Gazze Benim Meselem Değil Sorunsalı

Abone Ol

İnsanoğlu olarak bizler basit denklemler üzerinden hayatı yorumlarız. Etrafımızda cereyan eden olayları basit dikotomiler, yani birbirine zıt olan ikilikler üzerinden anlamaya çalışırız. Bundan dolayı bir olayı ele alırken bu olayın iyi mi veya kötü mü olduğunu düşünüp dururuz. Benzer şekilde, karar vermek üzere olduğumuzda bu kararın doğru mu yoksa yanlış mı olduğunu tartışırız. Aynı minvalde, bir ticarete girecekken bu ticaretin karlı mı ya da zararlı mı olduğunu hesaplarız. Nihayetinde böyle net ayırımlar yapmaya çalışırız. Böylece zihnimiz ve hayatımız daha derli toplu olur.

Hiç şüphesiz hayatımızı idame ederken sıklıkla başvurduğumuz dikotomilerden biri de zalim-mazlum ikililiğidir. Buna göre bir haksızlığa şahitlik ettiğimizde, bu durum bizi mazlumdan yana taraf olmaya yöneltir. Bir kişi veya grubun acı çektiğini gördüğümüzde, temel sezgilerimiz bizlerin hemen o kişi veya grup ile bağdaşım kurmamızı sağlar. Böylelikle zalime karşı tepki olmaya, mazluma da kol-kanat olmaya çalışırız. Elimizden hiçbir şey gelmediği durumlarda ise zalime karşı en azından buğz, mazluma karşı da asgari merhametimiz harekete geçmektedir. Böylelikle vicdanımız rahat, zihnimiz de berrak hale gelmiş olur.

Yakın tarihimizde zalim ve mazlum ayırımının Gazze’deki gibi apaçık bir hale geldiği çok az vakıa vardır. Buna göre, bir yanda kendi vatan ve mukaddesatları için kısıtlı imkanlar ile mücadele edenler varken, diğer tarafta rakibini çoluk çocuk demeden yok etmeye çalışan bir güruh vardır. Hem mazlum olan taraf insani kuralları dikkate alarak, elinde tuttuğu esirlere dahi kendi yediğinden-içtiğinden verirken; zalim olan taraf, sadece zevk için sivil insanları hedef alabilmektedir. Öyle ki, mazlum olan en temel insani ihtiyaçlardan bile mahrum bırakılırken; zalim olan, küçücük çocukları bile sığındıkları okullarda diri diri yakabilecek canilikleri yapabilmektedir.

Hal böyle olunca ve bütün bunlar dünyanın gözü önünde yaşanınca, neredeyse dünya halklarının tamamı mazlum olanlar ile dayanışma içerisine girmişlerdir. Doğal içgüdülerini, ya da daha yaygın tabir ile vicdanlarını dinleyenler, sokak ve meydanları doldurmuş ve bu mezalimin bitmesi için taleplerini dile getirmişlerdir. Bununla yetinmeyen bir diğer vicdan sahipleri ise bu zulmün bitmesi için bilfiil harekete geçmişlerdir. Buna göre kimileri Gazze halkı için maddi destekler toplarken, kimileri de zulmün ablukasını yıkmak için denizlere yelken açmıştır. Bu arada bu insanları harekete geçiren yegâne şey vicdanları olmuştur. Yani zalim-mazlum ayrımında, mazlumdan yana olma doğal içgüdüleri olmuştur.

Buna karşın, sayıları az da olsa bazı kimselerin Gazze benim meselem değildir, demelerine şahitlik ediyoruz. Yani bu kişiler, Gazze’de yaşananların kendileri için bir öneminin olmadığını ifade etmektedirler. Daha açık bir ifade ile bunlar, dağların bile “ahlar çektiği” Gazzeli çocukların acılarının kendilerini enterese etmediğini söylemektedirler. Temel motivasyonları ilkel milliyetçilik olan bu kimselere göre Gazzeli mazlumlar sırf kendi dilleri ile konuşmadıkları için merhamete layık değillerdir. Gazzeli mazlumlar sırf bunların etnik sınıflandırmalarına göre öteki olarak kaldıkları için, bu zevatlar, hemen hemen bütün insanlığın buluştuğu mazlumdan yana olma doğal eğilimine muhalif olabilmektedirler.

Aslında insanın sahip olduğu farklı kimliklerin yerine göre önemleri vardır. Kürt, Türk veya Arap olmanın insana kattığı farklı eğilim ve özellikler olabilmektedir. Lakin etnik temelli bu kategorilerin çok basit ve ilkel olduğu da apaçık ortadır. Hem bir kişinin bu kimlikleri kazanabilmesi için herhangi zihinsel bir çaba içerisine girmesi de gerekmemektedir. İşte bundan dolayıdır ki bu motivasyon ile hareket edenlerin Gazze’de yaşananlar üzerine kafa yorması beklenmemektedir. Çünkü insanca bir zalim-mazlum ayırımı için asgari bir zihinsel uğraş ile olayları tahlil gerekmektedir. Lakin bu tür kimseler için zalim-mazlum dikotomisi yaşananlar üzerinden değil, etnik temelli milliyetçilik üzerinden belirlenmektedir.