Bir insan bütün dünyayı etkileyebilir mi?

Abone Ol

İmam Gazali... Gerek İslam dünyasını, gerekse Batı medeniyetini derinden etkileyen dev bir zihin. İlk bakışta bu iddia size mübalağalı gelebilir. Ancak rahmetli Prof. Dr. Fuat Sezgin’in altmış yıllık emeğinin ürünü olan şu sözü, artık bu konuya ciddi eğilmemiz gerektiğini haykırıyor: "Avrupa medeniyeti, İslam medeniyetinin bir çocuğudur."

Tarihsel veriler, Müslüman düşünürlerin Batı üzerindeki etkisinin ne denli güçlü olduğunu gösteriyor. Örneğin, bir dönem Hristiyan rahip Raymondus Lullus’a ait sanılan yetmiş eserin, çok sonra Arapçadan çevrildiği ortaya çıktı. Bu, ilhamın yalnızca dolaylı değil, doğrudan bir nehir gibi aktığının en somut kanıtıdır.

İmam Gazali’nin Batı’daki etkisi, kimi zaman doğrudan kabul yoluyla değil, çatışmacı bir kanal üzerinden ulaşmıştır. İmam Gazali’nin yazdığı Tehâfütü’l-Felâsife (Filozofların Tutarsızlığı) eseri, İbn Rüşt’ü buna cevap olarak Tehâfütü’t-Tehâfüt’ü (Tutarsızlığın Tutarsızlığı) yazmaya itti. İşte bu iki eser arasındaki dev tartışma, Endülüs üzerinden tüm Batı'ya yayıldı.

​"İmam Gazali’nin nedenselliğe getirdiği sarsıcı eleştiriler ve bilginin kesinliğine dair açtığı şüphe kapısı, Batı'da 'Algazel' adıyla tanınmasına yol açarak başta Thomas Aquinas olmak üzere tüm Skolastik felsefeyi derinden etkiledi.

Acaba İmam Gazali’nin şüpheci yaklaşımının, yaklaşık beş yüz yıl sonra yaşamış olan Descartes’ın ünlü metodolojik şüphesine de dolaylı yollarla bir kapı araladığı düşünülebilir mi?

Veya Batı felsefesinin köşe taşı saydığımız 'kuşku' metodu, gerçekten de İmam Gazali'nin attığı tohumlardan besleniyor olabilir mi?

Düşünce, boşlukta aniden ortaya çıkmaz. İnsan zihni, mutlaka kendisinden önce kurulmuş sistemlerden beslenir. Bu etkileşim bazen kabul, bazen de şiddetli bir itiraz şeklinde gerçekleşir.

Bu bağlamda İmam Gazali ile Gottfried Wilhelm Leibniz arasındaki çarpıcı benzerlikler, meselenin derinliğini gösteriyor. İmam Gazali’nin, neden-sonuç ilişkisini zorunlu bir bağ olarak değil, Allah'ın sürekli yaratmasına bağlı bir fiil olarak ele alması... Bu fikir, Leibniz’in evrendeki her olayın nihai açıklamasını Tanrı’ya dayandıran "Yeter Sebep İlkesi" ile şaşırtıcı biçimde örtüşmektedir.

Ayrıca nedensellik eleştirisinin izlerini yine kendisinden yüzlerce yıl sonra yaşamış David Hume’de bulmak mümkün. Elbette bu, doğrudan bir kopyalama kanıtı olmasa da, İmam Gazali ile şekillenen metafizik problemlerin, Batı'da farklı bir dille ve farklı bir sistem içerisinde yeniden üretildiğini göstermesi açısından son derece önemlidir.

İmam Gazali’nin fikirleri yalnızca İslam’ın altın çağının bir ürünü değil; sonraki çağların felsefi diyaloglarını da belirleyen, evrensel bir kaynaktır.

Artık düşünce tarihimizi, sadece Batı merkezli bir anlatının sığ sularından kurtarmalıyız. Entelektüel kökenlerimizi tam olarak anlayabilmek için İmam Gazali’nin mirasına daha cesur ve daha derin bir bakış açısıyla sahip çıkmak zorundayız.

Doğu'dan yükselen bir felsefi sesin, Batı'nın en parlak zihinlerini bile şekillendirdiğini görmezden gelmek, sadece kendi tarihimize değil, evrensel düşünce tarihine de haksızlık olacaktır.