Bayramın garipliği ve vicdanın sınavı

Abone Ol

Hayat bazen, insanın omuzlarına ağır yükler bırakır. Kimi zaman bu yükler altında eziliriz, nefes almak bile zor gelir. Hele de büyük acılar yaşamış, ölümün soğuk yüzünü görmüşsek… Ölümler, ayrılıkları beraberinde getirir ve geride kalanlar için büyük bir sınav başlar.
Ölüm, kesinlikle bir yok oluş değildir; bilakis dünyadaki eş, dost ve akrabalardan uzun ve çetin bir ayrılık, ahirettekilere ise kavuşmak ve vuslattır. İnsan, bu ayrılığa ne kadar hazırlanırsa hazırlansın, ölümle karşılaştığında yine de şaşkın ve çaresiz kalır. Yüzler soğur, gözler donuklaşır, kelimeler anlamını yitirir. Islak kirpiklerin arasından süzülen bakışlar, acıyı ve hüznü anlatır. Ölümün soğuk nefesini hissettiğimizde, dünyanın ne kadar fani ölümün ise gerçek olduğunu daha iyi anlarız. Ama ne gariptir ki yine de bu geçici dünyaya sıkı sıkıya bağlanırız.
Etrafımıza baktığımızda, aslında her şeyin ne kadar garip olduğunu fark ederiz. Burada her şey bir gariplikler silsilesidir. Gelen garip, kalan garip, giden garip… Hayatın bu garip döngüsü içinde, bizler bayram yapacağız. Ama gerçekten bayram yapabilecek miyiz?
Gözümüzün önünde, Gazze enkazlar arasında bir bayram sabahına uyanıyor. Anneler evlatsız, evlatlar anne babasız. Bir bayram sabahında uyanmak, aslında umut ve sevinçle dolu olmalıydı. Ama nasıl? Açlık, yıkım ve ölümün gölgesinde, nasıl bayram yapılır? Ramazan boyunca yokluk içinde oruç tutan, iftarlarını belki birkaç lokmayla açan Gazzeliler, şimdi bayramı nasıl karşılayacak?
Bizler sofralarımızı donatırken, onlar açlığa sabrediyor. Bizler yeni bayramlık kıyafetlerimizi giyerken, onlar bombaların altında eskiyen giysilerine sarılıyor. Bizler sevdiklerimizle bayramlaşırken, onlar toprağa verdiği yakınlarının mezarlarını ziyaret ediyor. Peki, vicdanlarımız bu manzara karşısında nasıl bayram yapabilir?
Bir zamanlar bayramlar, huzurun ve dayanışmanın simgesiydi. Büyüklerimizin ellerini öper, çocuklara harçlık verirdik. Evlerimizde tatlı bir telaş olurdu. Ama bugün, o eski bayramlardan çok uzaktayız. İçimizde burukluk, kalplerimizde hüzün var.
Elbette bayram, umudu kaybetmemek, yardımlaşmak ve mazlumun elinden tutmak için bir vesiledir. Ama bu bayram, sadece kendi dünyamızda küçük sevinçler yaşamak yeterli olacak mı? Yoksa Gazze’nin, Filistin’in, Yemen’in, Çin zulmü altında inim inim inleyen, Ramazan’da oruç tutmalarına izin verilmeyen, zorla oruçları bozdurulan Doğu Türkistan’daki Müslümanların, tüm mazlum coğrafyaların çığlıklarına kulak tıkayıp onların acılarını görmezden gelerek mi bayram yapacağız?
Bu bayram, bizlere büyük bir sorumluluk yüklüyor. Vicdanlarımızı bayrama hazırlamak, sofralarımıza oturmadan önce yüreğimizdeki adaleti sorgulamak zorundayız. Çünkü gerçek bayram, yalnızca kendi mutluluğumuzu yaşamak değil, başkalarının yaralarını da sarmaktır. Gazzeli bir çocuğun gözyaşlarını silmeden, bir yetimin başını okşamadan, gerçekten bayram yapmış sayılır mıyız?
Bu bayramın garipliği de burada işte… Biz, belki de hiç olmadığı kadar buruk bir bayram yaşayacağız. Yani bayram sadece sevinç günü değildir; aynı zamanda vicdanın sınav günüdür. Bu sınavı geçmek için, elimizden ne geliyorsa yapmalı, sessiz kalmamalı, mazlumların yanında olduğumuzu hissettirmeliyiz. Ancak o zaman, gerçekten bayram yapabiliriz.
Ramazan’ın kıymetini bilip her anını en güzel şekilde Kur’an’la, ibadetle değerlendiren ve zulüm altında olan Müslüman kardeşlerini unutmayıp maddi ve manevi her türlü desteği veren tüm Müslümanlara hayırlı bayramlar diliyorum.