu yapmayacaktır, çünkü Batı başkentlerindeki otokratlar demokrasiyle veya insan haklarıyla ilgilenmez. ABD ve İngiltere yalnızca, bu ideolojik terimleri kendi stratejik nedenlerinden ötürü karşı oldukları hükümetleri yıkmak için propaganda amacıyla kullanırlar – tıpkı uysal kuklalar yerleştirmek için rejim değişikliği istedikleri Suriye ve İran`da olduğu gibi.

Bahreyn halkının yürek parçalayıcı durumu karşısındaki alçakça kayıtsızlık, Batı hükümetlerinin bir prensip veya ahlak parçasına sahip olmadığını gösteriyor. Onlar yalnızca kinizmi, kendi çıkarlarını ve kendi ahbap kapitalist seçkinleri için insanları aldatmayı bilirler.

 

medyaşafak

Bu haberler de ilginizi çekebilir