BDP, Pkk`nin kararından yola çıkıp hiçbir şey yapmayan hükümeti eleştirmiş.
Hükümet, kararın Haziran seçimlerini sabote etmeye yönelik olduğunu açıklamış.
Bu durum üzerine bir sürü adam da ciddi ciddi yorum yapıyorlar 'Ne olacak?' diye.
Şimdi ben de kalkıp bu konuyla ilgili siyasi bir analiz mi yazayım?
Komik olmaz mı sizce?
'Komik olur' dediğinizi duyar gibiyim.
O yüzden analiz değil de konunun tablosuna beraber bakalım diyorum.
Öcalan, 'Önüm açılmazsa Martta aradan çekilirim' diyor. Mesaj açık.
Pkk, mesajı alıyor ve 'Eylemsizlik bitti' diyor.
BDP, bu talimatla yola çıkan Pkk`nin kararını doğru buluyor ve bölgenin barut fıçısı olduğunu söylüyor.
Yani eylemsizliğin kalkmasını destekliyor.
Hükümet talepleri kabul etmemiş diye.
Talepler neymiş biliyor musunuz?
Aponun durumunun iyileştirilmesi, seçim barajının indirilmesi gibi Kürt sorunuyla alakalı(!) konular…
Tüm sorunun Öcalan`ın durumunda kilitlendiğini herkes biliyor.
'Beni ev hapsine alın' diyor Öcalan.
Bir grup hep beraber 'Çözüm istiyorsanız Öcalan`ı ev hapsine alın' diyor.
Liberaller destek çıkıyor.
Hükümet seçimi düşünüp adım atamıyor, MHP üzerinden hesaplar yapıyor. İki partili meclisi hayal ediyor.
Eylemlerin başlaması MHP`yi baraj sınırından kurtarabilir, bu hükümetin işine gelmiyor.
Yani bir yönüyle MHP en büyük desteği Pkk`den alıyor.
Demokratik ortamın cilveleri işte.
Bu arada BDP`nin açılımına bakın
isterseniz.
Barış ve Demokrasi Partisi.
Aynı çizgideki oluşumların hemen hemen tümünde demokrasi kelimesi var.
Hatta Ahmet Türk boşta kalmasın diye İmralı talimatıyla oluşturulan DTK (Demokratik Toplum Kongresi) da demokrat olduğunu iddia ediyor.
Şimdi BDP`nin eylemsizlik kararını desteklemesinin barışla demokrasiyle ne alakası var?
Eylemsizliğin bitmesi sonrası dökülecek kanı barışla, demokrasi ile nasıl izah edecekler?
Yani meclisteki her parti talepleri yerine gelmeyince silaha mı sarılmalı?
Bu arada seçim ne anlama geliyor?
Ama biz de meseleyi çarpıtıyoruz galiba.
En iyisi konuyu bir fıkrayla açıklamak:
Efendim, Diyarbakır`da biri dişçiye gider. Dişini çektirecek; ama dişçide uyuşturma amaçlı ilaç kalmamış.
-Uyuşturucu kalmamış, der dişçi.
-Çok ağrımaz mı diye sorar Diyarbakırlı, biraz da çekinerek.
-Ağrır; ama demiş dişçi. Sen Diyarbakırlısın, dayanırsın.
Çaresiz razı olmuş bizim Diyarbakırlı. Dişçi başlamış uğraşmaya.
Diş bu başka şeye benzemez. Ağrı dayanılmaz bir hal alınca dişçinin elinden kurtulup kaçmış Diyarbakırlı.
-Diyarbakırlıyız dedikse içindeniz demedik, demiş.
İşte BDP`nin durumu da biraz öyle. 'Demokratız' demişse öyle evrensel tanımına göre demokrasiyi kast etmiyorlar.
Kıyısından köşesinden biraz işte.
Modern dünyada bazı ideolojik gruplar neye uzak iseler onu kendilerine bayraklaştırıyorlar.
Reklama dayalı kapitalizmin zihinleri esir almasından dolayı mıdır bilinmez.
Mesela dikta rejimlerinin çoğu 'Halk cumhuriyeti' olduğunu iddia eder. Çin Halk Cumhuriyeti gibi.
40 yıldır Libya`nın başına kabus gibi çöken Kaddafi`nin bulduğu isim de çok orijinal: Libya Halk Sosyalist Cemahiriyesi.
Pkk ve BDP de demokrat olduğunu iddia ediyor.
Hatta demokrasiyi, aileye, bireye kadar indirmekten söz eder İmralı sakini.
Ama sanırım demokrasinin farklı bir tanımı vardır onların yanında.
O demokraside sınırları İmralı belirler.
O her konuda görüş belirtme hakkına sahiptir.
Ama bir kelime ile susturmuştu
Leyla Zana`yı.
Haddi aşan Baydemir gibilere de İmralı`dan 'Ağız yırtma demokrasisini' hatırlatma babından uyarılar gelmişti.
Yani mesele açık.
'Bizim barışımız', 'Bizim demokrasimiz', 'Bizim özgürlüğümüz' esastır.
Maalesef ortada gözüken tablo bundan başkası değil.