İnsan, kul olma yönüyle tapınma ihtiyacı hisseder. Tapınma ve kulluk ise Allah’a hastır; ama insanoğlu bu ihtiyaç doğrultusunda farklı zaman ve zeminlerde Allah(c.c) dışında başkaca varlıkları ilahlaştırmış; bazen kendi gibi insanları ilah gibi görmüş, onlara tapınabilmiştir. Bu ilahlaştırmada kutsama, korku, kabul veya gaflet gibi saikler etkili olmuştur. Bazen ilahlaştırma ve tapınmada söylem, ideoloji veya icraat tetikleyici olmuştur.
Sevgi ve ilah, amaç ve ibadet arasında doğrudan bir ilişki vardır. Aşırı sevilen şey veya kişi, amaca dönüşen tarzı zamanla kutsanır. Her kutsama da doğal olarak bir ilahlaştırmayı sonuç verir. Bu hakikat, ayet diliyle şöyle beyan edilmiştir: "Öyle insanlar vardır ki Allah’tan başkasını Allah’a denk tutar, tıpkı Allah’ı severcesine onları severler. Müminlerin Allah’a olan sevgileri ise her şeyden daha ileri ve daha kuvvetlidir…" (Bakara Suresi: 165)
Atatürk, bu çerçevede her 10 Kasım’da ölüm yıldönümü bahanesiyle bir kutsama ve tapınma havasında anılır. Bu, inkâr edilebilecek veya göz yumulabilecek bir durum değildir. Bazı bilboard veya afişlerde asılan Atatürk resminin altındaki cümlesi, Kemalist rejimin devamı için zihinlere bırakılan bir mesajdır. Atatürk kutsaması, sadece bununla kalmaz. Türkiye’nin her köşesinde baş nereye çevrilse ya bir Atatürk büstü ya portresi ya resmi ile karşılaşılır. Daire duvarları onun portreleriyle dolar, resmi konuşmalar ona saygı duruşu ve onu ulu(!)lamakla başlar. Çoğu havaalanı, mahalle, okul, bulvar ve cadde onun ismini taşır.
Yıllarca çocuklarımıza okullarda her gün onun adıyla
Göreve yeni başlayan her devlet memuru, meclise seçilen her vekil ve askere giden her genç, gönüllü veya cebri onun ilkelerine bağlılık yemini etmiyor mu?
Bu, bizi izleyen lider(!) seküler, milliyetçi, Atatürkçü ve son zamanlarda muhafazakâr birçok insanda bir inanç olarak yok mu?
Siyasi liderler Anıtkabir’i ziyaret ederken ondan bahseder, onunla konuşur(!); onun yolundan ayrılmayacağına ve devrim ideallerini gözeteceğine yemin eder. Bazıları hızını alamayarak ona yalvarır, yobaz saydıkları dincileri(!) ve rahat içki içememelerini ona şikâyet eder. Emekli bir general, bir vakit sözüyle bu kutsanan güçten destek aldığını beyan etmemiş miydi?
adlı kitap, Çağlar’ın ‘Atatürk ekber! / Atatürk ekber! / Ancak O var Atatürk!..’ ve mısraları, Çamlıbel’in ‘Yürüyor, kalbimizin durduğu bir yolda değil / Kanlı bir göz yaşı nehrinde muazzam tabutun / Ey ilâhın yüce dâvetlisi, göklerden eğil / Göreceksin duruyor kalbimizin üstünde putun!..’ mısraları ve Yönetken’in ‘Tanrı gibi görünüyor her yerde / Topraklarda, denizlerde, göklerde / Gönül tapar, kendisinden geçer de / Hangi yana göz bakarsa: Atatürk…’ mısraları Atatürk’ün bir tanrı ve Kemalizm’in bir din gibi görüldüğünü açıkça ortaya koymuyor mu?
Atatürk ve Kemalizm’i meşrulaştırmaya ve sevdirmeye çalışan, ona dua edilmesi ve adına mevlit okutulması gerektiğini söyleyenlerin ağızlarına dinsiz bir ağızdan çıkan şu söz bir şamardır: