Bismihi Teâlâ.
Cumhuriyet’le neler vaat edilmiyordu ki…
Yeni bir çağ, yeni bir insan, yeni bir ülke.
Eğer dinî geleneklere bu kadar hazımsız yaklaşılmasaydı,
belki Cennet’in anahtarları dahi bu topraklara sunulacaktı.
Fakat tarih, bazen bir ütopyanın gölgesinde yürüyor.
Medreseler, tekkeler, zaviyeler susturuldu;
halifelik tarihin raflarına kaldırıldı.
Harf devrimiyle hafıza resetlendi.
Karma eğitimle gelenekle gelecek çatıştırıldı.
Bütün bunlar —baskının sesiyle, hilenin nefesiyle— bir bir inşa edildi.
Cumhuriyet, bir umut destanı gibi sunuldu:
“Herkese eğitim, herkese gelecek!” deniyordu.
Ama aradan geçen bir asrı aşkın zamanda,
eğitim genç dimağları besleyecek bir pınar olacağına,
ideolojik bir atölyeye dönüştü.
Kemalizm’in kalıpları, zihinlere nakış nakış işlendi.
“Bilim ışığı yolumuzu aydınlatacak” denildi,
fakat o ışık çoğu zaman karanlığa yenik düştü.
Kemalizm’in keskin kaleminden çıkan mürekkep,
gençlerin ruhunda kimi zaman bir inanç boşluğu,
kimi zaman da yönünü yitirmiş bir arayış bıraktı.
Devrimler kutsallaştırıldı,
sorgulamak neredeyse günah sayıldı.
Laiklik, sönmeyen bir mum gibi sürekli üflendi
ama aydınlatamadı.
Bugün hâlâ aynı kalıplar yürürlükte.
Fakat gençlik artık rüzgârın yönünü hissediyor;
dünya değişiyor, perdeler aralanıyor.
Çünkü eğitim, sadece bilgi aktarmak değildir.
Vicdanı, merhameti ve özgür iradeyi büyütmektir.
Aksi hâlde “yağmurdan kaçarken doluya tutuluruz”;
sistemi koruma uğruna kendi çocuklarımızı kaybederiz.
Gerçek eğitim, korkuyu değil merakı besler;
suskunluğu değil sorgulamayı öğretir.
Unutmayalım: “Sakınan göze çöp batar.”
Eğer gözlerimizi kapalı tutarsak,
geleceğimiz de karanlıkta kalır.
Bir ülkenin geleceği,
sadece kanunlarla ya da kurumlarla inşa edilemez.
Gerçek kalkınma,
özgür düşünebilen,
vicdan sahibi ve sorumluluk bilinciyle yetişmiş bireylerle mümkündür.
Kalın sağlıcakla…