İnsanoğlu somut olanı, yani eline-avucuna alıp dokunabildiği şeyi anlamlandırmada daha mahirdir. Her ne kadar soyut işlem becerisi, yani görünmeyen ile ilgili zihinsel beceri, ergenlik dönemi ile beraber gelişmeye başlasa da somut olana meyil insan ömrünün sonuna kadar devam etmektedir. Çünkü somut olan ile ilgili işlemde bulunmak daha kolaydır. Somut olan rahatlıkla kurcalanabilir, parçalarına ayrılıp tekrar bütünleştirilebilir ve nihayetinde daha iyi bilinebilir. Hem dünya imtihanının temel prensibi gayb ile sınanmak iken, peygamberler dahi yüce Allah’ı (cc) gözleri ile görebilmek için ricacı olmuşlardır.
Hiç şüphesiz mesafeler de somut-soyut düzleminde anlam sahibi olmaktadırlar. Yakınlar, gezilip görülebildiği için bizimdir, bizdendir. Buna karşın, uzaklar gidilip görülemediği için zordur, ulaşılmazdır. İşte bundan dolayı, çok uzak olmayan bir zamana kadar, Anadolu’nun taşra bölgelerinden kalkıp büyük şehirlere gitmek, büyük gurbet demekti. Arkada kalanlar için durum daha vahimdi: Büyükşehirden köyüne yılda bir-iki kez dönebilenlere hacdan dönmüş muamelesi yapılırdı. Hele yurt dışı tecrübesi edinmek neredeyse imkânsız olan ile eşdeğer görülürdü. Halbuki artık dünyanın en uzak bölgesine gidip gelmek, hemen hemen bir günlük sürenin altına inmiştir. Böylelikle uzakların büyük kısmı yakına dönüşmüştür.
Öte yandan, kıtalararası yolculukların bile bu kadar kolay hale geldiği günümüzde, Doğu Akdeniz kıyılarında bulunan Gazze şehri, zihinlerimizde gidilebilecek en uzak bölge olarak yer edinmiştir maalesef. Son iki yıldır direkt olarak soykırıma maruz bırakılan ve son 17 yıldır abluka ve muhasara ile mücadele eden Gazze şehri, tahayyülümüzde gidilebilecek en son yer olarak belirmektedir. Elbette bu durumun çok farklı siyasi, lojistik ve güvenlik ile ilgili nedenleri bulunmaktadır. Lakin bir de işin bilinçaltımızda oluşan veya oluşturulan uzak mesafe boyutu vardır. Buna göre dile getirilmese de Gazze bizim için hemen hemen ulaşılamaz, erişilemez bir mesafededir.
Halbuki, Gazze, bu satırları okuyanların çoğunluğu için ortalama 15 saatlik sürüş mesafesindedir. Gerçi, telefonlarımızdaki harita uygulamaları Gazze’ye uygun bir rota çıkarmıyorlar, -ki bunun da zihinlerimizde oluşturulan imkânsız mesafe ile alakası vardır-. Lakin, biliyoruz ki Mescid-i Aksa’ya gittikten sonra, Gazze’ye bir, bir buçuk saatlik bir yol kalacaktır. Tabiri caizse bugün otobüse atlasak, sabahında Gazze’de olabilecek mesafedeyiz. Ya da özel araçları ile gitmek isteyenler için, Gazze yalnızca iki depo benzin kadar uzaklıktadır. Yani düşünüldüğü kadar uzak bir yerde değilmiş Gazze, hatta görece yakın bir yerdeymiş. Birkaç mola verilerek gidilebilecek mesafedeymiş.
Elbette, niyetim hariçten gazel okumak veya güzel sözcükler ile kendimi ve birilerini gaza getirmek değildir. Ben de Gazze’ye gitmeye çalışmanın dahi ne kadar maliyetli olduğunun farkındayım. Bundan dolayı Sumud Filosu’nun aylardır denizde olduğunu ve bu yol ile ablukayı kırmaya çalıştıklarını görmekteyim. Buna rağmen nasıl sahipsiz bırakılıp, israilin müdahalesine açık hale getirildiklerini müşahede etmekteyim. Hem bu saldırı ve kısıtlamalardan dolayı Gazze ile aramızdaki mesafenin imkansıza evrilmeye çalışıldığını da biliyorum. Lakin gözümüzün önünde somut bir biçimde duran 15 saati de görmek ve göstermek istiyorum. Her an arabamıza atlayıp Gazze’ye gidecek hazırlıkta olmak istiyorum.
Nihayetinde, imkansızlığın duvarı da somut adımlar ile parçalanır. Dayatılan şartlar da anca somut eylemler ile işlevsiz hale gelir. Israrlı denemeler sonucunda soyut olan somut zemine çekilir. Hiç şüphesiz, Gazze’ye dair mesafemiz de yola çıktıkça, yol aldıkça imkansızdan 15 saate, hatta daha da aşağısına düşecektir. Denizden, karadan, hatta mümkünse havadan bir daha, bir daha denenerek zulüm durdurulabilecektir. Böylece biz de kendimizi kurtarabileceğiz belki de.