Dos(t)doğru Söylemeli Kürt Meselesinin Çözümündeki Muğlak "Ayak-lar"

Abone Ol

Kürtleri dörde bölenlerin bu parçalanmışlık üzerinden İslam coğrafyasının kalbi diyebileceğimiz İstanbul, Tahran, Bağdat, Şam ve civar başkentleri yaklaşık yüz yıldır dizayn ettiği apaçık bir gerçek. ‘Tavşan kaç tazı tut’ politikalarıyla Siyonist yularlı Batı, bu coğrafyayı kesintisiz bir çatışma ve husumet alanına çevirdi. Aynı zamanda devşirme projelerini cari etmeye aracı etti.

Kürt meselesi, Batılıların müdahil olmayacağı ve asgari olarak Ankara, Tahran, Şam ve Bağdat'ın oturacağı kardeşlik masası ile ancak kat’i bir çözüme kavuşur. Bunun dışındaki tekli çözümler lokalize ve pansuman çözümlerdir ve kaşıdığınızda diğer parçalar bu kavgaya elverişli hale getirilebilir. Mesela Irak Kürdistan'ı özerk bir statüye kavuştuğu halde Suriye ve Türkiye’deki iltisaklı Kürtler tarafından “Kürtlere çatı ve merkez” olma kavgası verildi.

Dolayısıyla Batılılar yüz yıldır yatırım yaptıkları Kürtleri ancak daha karlı bir alışveriş için satabilirlerdi. Ve dolayısıyla ‘bir sabah ansızın’ iki zıt ve düşman kutbun bu meseleyi, normal şartlarda akla ziyan bir öneri ile çözme iradesi göstermesi elbette normal değildi. Uzun olgunlaşma görüşmelerinin tezahürüydü elbet. Tek sorun, formülü zinhar kabul etmeyecek milliyetçi Türkler ile PKK/HDP'li Kürdleri ikna aşamasıydı.

Türklere sunulan formül; "terörist başı Öcalan örgüte silah bıraktıracak ve gelip düz ovada siyaset yapacak" şeklindeydi. Ve bu süreçte iktidar görünürde uzlaşmanın ruhuna aykırı olarak örgüte yönelik hiç olmadığı kadar ağır ve sert ifadeler kullanmakla kalmadı hiç olmadığı kadar örgüte içeride ve dışarıda operasyonlar yaptı ve hiç olmadığı kadar örgüt üyesi etkisiz hale getirildi. Sayın Cumhurbaşkanı bunu, "ya silahları ile teslim olacaklar ya da silahları ile gömülecekler" şeklinde formüle etti. Bu formül Türkleri memnun ederken PKK/DEM yandaşlarının kızılca kıyameti koparacağı bekleniyordu. Ama öyle olmadı. Hiç olmadığı kadar yumuşak ve uysal bir tavır takındılar. Yandaşlarını da "önderlik Bahçeli'yi bile masaya mecbur etti. Esas kazanımımız Suriye'de olacak" vaadiyle ikna etmişlerdi. Bölgede onlarca kişiden "Bahçeli de yola geldi” şeklinde cümleler duydum.

Bu süreçte esas Kandil'in tutumu merak ediliyordu ve önemliydi. Öyle ya Öcalan'ın birçok çözüm önerisini; "önderlik esaret altındayken doğru karar veremez" diyerek reddetmişlerdi. Ancak tamamen israil ve ABD kontrolünde olan Kandil, sürece tamamen mutabık kaldı. Bu da süreçte ABD ve israilin rolüne işaret eden açık bir gösterge idi. Suriye'de PKK/PYD'ye ordu kurdurarak eğitip donatan, helikopter bile veren ABD'nin sessizliğinin başka izahı olamazdı. Süreçte ve görüşme turlarında PKK/DEM dışındaki Kürtlerin tamamının dışarıda tutulması da meseleyi izaha yeter sanırım. Yanı sıra iktidara içeride ve dışarıda sınırsız bir hareket ve teveccüh alanı oluşturuldu. Ortadoğu'da önü açılan iki ülkeden biri oldu Türkiye. israille çatışan bütün ülke ve yapılar budandı. israilin güvenlik kaygısı hiç olmadığı kadar minimize olmuş. Ana muhalefete yapılan operasyonlar Batı’nın sessiz kalacağı cinsten değildir. TÜSİAD durup dururken iktidarı muhkemleştirecek sözler sarf etti. DEM genel başkanı, sayın Bahçeli'yi, kardeşliklerinin garantisi gördüğünü, telefon görüşmesinde sağlığı için yaptığı duaya serpiştirdiği cümleler ile ilan etti.

Belki de en büyük sorun halkların bağımsız düşünebilme kabiliyetini kaybetmesiydi. Yine de her şeye rağmen Kürtler için PKK'dan kurtulmaktan daha hayırlı bir sonuç olamaz.