“Asya, su ve topraktan oluşan bir bedendir; Afgan milleti ise o bedenin kalbidir.”

Abone Ol

Büyük şair ve mütefekkir Muhammed İkbal, yıllar önce bu hakikati ifade etmiştir.

Bedenin sağlığı ve selameti, vücuttaki kalbin sağlıklı olmasından geçer. Kalp sağlıklı değilse vücudun sağlıklı ve güvende olması mümkün değildir.

Afganistan’da barışın sağlanması, istikrar ve huzur bulması sadece kendi coğrafyası için değil, tüm Asya’nın huzur ve istikrarı için hayati önem taşır.

Asya kıtası, 4,7 milyarlık nüfusuyla dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 60’ına tekabül etmektedir. Asya aynı zamanda en fazla Müslüman nüfusuna da ev sahipliği yapmaktadır. Güney Asya, Güneydoğu Asya, Doğu Asya, Orta Asya ve Batı Asya’da bir milyarın üzerinde Müslüman yaşamaktadır. Bu da dünyadaki toplam 2 milyar Müslüman nüfusunun yarısından fazlası demektir.

İşte Asya’nın kalbi Afganistan rahat etmezse Asya Müslümanları, Asya Müslümanları rahat etmezse ümmet de rahat etmez.

Afganistan üzerinde tarih boyunca oynanan oyun ve entrikalar öylesine tesadüfen ve gelişigüzel değildir. Önce İngiliz işgali, ardından Rus işgali ve son olarak 20 yıl süren ABD ve NATO’nun işgali...

Elhamdülillah, kahraman Afgan halkının direnişiyle Afgan toprakları bütün bu işgalcilere mezar oldu ve olmaya devam edecektir.

En son işgalci ABD, kaçmasına kaçtı ama bu topraklardan elini çekmedi. Hile, oyun ve entrikalarına devam etmektedir.

Ne acıdır ki bütün İslam ülkeleri dâhil şu ana kadar yeni yönetimi tanıyan çıkmadı. Kendi çıkarları için ilişki kuranlar da kaçak güreşen pehlivan misali kaçamak ilişki kurmaktadır.

Son günlerdeki Pakistan-Afganistan gerilimi ve sınır boylarındaki şiddetli çatışmaların temelinde de bu oyun ve entrikalar yatmaktadır.

Tahrik-i Taliban, Mülteci Sorunu ve Afganistan İslam Emirliği’nin Pakistan tarafından resmî olarak tanınması bu çatışmaların nedeni gibi görülse de esas neden, 132 yıl önce İngilizlerin çatışmalara zemin hazırlaması için miras olarak bıraktığı Durand Anlaşması’dır.

İngilizler, 1916 yılındaki Sykes-Picot Anlaşması ile nasıl ki ümmet coğrafyasını birbiriyle sorunlu hale getirilen onlarca ulus devlete böldüyse, 1893’te de Durand Antlaşmasıyla Peştunları bölerek işe başladı.

Durand Hattı, 12 Kasım 1893 yılında, Hindistan Devlet Hizmetleri'nde görevli İngiliz diplomat Mortimer Durand ve Afganistan Emiri Abdurrahman Han tarafından, Afganistan Emirliği ile Britanya Hindistanı arasındaki uluslararası sınır olarak belirlenmiştir.

Tek sayfalık Anlaşma, Durand Hattı'nın ötesine müdahalede bulunmama taahhüdü de dâhil olmak üzere yedi kısa madde içermektedir. İngiliz-Rus "Büyük Oyun" rekabetinin sonlarına doğru oluşturulan bu hat, Afganistan'ı bölgedeki İngiliz ve Rus çıkarları arasında bir tampon bölge olarak belirlemiştir. Bu hat, 1919 İngiliz-Afgan Antlaşması'yla küçük değişikliklere uğrayarak, 1947'de bağımsızlığını kazanmasının ardından Pakistan'a miras kalmıştır.

Yüzyıllarca birlikte yaşamış ve akraba olan Peştunların sun’i sınırlarla ikiye bölünmesi anlamına gelen bu sınır, Afganistan tarafından tanınmadı, halklar tarafından içselleştirilmedi. Zaman zaman bu sorunu çözüme kavuşturmak için müzakereler yapılsa da bir sonuca varılamadı.

Afganistan’da hangi yönetim gelirse gelsin bu tavır aynen devam etti. Nasıl ki ümmetin asli unsurlarından Kürtler, 4 parçaya, Beluçlar 3 parçaya bölünerek ümmet içerisinde sürekli bir kriz ve çatışmaya sebebiyet veriyorsa, Durand Hattı da Afganistan ve Pakistan arasında kriz olmaya ve emperyalistler tarafından kaşınmaya devam ediyor.

İngilizler tarafından çizilen sınırlar ve kurulan ulus devletler, ümmete hayır getirmedi. Zaten şer olması için yapıldı. Çare, ümmetin kardeşlik ve adalet çerçevesinde bu sınırları suni hale getirmeleri ve sorunlarını çözüme kavuşturmalarıdır.