Ev hanımı mı? Kariyer mi?

Abone Ol

Bebeksiz bir geleceğe doğru hızla yol alıyoruz. Evliliklerin azalmasıyla birlikte bebeksiz evlilikler de hızla artıyor. Nüfusun hızlıca yaşlandığı bir süreçle karşı karşıyayız.

Peki neden?

Birçok neden anlatılabilir ama en büyük neden, toplumda “annelik rolünün” değer kaybetmesidir. Annelik rolü, sistematik olarak küçümsendiği bir dönemi yaşıyoruz. Küresel hegemonya, sistematik olarak “annelik duygusunu” ortadan kaldırmaya çalışıyor. “Kariyer” adı altında kadına ayrı bir rol biçmeye çalışıyor.

Kariyer planlamasını kadınlar için öncelikli bir başarı olarak sunuyor. Çalışan bir kadının çocuk yapması “kariyer yolunda” bir engel olarak görülüyor. Öyle bir noktaya ulaştırdılar ki bir kadına, “İşin nedir?” sorusuna “Ev hanımıyım” demeye utanır hale getirdiler.

Oysa bir kadın için en büyük kariyer anneliktir. Bu kutsal makamda en önemli kariyer aile yuvasını idare etmek ve bir nesil yetiştirmektir. Hangi kariyer, neslin devam etmesinin önüne geçebilir? Lakin bir çocuğun eğitimi ilkin aileden başlar ve bu temel taşı oluşturan annelerdir. Şüphesiz ki çocuğun ilk mürebbisi annesidir.

İfsat güçlerinin “annelik duygusunu” küçümsemesi tesadüfi değildir. Bu kurum üzerine çalışan ifsat güçleri, toplumu can damarından vuruyor. Feminist akımlar, kadını iş hayatına iterken annelik rolünü “ücretsiz ev işçiliği” olarak tanımlayarak değersizleştirme gayretindedirler. Bu durum ise toplumun fıtratına ve geleceğine darbedir. Bu saldırılarla geleneksel ve toplumsal normları zayıflatma peşindeler. Bu normlar zayıfladıkça “annelik duygusu” zedelenir ve neslin yeterince devam etmesi engellenmiş olur.

Toplumun en büyük musibeti, kadın için en kutsal olan “annelik” duygusunun yerine “kariyer” gibi farklı önceliklerin getirilmesidir. Hatta muhafazakâr ailelerde yetişen kızlarda bile “Ev hanımı” olma önceliği hedef olarak artık görülmüyor.

Bu durum sadece bizim ülkemiz için değil, küresel bir tehdide dönüşmüştür. Bu tehlike artık devletlerin en büyük sorunu olarak ortada duruyor. Bunu yeniden tamir etmek için bir sürü yasa düzenlemesine gitmişler. Fakat yasa düzenlemeyle annelik duyguları kazandırılmaz.

Türkiye’de 2025 yılı her ne kadar “Aile yılı” olarak ilan edilmişse de bu tehlike hızla ilerliyor. Bu tehlikeyi bertaraf etmenin ilk adımı, sapkın çalışmaların önüne geçmek ve faaliyetlerine yasak getirmektir. “Toplumsal cinsiyet ideolojisi” gibi akımların tamamen ortadan kaldırılmasıdır. Evliliğe ve annelik duygularına saldıran, onu basitleştirmeye çalışan her akımla ciddi bir mücadele verilmelidir.

Sonuç olarak; şer güçlerinin “anneliği” küçümseyen negatif etkilerine karşı topyekûn bir mücadele şarttır. Manevi değerleri ihya etmek ve kutsal olan “annelik duygularını” yeşertmek asli bir mecburiyettir. Geleneklerimiz ve dini inançlarımızla topyekûn bir bilinç oluşturmalıyız. Peygamber efendimizin, “Cennet annelerinin ayakları altındadır” diyerek işaret edilen o yüce mertebeyle gelecek neslimizi muhafaza edebiliriz. Aksi halde bebeksiz bir gelecekle ve ihtiyar bir nüfusla karşı karşıya kalacağız.