Haramilere havale heyulamız. Kırbaçlar şakıyor, piramitler seramonisinde. İniltileri yükseliyor arşa, taş taşıyan kölelerin. Kahinler kaç bin yıldır yılmadılar, ejderha yutan asalara rağmen.
Çıkmıyor aklımdan işte; çıkmıyor. Koşuyorum, boğuşuyorum, sulara dalıyorum, çamura banıyorum nafile... Sağa sola çarpmadan yürümeye çalışıyorum beyhude... Derin uykular besliyorum yumuk gözlerimde biçare... Uyanık zannediyorum ölüm uykularında gezinirken. Rüyaları tahvil ediyorum hayata; bedava bedava.
Nasıl kazınmışsanız üstüme, kalbime... Nasıl sinmişseniz irademe... Öylece beni almışsınız benden. Lal olsun dilim, kör olsun gözüm ve sağır olsun kulağım. Söküp atacağım oralardan sizi ya da onları benden...
Dolambaçlı yollardan varabiliyorum, dikenli patikalardan, vahşi hayvanların vadilerinden, sarp dağlardan geliyorum bir vuslat ümidiyle. Kurtuluyorum bir keskin avcının mavzerinden. Ormancılar kol geziyor, zabitler “matbu ve kat’i fermanlar” saklıyor keselerinde; "ferman padişahındır".
Aşmalıyım bu dağın cehennemi bu yüzünü. Arkasında doğacak güneşe çocuklar boğazlamalıyım İbrahim’im diye.
Bir bir yitirdim kardeşlerimi bu yolda. Kimini sarayda unuttum. Kimini bir bağda, diğerini bir bahçede ötekini birkaç akçede... Bu aşka kardeş mi dayanır. Ne yürekler kuruttun sen ey aşkım. Ve ne yürekler dirilttin yeniden.
Bak bir vaveyla koptu yine yüreğimde. Ya babamın hikayesi yalan ise...! Ya ateş çukurlarına atılmış bir kardeşimiz yok ise...! Bir anlatı uğruna ya Rab ne yiğitler yitiyor.
Tüm saraylar seferberlik ilan etmiş. Tüm savaşlar bir tek savaş içinmiş. Tüm namlular bir tek ona doğrultulmuş. Bir anlatı çocuğu... Babamın kadim hikayesi; kayıp çocuk, kayıp kardeşim...
Vurulmuşum bir kez hikayene kardeşim. Peşimde ordular, kolordular... Eşkiyayı salmışlar üstüme birkaç merkep ile bir at nalına. Kardeşlerim de kanmış hikâyenin avutan, uyutan ninnisine. Kurtlar bin bir çeşit posta bürünmüş vadilerin en dar yerinde. Tellallar sarayları aklama telaşında. Ak akçe "Ak" gün için toplanmakta.
Etrafında dolanıyorum şehirlerin. Bir ifrit ile bin iftira, bini bir para... Şehirlere inemiyorum. Annemi soracaktım, bir dua kuşanma uğruna. Bitik kardeşlerimle yitik kardeşimizi arayacaktık. Ben de biter miyim? Ben de yiter miyim bilmiyorum? Dahası bir başıma yeter miyim?
Offf! Offf! Yeter sıkıldım! Aciz hissettirdi. Kadim krallıkların en mahir askerlerce korunan en mahrem sırlarının saklı olduğu en muhkem kalelerin en karanlık dehlizlerine ulaşmaktan daha cefakardır sana olan sevdam, ey kardeşim. Ve bu hiç adil değil. Hele âkil hiç değildir. Ve eğer yitikse usum, kızılca kıyametler koparmalıyım. Ve eğer seher meltemleri taşımamışsa senden bir rayiha, Şems Leyla'ya doğmuyorsa, cenk kılıca abanmıyorsa, ben de yanardım; yakardım, vurgunluğumun yolunda. Bağrımı yırtar, sırtımı dağlardım, dört nala koştururum rahvan atları, bilinmez diyarlara.
Şafağa asılırdım, sökülünceye değin, bütün hünerimle. Güneşe siper olurdum, bir akşam vakti batmasın diye. Belki yanardım, yakardım. Külünden, külümden Tanrı tekrar yaratsın dünyayı diye. Okyanuslar yutardım susuzluğuma sebep. Ve kim bilir daha neler yapardım vurulup ölesiye değin