Adına devlet denen terör oluşumunun Gazze’de başlattığı katliam, Müslüman devletlerin, Ümmet’in gözleri önünde birinci senesini geride bıraktı.

Katliam başladığı günden beri hem ben yazılarımda hem de birçok yazar ve duyarlı insan yazı ve açıklamalarında bu alçak terörün Gazze ile yetinmeyeceğini ifade ederek amacın Vadedilmiş Topraklar olduğunu belirtmiştik.

Gelinen aşamada başta Cumhurbaşkanı olmak üzere Devlet yetkilileri de bunu anlayıp ifade etmeye başladılar.

Özellikle Cumhurbaşkanı Meclis açış konuşmasında “Anadolu savunması Gazze’den başlar” diyerek konuyu gündeme getirdi.

Devamında ise “Günümüzün Hitler’i olan Netanyahu ve çetesi durdurulmazsa, savaş bölgeye yayılır. Bakınız Hatay’ın Yayladağı ilçesindeki Suriye sınırından, Lübnan sınırı, karayoluyla 170 kilometredir ve Türkiye Lübnan’a arabayla sadece 2,5 saat uzaklıktadır. Antakya ile Gazze arası, Ankara ile Aydın arası kadardır. Yani işgal, terör, saldırganlık hemen yanı başımızdadır.

Vaat edilmiş topraklar hezeyanıyla hareket eden israil yönetiminin, tamamen dini bir fanatizm ile Filistin ve Lübnan’dan sonra gözünü dikeceği yer, açık söylüyorum, bizim vatan topraklarımız olacaktır. Birileri ısrarla görmek istemese de Netanyahu hükümeti, Anadolu’yu da içine alan bir ham hayal kurmakta, ütopya peşinde koşmakta, bu niyetlerini de çeşitli vesilelerle ifşa etmektedir. 7 Ekim’den beri yaşanan her gelişme, bu tehdidin boyutunu biraz daha artırmaktadır” diyerek adım adım yaklaşan tehlikeye dikkat çekti.

Buraya kadar süper bir tespit. Ama her zamanki gibi gerisi gelmiyor. Terör oluşumunu durdurmak için ne yapılacak asıl önemli soru bu ama buna tatmin edici, sonuç alıcı bir cevap verilmiyor.

Nasıl durdurulacak bu terör oluşumu? Kınamakla, boykotla, ticareti kesmekle bu işin olmadığı açıkça ortaya çıktı.

Devlet yetkilileri açıkça kendilerinin de ülkelerinin de halklarının da hedefte olduklarını ifade ediyorlar ama yaklaşmakta olan tehlikeyi durdurmak için gerekli tedbirleri almıyorlar.

Madem, Anadolu’nun savunması Gazze’den başlıyorsa o zaman öncelikle Gazze’nin savunulması, oranın kurtarılması gerekmez mi?

Bu mantıkla hareket edecek olursak ortaya, Gazze’nin güvenliği Anadolu güvenliğidir, gibi bir önerme çıkmaz mı?

Tehlikenin ya da tehdidin tespiti tek başına o tehlike ya da tehdidi bertaraf etmiyor. Adım atmak gerek, yılanın başını Gazze’de ezmek gerek.

Uluslararası topluma, İslam Dünya’sına kuru kuru çağrıda bulunmak bugüne kadar yaşananların şahitliğiyle, havanda su dövmekten, başka bir şey değildir.

Artık askeri tedbirlerin zamanı gelmedi mi? Tehlike ya da tehdit ticari tehdit olsaydı tedbir de ticari olurdu.

Ama tehdit askeri ve saldırganca bir tehdit. Bunun cevabı da bu meyanda bir cevap olmalıdır. Türkiye kendini korumak adına İslam ülkelerine öncü olmalı, bir tür Gazze barış gücü ya da Gazze Savunma kuvvetleri gibi askeri oluşumlara öncülük etmelidir.

Madem savaş kapıya dayandı, madem savaş sınırlara ulaştı o zaman cesurca davranmanın, öncülük yapmanın zamanı gelmedi mi?

Kınamalar ya da çağrılar tehlikeyi bertaraf etmiyor. Zalime anladığı dilden konuşmak lazım.  Bu terör devleti asla yenilmez değildir. Gerek HAMAS gerekse de Lübnan’da Hizbullah bunu bize ispatladı.

Ordusu olan, hava kuvvetlerine sahip olan ülkelerin de bu konuda sorumluluk almalarının zamanı geldi de geçiyor bile…