Direniş ile Güç Savaşını Sizce Kim Kazanır?

Abone Ol

Sosyolojik kurguları ve matematiksel hesapları seven kimileri için “güç”, belirleyici tek etkendir. Doğrusu, aksini iddia edenleri küçümseyen, Batı benzeri entelektüelliği tek merkez kabul eden ve bunu da farkında olmadan zihninin alt kodlarına yerleştirmiş çok kişi gördüm. Tıpkı Batılılar gibi değerlendirmeleri istatistikidir. Aşırıya kaçmış bir yorum olarak mühürlenirse bile, “materyalistçedir”. Onlara göre, gücün efendileri olmadan yapılacak direnişi tanımlayacak kavram “aptallıktır”. İslam aleminin içler acısı durumu da ortada. Güç merkezleri kendilerinden fersah fersah uzaklarda. En iyi ihtimaller hesabın içinde merkeze doğru kaydırılsa bile yakın zaman dilimlerinin hiçbirinde İslam aleminin küresel güç merkezi haline gelişi mümkün görünmüyor. Öyleyse….?

Neyse, okuyucularımızdan bir de ricam olacak. Lütfen, “güç mü yoksa direniş mi önemlidir?” gibi sorulan sorulara, “her ikisi de önemlidir” cevabının kolaylığıyla ve bilgiçliğiyle cevap vermeyelim. Çünkü bu soruyu soracak her kişi, her ikisinin de önemli olduğunu zaten bilmektedir. Ve yine zaten, seçimler, ikisini bir arada seçmenin mümkün olmadığı anlarda yapılır. Enfal Suresi 60. ayet, yani “besili atlar hazırlayın” emri ve direniş ile güç arasındaki dengeyi, imanın oranı ile ölçen yine Enfal Suresi 65. ve 66. ayetler eminim hepimizin aklına gelmiştir.

Şimdi soruyoruz, hemen şu anda, mevcut bütün şartlar değerlendirildiğinde; İslam aleminin acilen “direnişe” mi ihtiyacı vardır yoksa akıllıca beklenecek bir “güce” mi? Bu sorunun cevabı, İslami endişeleri olan bireylerin yaşamını ve (varsa) İslami endişelere sahip hükümetlerin politikalarını belirleyecektir. Çünkü “Direnişi” seçecek olurlarsa, “Güç” ile savaşacaklardır. “Gücü” seçecek olurlarsa bekleyeceklerdir. İnce detaylarda yaşanacak acılar, yıkımlar veya beklerken geliştirilecek politikalar’dan bahsetmek uzun bir yazının konusudur ama belki bekleyenlere, kendileri güçlü olmayı beklerken, güçlü olanların da beklemeyeceğini hatırlatmamız gerekiyordur.

“Direniş” ile “güç” arasındaki farkları değerlendirirken tarafsız olabilecek miyiz? Peşinen itiraf ediyorum. Mümkün değil? Çünkü direnişin tüm fedakarlığını omuzuna almayı kabul eden kardeşlerimizi, “güçsüz olmak” veya “güç” beklentisi içinde olmak bahanesiyle yalnız bıraktık. Bu bekleyiş, İslam coğrafyasında sınırsız konfor arayışının ve aynı anda yaşanan yönetimsel zilletlerin azalmasını da sağlamamıştır. Yine de değerlendirmelerimizin bütün güç arayışlarını veya zamanı gelinceye kadar bekleme seçeneklerinin hepsini kapsamadığı, günümüz mevcut durumla ilintili olduğunu not edelim.

Şimdi karşılaştıralım. Direniş, güçlü bir ruh ister. Güç ise, ruhlu-ruhsuz daha çok beden, akıl, matematik, makine ister.

Direniş, eylemde sabır ister. Eylemde sabır beraberinde; yıkıma, ölüme, açlığa, ihanete ve sefalete sabır gerektirir. Güç, zamandan sabır ister. Ölümü, yıkımı ve sefaleti en asgari düzeye indirme vaadinde bulunur.

Direniş, korkusuzdur, cesaret ve iman ister. Gücün cesarete çok da ihtiyacı yoktur. Daha çok duygudan arınık akıl ister.

Direniş, boyundan büyük işler olup olmadığına bakmaz, mücadele eder. Her sonucu kazanç olarak görür. Yaratılışın amacının direniş yolunda yürümek olduğunu düşünür. Güç, ya mücadele edenleri yok eder ya da mücadele zamanını rahatça kazanacağını düşündüğü zamana kadar bekler.

Dirilişin vaad ettiği onur, erdem, ilke, gücün vaadi, az bedelle büyük ve kesin bir zaferdir.

Güçte yaşam önemliyken, direnişte yaşam ve ölüm aynı şeydir.

Direniş, bazen toplu olarak yok olur. Bazen hedeflediği sonucun tersi sonuçlar doğurur. Bazen devrim, önce çocuklarını yer. Ama direniş, ruh verir, diriltir, yaşamın anlamını tarihimize miras bırakır. Güç, direnişin ilkelerinin yayılışını hızlandırabilir ama genelde güç; zehirlidir, kibirlidir, konfor düşkünüdür.