İnsanoğlu zayıf bir varlıktır. Potansiyeli yüksek olmasına karşın, zorlu şartlar kendisini çepeçevre sarmalamıştır. Bu da hareket kabiliyetini sınırlamaktadır. Öyle ki, bazen insan atacak tek bir adımının dahi kalmadığını düşünebilmektedir. İşte böylesi durumlar çaresizlik hissiyatı ile ifade edilmektedir. Buna göre artık yapılagelenin sonuç üretmediği ortaya çıkmıştır. Yapılmak istenilen de bahsi geçen yüksek potansiyelin çok üzerine çıkmaktadır. Hal böyle olunca, kişi elleri kolları bağlı, orta yerde çaresizce kalmaktadır. Bu anda hissedilen bir miktar korku vardır. Bir de gözler beklenti ile umuda açılabilecek bir kapı arar bu esnada. Lakin daha çok öfke vardır burada: Kişi kendine kızar, etrafına köpürür, bu çaresizliği gidermeyen herkesi ve her şeyi mahkûm eder.
Hiç şüphesiz bugün Müslüman gençliğin içerisinde bulunduğu halet-i ruhiye az buçuk böyledir. Gözlerimizin önünde şeref ve haysiyetimiz, din ve namusumuz, nihayetinde insanlığımız yok ediliyor Gazze’de. Yüzümüze yüzümüze tükürülüyor. İşgal içimizden geçiyor. Lakin bu duruma karşılık olarak yaptıklarımız, hiçbirimizi tatmin etmiyor. Yürüyüşler, etkinlikler, olabildiğince yardımlar, sosyal medya paylaşımları vs. hiçbiri devam edegiden zulmü durdurmaya yetmiyor. Ne yapıp etsek devede kulak misali kalıyor. Nihayetinde çaresizliğimize çaresizlik katılıyor. Bu çaresizlik hali devam ettikçe, bu psikolojik yük bize ağır geliyor. Bundan dolayı kimimiz etkinliklere katılmayan yakınları ile kavga gürültüde buluyor kendini, kimimiz de işi daha da ileriye götürüp siyasilerden başlayarak beklenti içerisinde bulunulan herkese sövüp saymaya başlıyor.
Elbette her bireyin bu ağır psikolojik yük ile başa çıkma stratejisi farklı olur. Bunlardan ilginç olanlarından bir tanesini de geçenlerde Türkiye’ye üniversite okumaya gelmiş Filistinli bir öğrenciden dinledim. Hocam ben artık hiçbir etkinliğe katılmıyorum, dedi. Hatta artık mümkün mertebe Gazze ile ilgili haber de bakmıyorum, dedi. Bildiğin, Gazze ile ilgili neredeyse her şeye sansür uyguluyorum, dedi. Çünkü artık hiçbir şey yapamıyor oluşuma katlanamıyorum, hele hele Türk arkadaşlarımın bana acıyarak bakmasına tahammül edemiyorum, dedi.
Sonra şunları ifade etti: Hocam lütfen beni vatanını sevmeyen biri olarak görmeyin, size bunları söylüyorum lakin bu durum bir an olsun aklımdan çıkmıyor da dedi. Bu arada, geceleyin en fazla üç saat yatabildiğini, Gazze’de enkazın altında evlatlarını arayan babanın videosunu izledikten sonra saatlerce ağladığını da ekledi. Gün boyu aklımı kurcaladı bu gencin söyledikleri. Daha önce, böylesi ifadeleri etrafımdan duymuştum. Lakin benzerlerinin Filistinli biri tarafından ifade edilmesi, beni derinden etkilemişti. Çünkü onun için artık bıçak kemiğe dayanmış, lakin yapılabilecek bir şey kalmamıştı. Demek ki çaresizlik insanı yorgun düşürebilir hatta yıkabilirmiş kimi zaman.
Aynı günün gecesinde, Filistin direnişinin öncülerinden olan Dr. Teysir Süleyman’ın bir söyleşisine katılma imkânı buldum. Kendisi, işgal zindanlarında 19 yıl hapis yatmış, cezaevi arkadaşlarından biri de merhum Şehit Yahya Sinvar’mış. Daha 20’li yaşlarındayken toplamda 40 arkadaşı ile nasıl direnişi başlattıklarından bahsetti. İnsanların onları yollarından etmek için kullandıkları dili anlattı. Üzerlerine psikolojik yük olarak çaresizliği nasıl fırlattıklarını konuştu. Buna karşın 40 yıl sonra 40 kişi olarak başladıkları yolda nasıl 40 bin kişiye ulaştıklarını anlattı. Bunun semeresi olarak BM meclisinde Avrupalı devletlerin Filistin’i tanıma sırasına girdiğini belirtti. Felçli sandalyesinde, Şeyh Ahmet Yasin’in tiz sesiyle söylediği ifadelerini de tekrar etti: “Zayıf hiçbir zaman zayıf olarak kalmaz, güçlü de hiçbir zaman güçlü olarak kalmaz. Allah emrinde galip olandır, lakin insanların çoğu bunu bilmez.”
Elbette niyetim daha 20’lerinde bir genç ile ömrünü direnişle geçirmiş bir mücahidin hissiyatlarını karşılaştırmak değil. İki çırpınış ve gayret de kendince değerlidir. Belki de bu Filistinli genç ve onun gibi milyonları bulan Müslüman gençlik, çaresizliğin duvarında bir nebze yıkımın gerçekleştiğini gördüklerinde büyük bir aşk ve şevk ile ayağa kalkacaklar. Lakin bunun için öncelikle her şeyin üzerini bir kara bulut gibi kaplayan bu psikolojik yükün, bu çaresizliğin önünde durup onu yenmeye çalışacak kimselere ihtiyaç vardır. Şüphesiz Dr. Teysim Süleyman da onlardan biridir. Kendisi biz Müslümanlardan üç şey istemektedir: (1) direnişe mali destek vermek, (2) direnişe destek için etkinliklere katılmak ve (3) direnişe dua etmek. Bunlar belki de şimdilik çaresizliğimizi gidermeyecektir. Lakin, ben kendi adıma, çaresizliğimi tek başıma yenmeyeceksem, çaresizliğin karanlığına savaş açmış komutanın peşinden gitmeyi yeğlerim.