Dışişleri Bakanlığı, gurbetçilerin “resmen” soyulmalarına son verdiremez mi?

Abone Ol

Yollar, Avrupa'da yaşayan milyonlarca gurbetçinin kâbusu oldu.

Önceleri sadece karayolu ile gidenler havadan - sudan bahanelerle rüşvet vermek zorunda bırakılırlardı. Ki bu da sadece bazı Balkan ülkeleriyle sınırlıydı. Bir de rüşvet vermek zorunda bırakılmanız için illa da bir kanunu ihlal etmeniz gerekmiyordu. Örneğin, polis kontrolünde veya gümrük kapısında keyfi olarak saatlerce bekletilmek ve güya gümrüğe aykırı bir şey götürüp götürmediğinizi bilmek bahanesiyle eşyanızın çıkarılıp etrafa saçılmasını istemiyorsanız, bu rüşveti vereceksiniz.

Yanlış anlaşılmasın, burada söz konusu ettiğimiz rüşvet, kuralları – kanunları ihlal eden gurbetçilere hak ettikleri cezanın kesilmesi değildir. Kuralları – kanunları ihlal edenler tabii ki, hak ettikleri cezalara çarptırılmalıdır. Bizim itirazımız, basbayağı rüşvetedir, rüşvetçileredir. Gurbetçilerin önceleri kimi Balkan ülkelerinde maruz bırakıldıkları bu rüşvetin türü ve miktarı da aşağı yukarı belliydi: Bir paket veya bir karton sigara… Komşuya bir çorba parası… İçki veya diğer meşrubatlar… Ve bir de 5 Euro’dan tutun da belki 100 Euro’ya kadar çıkabilen nakit para…

Gurbetçiler bu tür rüşvetlerin artık bitme noktasına geldiğinin sevincini yaşayamadan, bu kez de “resmi” bir soygun ile karşı karşıyadırlar.

Gurbetçiler, taktıkları küpe, bilezik, kolye ve yüzük gibi ziynet eşyaları için para cezasına çarptırılıyorlar. Öyle ki, bu cezalar bazen binlerce Euroya kadar çıkabiliyor. Takılarınızı önce tartıyorlar. Ağırlığına göre kesiyorlar cezayı… Dolayısıyla bu cezalar kimilerinde binlerce Euroya kadar çıkabiliyor. Sözün burasında aklınız hemen Balkan ülkelerine gitmesin… Bunlar çoğunlukla Avrupa ülkeleridir. Takılarınızı takmış olmanız veya yol güvenliği nedeniyle çantanıza koymuş olmanız önemli değildir. Saklıyor bile olsanız, onu memurların dikkatinden kaçırmanız neredeyse imkânsızdır. Çünkü bir uyuşturucu arama hassasiyetiyle altınları arıyorlar. Böylece gurbetçiler hem kaçakçı muamelesine maruz bırakılarak onurlarıyla oynanıyor ve hem de alın teri ile kazandıkları emeklerine el konuluyor. Üstüne üstlük bir de kaçakçı duruma düşürülüyorsunuz. İstisnaları dışında her kadın az ya da çok ziynet eşyası taktığına göre, “ceza” adıyla yapılan bu gaspın da her yıl milyonlarca Euro olduğu unutulmamalıdır.

Sözümüzün başında da dediğimiz gibi, sılaya gidiş de, sıladan dönüş de bir kâbus oldu adeta. Mağdurlar, alın terlerinin gasp edilmesine mi yansınlar veya kendi mallarının kaçakçısı olma muamelesine tabi tutulmalarına mı, gerçekten de zor…

Gurbetçiler, bu gaspı kendi imkanlarıyla engelleyemeyeceklerine göre, iş Türkiye’ye düşmektedir. Dolayısıyla biz gurbetçilerin çığlığı ve çağrısı Türkiye’ye ve temennimiz Türkiye'nin bu soruna bigâne kalmamasıdır. Bunları yazarken, üzerime çöken şu karamsarlığı da paylaşmadan geçemeyeceğim: Soykırımcı dedikleri İsrail ile ticaretini sürdürmek suretiyle hala Gazzelilerin çığlıklarına bigâne kalanlar, Avrupa Birliği'nden gelebilecek muhtemel avantalar nedeniyle gurbetçilerin sorunlarına mı bigâne kalmayacaklar?

Biz yine de dua edelim ki, her iki konuda da bizleri olumlu yönde şaşırtsınlar, hem de bir an önce...