Bir arkadaşım Filistin’deki katliam konusunda ne kadar duyarlı olduğunu göstermek için bana şöyle söylemişti: “Filistin’de bombalan hastaneleri okulları ve orada ölen çocukları görmeye dayanamıyorum. Açlıktan ölen bir bebek gördüğümde yüreğim dağlanıyor. Bebeğinin parçalanmış cesedini öpmeye çalışan bir anne gördüğümde kalbim duracakmış gibi oluyor. O yüzden televizyonda Filistin haberi çıktığı anda kanal değiştiriyorum. Çünkü izlemeye gücüm yetmiyor.”
Arkadaşım sözünü bitirdikten sonra takdir beklercesine baktı bana. Ve ben gözlerimden akan bir damla göz yaşını gizlemeye çalışarak ona şunu söyledim: “Evet milyonlarca Müslüman senin gibi düşünüyor ve öyle yapıyor. Bu da gösteriyor ki, Filistin davası artık bil fiil sahipsiz kalmıştır. Filistin davasının tek sahibi Allah ve Gazzeli mazlum halktır. Rabbim bunun hesabını bizden sormasın, zira hesabı çok çetin olacaktır.”
Başka bir arkadaşım, Gazze’de 500 mazlumun katledildiği hastane bombardımanının hemen ardından, telefonunu ve televizyonunu kapatıp kendini dünyadan izole etmişti ve ona ulaşma çabalarım tümüyle akim kalmıştı. En nihayetinde bir fırsatını bulup da neden böyle yaptığını sorduğumda. “Böyle yapmasam aklımı yitirebilirdim” diye cevap vermişti. Ve ben ona: “Dışarı çıksaydın, biber gazı seni kendine getirirdi” diye tavsiyede bulunmuştum. Bir dahakine öyle yaptı ve kendini çok daha iyi hissettiğini ifade etti.
Dikkat ederseniz her iki durumda da yaptıklarımızı Gazzeli mazlumlar için değil, kendimizi daha iyi hissetmek için yapıyoruz. Bu kötü bir şey değil aslında, bilakis vicdanlı olmanın göstergesidir, ancak üç maymunu oynamamızın Filistin’de katledilen kadın ve çocuklara hiçbir faydası dokunmuyor.
Hemen yanı başımızda, gözümüzün önünde bir halk sistematik şekilde yok ediliyor. Ailelerin yaşadığı evlere ve çadırlara bombalar yağıyor, kadınların bebekleriyle beraber sığındığı okullar mezarlığa dönüyor, anneler çocuklarının cansız bedenlerini battaniyelere sararak defnediyor. Yaşlılar açlıktan çığlık atıyor, çocuklar artık oyun oynamıyor; çünkü artık onlar bu savaşın meşru hedefleri.
Ve bu katliam; medeniyetin, uluslararası hukukun, insan haklarının en yüksek perdeden savunulduğu bir çağda, 21. yüzyılın göbeğinde, herkesin cep telefonlarından canlı izleyebildiği bir vahşet olarak yaşanıyor.
Katliam korkunç ama daha korkunç olanı, bu acıyı yaşayanların hissettikleri yalnızlık ve sahipsizlik hissi. Çünkü katliamın hemen yanı başında, o zulme uğrayan halkla gönül bağı olan başka bir halk sessiz kalıyor. Bağırması gerekenler susuyor. Protesto etmesi gerekenler televizyon karşısında Filistin haberlerini atlayıp dizi filmlerini izliyor. Dua etmesi gerekenler, menfaatleri zarar görür diye gözlerini kapatıyor. Oysa bu sessizlik, sadece ahlaki bir çöküş değil; aynı zamanda ulusal bir çöküşün ön habercisi.
Çünkü Zulme Sessizlik, Zulmü Güçlendirir
Bugün Gazze’de yapılan katliama sessiz kalanlar, yarın kendi kapılarının çalınmayacağını mı sanıyor? Tarih bize öğretti ki; zulüm bir kez karşılıksız kaldığında, büyüyerek döner. Sessizlik, zalimi daha cüretkâr yapar. “Kimse ses çıkarmıyor, demek ki devam edebilirim” dedirtir.
Dünyanın geri kalanının bu katliama sessiz kalmasını anlayabiliyoruz, ama ya katledilen bu halkın dindaşları, sevdalıları, aynı dilde ibadet edenleri, aynı duaları mırıldananları, benzer acılarla büyüyenleri?
İşte asıl kırılma burada başlıyor.
Korkaklık, Vicdandan Daha Güçlü Olduğunda
Zulüm karşısında ses çıkarmamak sadece korkaklık değildir. Aynı zamanda suç ortaklığıdır. Çünkü “Zulme sessiz kalan dilsiz şeytandır.” Gönül bağı, sadece sevinçte paydaş olmakla ölçülmez. Asıl sınav acıda verilir. Hele ki sessiz kalanlar, ekonomik kayıplar yaşamamak için susuyorsa, bu suskunluk yalnızca bir zayıflık değil, bilinçli bir tercihtir.
Bazıları “çocuklarımızı riske atamayız” diyor. Doğru. Ama başka çocuklar ölüyor. Sadece birkaç gıda kolisi göndererek ya da sosyal medyada bir kare paylaşarak vicdan rahatlatılmaz. Zulüm karşısında gerçekten dik durmayan her toplum, sessizliğini bir gün kendi mezar taşına yazdırır.
Ve Sıra Size Gelecek
Bugün kendi konforları bozulmasın diye üç maymunu oynayanlar, şunu unutmamalı: Adaletin olmadığı dünyada hiçbir halk sonsuza dek güvende değildir. Bugün başkaları yanıyor olabilir, ama yangın hızlı yayılır. Ateşin dili yoktur; ırk, millet, mezhep ayırmaz. Yayıldıkça yayılır ve bir gün gelir seni bulur.
Kendi çocuklarına zarar gelmesin diye Gazzeli çocukları yüz üstü bıraktığın gibi, bir başkası da senin çocuğuna sırtını çevirecek. Haberlerde senin acını görmemek için kanal değiştirecek.
Gazzeli bir anne ya da baba gibi avazın çıktığı kadar bağıracaksın ancak sesin bir metre uzaktan bile duyulmayacak.
Uyanmak İçin Ne Bekliyorsunuz?
Uyanmak mı istiyorsunuz. Öncelikle bir Gazze haberi gördüğünüzde, o haberi okuyup yüreğinizi dağlamasına izin verin. Acıyan yürek uyanık kalmanızı sağlar. Uyanık olduğunuz sürece harekete geçecek enerjiniz olur. Yaşanan acılara sırtınızı dönüp uyursanız, yapılması gerekenleri ancak rüyanızda yaparsınız. Sizin rüyalarınızın ve hayallerinizin Filistin halkına bir faydası yoktur. Gerçek şeyler yapmak istiyorsanız, hayal ve uyku dünyasından sıyrılıp gerçek dünyaya adım atın.
Zulme Sessiz Kalan Dilsiz Şeytandır
Hz Salih’in kavmi, devenin öldürülmesine sessiz kaldığı için helak edildi. Allah sessiz kalanları unutmaz. Bir zulme ortak olmak için, illa ki o zulmü işlemek gerekmez. Zulme duyarsız kalmanız da o zulme ortak olmanız anlamına gelir. Müslümanlar da bu katliamda Yahudiler kadar suçludurlar.
Siyonistler sadece Gazzeli masumları öldürmüyor, onlarla birlikte bizi de öldürüyor. Ne var ki Gazzelilerin bedenlerini öldürürken bizim ruhumuzu öldürüyorlar.
Bedenin ölümü bir anda gerçekleşir ve çabucak olup biter, ancak ruhun ölümü çok daha acı verici ve zaman alıcıdır.
Şunu unutmayın ki Gazze’yi kurtarmadan ruhunuzu kurtaramazsınız. MESUT TUNCE