Meşhur fıkrayı biliyorsunuz. Adamın birinin birkaç tane adak kurbanı varmış. Tek başına kesemem diyerek, camiye gitmiş. Namazdan önce avluda oturanlara, “aranızda müslüman var mı?” diye sormuş, hepsi bir ağızdan “Elhamdülillah Müslümanız hayrola?” demişler. Adam, “o zaman bir Müslümana ihtiyacım var” deyince yaşlı biri kalkmış, onunla beraber gitmiş. Yaşlı adam, biraz yardım etmiş, yorulmuş, kenarda oturup dinlenirken, bu adak sahibi, elinde bıçak, üstü başı kan içinde tekrar camiye gelip yine “aranızda müslüman var mı?” diye sorunca, korkmuşlar ve hepsi imama bakmışlar. İmam kızmış; “bana ne bakıyorsunuz ya hu, iki rekat namaz kıldırdık diye müslüman mı olduk?” demiş.
Herhalde Türkiye’nin idaresinde daha önceki yöneticiler olsaydı, kimse bir şey beklemezdi. Ya da HAMAS’a “terör örgütü” diyen zihniyet iktidar olsaydı kimse bir şey beklemezdi. Ya da şu an iktidardakileri, batılıların “İslamcı” diye nitelemesine neden olan bir çok alamet-i farika bulunmasaydı kimse yine bir şey beklemezdi. Demirel’in, “binaenaleyh ülkeye şeriat gelecekse onu da biz getiririz” demesinden mülhem “ne yapılacaksa biz yaparız, siz durun” havası, herkesin beklentilerini artırdı. Elhak bu da doğru.
Velâkin gelin görün ki, arada bir acı gerçeği hatırlamak, “bu bulutlar, bu gök gürültüsü, bu şimşekler, bu yıldırımlar iyi de neden yağmur yağmıyor” serzenişinden kurtarır. Ya da “ellerim bomboş” repliğindeki “arabesk” modundan kurtarır.
Tamam, kendi içindeki zır NATO’cu, aşırı BATI’cı, CIA’cı, kökten İngilizci ekipleri kısmen geri plana bıraktı diye Türkiye’nin mevcut yönetiminden bir Selahaddin Eyyubi taklidi yapmasını beklemek, iyimserlik değil akıl tutulması olur. Adamlar çıkıp “iki rekat namaz kıldırdık diye hoca mı olduk” deseler verecek cevap bulunmaz.
Başörtüsü, İmam Hatip Liseleri, Kur’an Kursları gibi inanç özgürlüğü noktasında memleketi vasat bir noktaya getirdiler diye daha ötesi beklenecekse bu ancak Ayasofya’nın özgürlüğüne kavuşturulması olabilirdi, yoksa kocaman bir coğrafyanın paganizmden, şirk ikonlarından, sanemlerden, vesenlerden kurtarılması değil.
Bugün hiç kimse Suudi krallığından yetmişlerdeki gibi bir kral Faysal tavrı beklemiyor. Sisi’den Merhum Mursi duruşu hiç beklemiyor. Fakat kimi sözlere ve uygulamalara bakarak Türkiye’nin liderinden bir Sultan Abdülhamid portresi bekleyen hayli fazla.
İyi de olamaz mı? Haksızlar mı?
Meseleyi haklılık ve haksızlık bağlamında değil de, hayal ile gerçeklik arasında tartmak daha isabetli.
Gördüğü rüyayı hayra yormalı insan. Ama düşler ne kadar güzel olursa olsun, insana bu dünyanın vefasının olmadığını unutturmamalı, burasının dertler otağı, gurbet diyarı, gelip geçici kısacık kararsız bir imtihan alemi olduğunu unutturmamalı.
Ve şu Hadis-i Şerifi:
“Resûlullah (sav) bir topluluğa buyurdu ki: “Sizin hanginizin hayırlı, hanginizin şerli olduğunu size bildireyim mi?” Oradakiler sustular. Resûlullah (sav) sorusunu üç kere tekrarladı. Bir adam, “Evet yâ Resûlallah!” dedi. Efendimiz(sav) şöyle buyurdu: “Sizin hayırlınız, kendisinden hayır beklenilen ve kötülüğünden emin olunandır; şerliniz ise kendisinden hayır beklenmeyen ve kötülüğünden de emin olunmayandır.”
“Kendisinden hayır umulan” dedi ama “aynı zamanda o hayrı işleyen, yapan” demedi. Çünkü salih amele muvaffak kılan Allah-ü Teala’dır.
Hayır beklenmek de güzel. Yeter ki kötülük etmeyeceğinden emin olunsun.
Şimdi Türkiye’den, en son attığı garantörlük imzasının hakkını vermesi bekleniyor.
Fazla mı olur acaba?
İki rekat namaz kıldırdı diye?