ANA VE DİL

Abone Ol

‘’Hadım yetiştirmek ve hadım etmeyle ilgili en eski kayıtlar, milattan önce 2000 yılında Sümer şehri Lagash'a aittir.’’

‘’Hadımlar, casusluk veya gizli operasyonlar için saray hizmetçileri olarak, şarkıcılık, din uzmanı, asker, kraliyet muhafızı, hükümet yetkilisi veya harem hizmetlisi olarak bin yıldan beri birçok farklı kültürde çok çeşitli işlevleri yerine getirdiler.’’

Ama artık dünya değişiyor, değişen dünyayla birlikte eski dünyadan kalan birçok şeyin de değişmesi gerekiyordu.

Bu değişim hadımlık müessesesinin de değiştirilmesini zorunlu kılıyordu; ancak efendilerine bu kadar sadık bir kitleyi ortadan kaldırmak belli ki mevcut iktidarların işine gelmiyordu.

O halde ortadan kaldırmak yerine, yine efendilerine büyük bir sadakatle bağlı olup hizmet edecek şekilde, yeniden dizayn edilmeli ve yeni bir formda hayata geçirilmeliydi.

Belki de yapılması gereken şey çok basitti. Evet, insan bedeninden bir parça koparmak oldukça barbarcaydı ve yenidünya böyle bir barbarlığı kaldıramazdı.

Bu durumda yapılması gereken bedenen değil, “zihnen hadım etmek” ve yukarıda zikredilen kimi görevlerini ifa etmek için yetiştirmekti.

Peki, ama zihin soyut bir şeydi ve nasıl hadım edilebilirdi?

Cevabı oldukça basit aslında, bir insanın anadiliyle bağını kopararak! Elbette bu on yıllarca devam edecek bir süreçti hemen olacak bir şey değildi. Peki, bir ulusun zihnen hadım edildiğinin göstergesi ne olacaktı?

Ne zaman ki bir kavim kendi anadilini konuşmaktan utanır oldu. Ne zaman ki bir kavim kendi anadilini unutur oldu ve ne zaman ki bir kavim kendi kültür ve sanatına yabancılaştı işte o vakit zihinsel hadımlık süreci başarıya ulaşmak üzere denilebilir.

Öte taraftan kendi anadilleriyle bir eğitim sistemleri mevcut olmadığından yabancı bir dille eğitim görmek zorunda kalmış, kendi anadilini konuşsa bile, yabancı bir dille yazıp okuduğundan aynı şekilde yabancı bir dille düşünmek zorunda kalmıştır.

Takdir edersiniz ki bu durum kişinin düşüncesini kendi anadiline çevirmesine; ancak yabancı bir dille düşündüğü ve yabancı dildeki bazı kelimelerin, kendi ana dilindeki karşılığını bulmakta zorlandığı için o yabancı kelimeleri kendi diline katmasına sebebiyet vermiş ve zamanla kendi diline yabancılaşmasıyla sonuçlanmıştır.

Böylelikle kelime haznesi daralmış, efendileri 5000 kelimeyle düşünürken, kendisi 500 kelimeyle düşünmek zorunda kalmış, kısır bir döngü içerisinde aynı cümleleri tekrar edip durmuş, hiçbir zaman fikri bir doyuma ulaşamamış, fikri anlamda hadımlaştırılıp, cahil ve çaresiz bırakılmış böylece efendisine bağlanmasının ilk adımı atılmıştır.

Yukarıda yazdığımız ve daha ekleyebileceğimiz birçok sebepten ötürü ve Allah’ın ayetlerinden bir ayet olması yönüyle dil kutsaldır, hafızların Allah’ın ayetlerini nesilden nesile taşıması gibi Anaların da görevi dili nesilden nesile aktarmaktır.

Çünkü dil, tarihtir, kültürdür, köktür, bir ulusun sanatıdır, edebiyatıdır, hissiyatıdır, duyguları ve ağıtlarıdır. Kısacası dil, anadır; ana, dildir. Prof. Dr. Nevzat Tarhan’ın dediği gibi: 'Bir toplum değiştirilmek istendiğinde dili, kültürü ve sanatı hedef alınır.'

“O’nun kanıtlarından biri de gökleri ve yeri yaratması, dillerinizin ve renklerinizin farklı olmasıdır. Kuşkusuz bunda bilenler için ibretler vardır.” (Rum suresi / 22)