Eyvahlar Olsun! Biz Kendimize Ne Yaptık Böyle!

Abone Ol

Yaklaşık iki asır boyunca coğrafyamızda dindar nüfus toptan sosyal hayatın zindanına hapsedildi. Seküler antiteistler ise görünür sosyal hayatın hükümdarı oldular. Bütün lüks eğlence mekanları, sinema, televizyon ekranları onların hakimiyet alanı olmuştu. Televizyonlarda tek bir örtülü hanımefendiyi ya da dindar sakalı uzatmış tek bir erkeği; dizilerde, Yeşilçam sinemasında namaz kılan birini göremezdiniz. Boğaza nazır restoranlar, elit eğlence mekanları ve tatil merkezleri batıcı seküler antiteistlerindi. Yani toplumun ezici çoğunluğunu oluşturan dindarların yaşam tarzı, görünür sosyal hayatın zindanına hapsedilmişti.

Batı'nın taklitçi uşaklığının aşığı olan bu seküler antiteistler, uyguladıkları politikalarla toplumsal asimilasyonu gerçekleştirmek ve hepimizi Batı’nın kötü bir kopyası kılmak istiyorlardı. Sonuçta görünür sosyal hayat, bir süre sonra toplum tarafından da benimseniyordu. Çünkü insanlar genelde, farklı olmak adına bile aynı şeyleri yapma, görünür toplumsal yaşamı taklit etme eğilimi gösterirler.

Güçlü bir maalesef ile beraber, pasif toplumu asimilasyona tabi tutma politikalarında başarısız oldular diyemeyiz. Sonuçta uzun sayılmayacak bir zaman önce bile, sokaklarımızda bu denli iffetsizce giyinen bir gençliği, bu miktarda alkol tüketen insanları ve bu oranlara ulaşmış ateist, deist, agnostik nüfusu görmüyorduk. Toplumun asimilasyonunu engelleyememe konusunda kendimize ciddi özeleştiri getirmemizi gerektirecek kadar başarılı oldular. Ama bugün konu bu değil. Çünkü konu artık tüm baskı ve zulümlere rağmen kendini koruyabilmiş ama azınlık durumuna düşmüş bizim gibilerle ilgili.

Batı uşaklığının platonik aşığı Batıcı taklitçilerimiz, toplumsal asimilasyonu uzun zaman askeri zorbalıkla desteklenmiş, ellerinde tuttukları siyasi kurumlar ve tekellerinde tuttukları sanat gibi görünen bir sanatla yaptılar. Buna rağmen toplum hiçbir zaman onları kendinden saymadı. Toplumun kendilerini devirmesini engellemek için bolca askeri darbeler yapıp vatandaşlarını öldürdüler, hapsedip işkencelerden geçirdiler ve muhalif olabilecek siyasi partilerin hepsinin ya açılmasını engellediler ya da sonradan kapattılar. Ama bu baskı iklimi, toplumun zindanına atılmış sessiz çoğunluğu hiçbir zaman yıldırmadı.

Ta ki tam anlamıyla muktedir olmasa bile, en azından iktidarda bulununcaya kadar. Toplumun zindanına atılmış bizler, işte o zaman toplumsal zindanın karanlıklarından gün ışığına çıkmaya başladık. Lüks lokantalarda yemek yiyen, televizyon ekranlarında haber sunan örtülü hanımefendiler görünür oldu. Dindar Anadolu sermayesi toparlanıp, burjuva sınıfının sadece sekülerlerin tapulu malı olmadığını bize göstermeye başladı. Resmi kurumlarda bile seccade bulundurmak korkulacak bir şey olmanın ötesine geçip makamın garantörü olarak algılanmaya başlandı.

Mutluyduk. Batıcılar, ilk yıllarda alışık oldukları kirli tezgahlarını tekrar kurup bunu bastırmak istedilerse bile, bilhassa ekonomi politikalarının başarısı, desteğin gün geçtikçe artmasına sebep olmuştu. Sonunda zalim baskı nispeten bastırılmıştı. Gün ışığı güzeldi. Şimdi hayalleri gerçekleştirme zamanıydı.

Ama sonra ilginç şeyler olmaya başladı. Önce baskıyla beslenen, kendimizi koruma duygumuzu, direncimizi yitirdik. Gevşedik. Sonra girdiğimiz mekanın, çıktığımız bozulmuş sokağın rengine büründük. Girdiğimiz mekanları kendimiz yapmadık, mekan bizi kendisine dönüştürdü. Yani zindanın karanlığından çıkmış ama gün ışığının önünde hızla çürümeye başlamıştık.

Artık Batılı gibi yiyip içen, eğlence mekanlarında dans eden, şarkılar söyleyen, halay başını tutan, boyalı, dar hicaplı örtülü bayanlarımız var. Kibirde azgınlaşmış, siyasi oyunlar, yalanlar, iltimaslar, torpiller, hırsızlıklar ve sadece para peşinde koşan abdestli erkeklerimiz var. Biz sekülerleşmiş iktidarın mekanlarını bizim gibi yapamadık. Aksine, seküler iktidarın mekanları, bizi kendine dönüştürdü. Bu manzara karşısında başımızı iki elimizin arasına almaktan başka bir şey de yapamıyoruz. Eyvahlar olsun, biz kendimize ne yaptık böyle!