Bazen öyle mi değil mi acaba diye kendimizi test ederiz de inanın belki farkında değiliz ama hislerimiz tamamen Gazze’deki kardeşlerimize ayarlı. Onların her sevincinde bilerek bilmeyerek yüreğimizin ferahladığını görüyoruz, sanki bir anda umut doluyoruz, avazımız çıktığı kadar tekbir getirmek istiyoruz.
Yahu şuna bakın, Ebu Ubeyde’nin -ki bu yiğit mücahidleri; “hafazahumullahu ve reâhum” yani Allah onları korusun gözetsin diyerek anmak lazım- terör rejiminin Gazze’ye topyekün asker sokma girişimi hakkında özetle; “bu düşmandan daha çok öldüreceğimiz ve esir alacağımız anlamına gelir” açıklamasından kısa süre sonra kurdukları pusuda 2 leş, 13 yaralı ve 4 esir alıyorlar. Yaralıları almaya gelen helikopterlere de ateş açılıyor ve esir düşmeleri önlemek için Hannibal dedikleri, “esirlerin kurtarılması imkansızsa, esirlerin bulundukları alanla birlikte yok edilmesini öngören askeri protokolü” uygulama izni verdikleri söyleniyor.
Daha da ötesi var. El Kassam, pusu görüntülerinin yayınlanacağını belirtiyor.
Şimdi Beyaz Saray’da toplantı üstüne toplantılar yapılıyor, hepsi çılgına dönmüş vaziyetteler, ellerinden gelse Gazze direnişini durdurmak için dünyanın yarısını yok etmekte zerre kadar tereddüt etmezler.
Yani oradaki halkı düşündükleri için atom bombası atmıyorlar filan değil. Hem bir türlü alamadıkları esirler ve onların yakınları için endişeleri var hem de dünya halklarının artık çok ciddi büyüyen bir karşı duruşu var.
Sınırsız vahşiliklerine, sadistliklerine, kalleşliklerine, kahpeliklerine ve ultra şeytanlıklarına rağmen elleri kolları bağlı kendi çaresizliklerini izliyorlar.
Liderlerinin neredeyse hepsini şehid ediyorlar olmuyor, en hassas sinir uçlarına dokunacak şekilde çoluk çocuk, kadın, gazeteci, aktivisit kim varsa hiç durmadan ve hedef gözetmeden vuruyorlar olmuyor, yaralılar da ölsün, kadınlar doğurmasın diye hastane bırakmıyorlar olmuyor, pes etsinler diye aç bırakıyorlar olmuyor, hain yapılar üretiyorlar olmuyor.
Muhtemelen Trump bugün yarın o bilindik cinnet haliyle boş tehditlerini tekrar edecek: “Hepsi oradan çıkacaklar, orayı onlara bırakmayacağız bla bla..”
Ve inanın çok yakında Filistin’i işgal etmiş bu azgın ibrani güruh, birbirini vurmaya başlayacak.
“Savaşı uzatıp daha fazla rezil olmak, ölmek ve esir vermek istemiyoruz” diyenlerle, pisliklerini örtmek için kendilerini sürekli kan dökmek zorunda hissedenler kesinlikle birbirine girecek.
Ve bu mevzudaki küresel çatlak da büyüyecek. Gazze ödediği devasa bedelle tüm dünyayı en büyük şerden kurtarmaya çok yaklaştı.
Kafalara sığmayan bir husus var. İki buçuk milyonluk bir halk ile tankı, topu, uçağı, gelişmiş füzesi vs olmayan 45 bin savaşçı, sadece siyonist rejim değil tüm Amerika, Avrupa ve neredeyse tüm Arap devletleri karşısında nasıl ayakta kalır, nereye kadar direnebilir?
“Nice az birlik vardır ki, Allah'ın izniyle sayıca çok birliği yenmişlerdir, Allah sabredenlerle beraberdir.” (Bakara 249) Bu ayetin ifade ettiği azlık çokluk arasındaki kıyası sanki şu ayetteki oranla anlama meylindeyiz: “Eğer sizden sabırlı yirmi kişi bulunursa inkâr edenlerden iki yüz kişiyi yener, sizden yüz kişi olursa bin kişiyi yener” (Enfal 65). -Allahu alem- bu ayetteki onda birlik müjde, düşmanla meydan savaşı yapıldığında geçerlidir. Yoksa bir önceki ayet, belki çok daha büyük sayı farklarıyla tarihte sayısız örnekte tecelli etmiştir.
O yüzden olağanüstü sabrıyla ve kullandığı taktiklerle kendi sayısını adeta yüze, bine katlayan çok özel bir grup için, imkânla mantığı birbirinden ayrı düşünmek gerekir.
Bu hususta Türkiye’deki son kıpırdanma da inşallah güzel şeylerin habercisi gibi.
Zaman dâima zalimin aleyhine işler. Hele de bu zalim, yok edilecekleri haber verilmiş bir lanetli topluluk ise o vakit tik tak tik tak diye vuran saniyeler bile çok hızlı geçer.
2027’ye şurada bir buçuk sene kaldı. Siz söyleyin iki sene.
Bu mutlak kötülüğün safındakiler çözülmeye başlasın siz o zaman seyreyleyin gümbürtüyü.
“Onlara vaad edilen helak zamanı sabah vaktidir. Eh, sabah da zaten yaklaşmadı mı?” (Hud 81)