Düzen düşürmek mi düzen kurmak mı?

Abone Ol

“Arap Baharı” sırasında atılan en meşhur sloganlardan bir şuydu: “Halk, düzenin düşmesini istiyor!”

Kulağa çok hoş gelen bir slogan… Ne de olsa Arap İslam dünyasındaki “vekil düzenler”, halkın canına okumuşlar, değerleri de darmadağın etmişlerdi. Zalimlerin gitmesi elbette iyiydi. Bu, sadece göstericilerin değil, hepimizin ortak görüşüydü.

Ortak duygular ve ortak söylem, çoğu zaman iyidir. Ama kimi zaman, düşünmeyi engelleyecek kadar sorunludur. Zira birlikteliğin getirdiği coşku, düşünmeyi unutturabilir.

Sahi yüz yıldır, düzeni yıkmakla ilgili düşündüğümüzün onda biri kadar, yeni bir düzen kurmak için düşündük mü? Epey kuşkulu hatta kesinlikle hayır!

Oysa yeni bir düzen düşüncesinden bağımsız düşünüldüğünde “Düzen yıkılsın!” sloganı, biraz Bedevi kültürle, epey de modern dünyanın anarşistliğinden uzak değil.

Kültürle modernizm arasındaki sıkışmışlık, burada da bizi yakalayıp kilitliyor. Salt düzen karşıtlığı, bu sıkışmışlık içinde ödüllendiriliyor, alkışlanıyor, aksi hâli de ilgisizlikle cezalandırılıyor. Çünkü böyle bir tutum, gizli bir düzen yanlılığı olarak görülüyor.

Haçlı Seferleri sırasında da Müslümanlar, ilkin felaketi salt istila olarak görmüşlerdi. İstilanın arka planında dağılmışlığın olduğunu ve farklı bir düzen oluşturmamanın istila karşıtlığını zayıflattığını ve istilanın ömrünü uzattığını görememişlerdi.

Ne var ki o gün yeni bir düzenle ilgili güçlü bir arayış vardı. Siyasiler ve askerler, günü kurtarmayla uğraşırken alimler, gaziler ve devrin etkili sivil toplumu sûfi önderler, bir şekilde buluşup sorunun yeni bir düzen umuduyla ilgili olduğunu gördüler ve o düzeni kurdular. Onun hemen ardından Haçlılar, bir süre ayak direttilerse de geri çekilmek zorunda kaldılar.

Bugünün dünyasının daha karmaşık olduğu kesin. Ama bugün o yöndeki çabaların da çok daha zayıf olduğu da açık. Yirminci yüzyılda başarıya ulaşan nice kurtuluş hareketinin düzen kurmaktan aciz kalınca kazanımlarının aleyhine döndüğünü bilmek de bizi kendimize getirmedi.

Buna aykırı bir misal, yakın dönemde merhum Necmettin Erbakan’ın “Adil Düzen” tasarısını hatırlayın. Halkın çoğu, bu tasarının içeriğini bilmiyordu, onunla ilgili anlatılanları da anlamıyordu. Ama o düzen tasarısı, kitleleri heyecanlandırdı ve iktidar yolunu açtı.

Düzen umuttur. Umut, coşku hasıl eder ve planlanmış bir coşku, değişim getirir. Buna karşılık düzensizlik kaostur.
Bilinenin aksine kitleler, olağanüstü hâller dışında muhafazakârdır. Olağanüstü hallerdeki devrimciliğinden de çabuk tövbe eder.

Halk, kaosu sevmez ve çoğu zaman en kötü düzeni düzensizliğe tercih eder. Bunun için düzen teklifi olmayan sloganları, normal hâllerde, daha doğrusu aklı coşkuya yenilmemişken istihza ile karşılar. Zaman zaman o sloganları destekler görünse de hakikatte ciddiye almaz.

Öyleyse bugün olması gereken Müslüman dünyanın, çok sayıda düzen alternatifi geliştirmesidir. Daha doğrusu çok aşamalı ve mekânlara uyarlanmış modelleri bulunan düzen alternatifleri geliştirmek elzemdir.

Seyyid Kutub, “İslam’da Sosyal Adalet” kitabını yazarken böyle başlamıştı. Önerisini “Yoldaki İşaretler” ile bitirdi. Ama algılar hep düzen yıkmaya yönelik olunca onun düzen önerisi, hep düzen yıkma yönünde anlaşıldı.

Bugün de Seyyid Kutub, denince neredeyse herkes onu düzen yıkma ile anıyor. Oysa Seyyid, orada durmayacak kadar bilge bir insandı.

Artık alimleri yanlış anlama kolaylığından kaçınıp işinin ehlinin “Nasıl bir düzen?” sorusuna cevap vermesinin zamanı geldi geçiyor.