Mal sahibi, mülk sahibi
Hani bunun ilk sahibi?
Mal da yalan, mülk de yalan
Var biraz da sen oyalan!
Demiş koca yürekli Yunus Emre… Bu dünyadan istiğna etme hali, ehl-i tarikin yollarından biri olsa gerek…
İşte böyle bir gönül eri bu dörtlüğün benzeri bir hikâye ile karşımıza çıkarak, Dünya ve içindekilerin ne kadar da boş olduğunu bir kez daha kıssa ediyor.
Dönemin en önemli bilginlerinden gönül eri bir zat, Hükümdarın sarayının önündedir. Herkesi arayıp tarayan muhafızlar onu saygıyla karşılarlar. Kimse nereye gidiyorsun demeden ta hükümdarın arz odasının kapısına kadar yürür. O kapılar da sorgusuz sualsiz açılır o gönül erine.
Hiç beklemediği bir anda ünlü bilgini karşısında gören hükümdar şaşırsa da saygısızlık etmez. Hürmetle yerinden kalkarak bilgine tazimde bulunur.
Hükümdar, hürmetini bozmadan, buyurun size nasıl yardımcı olabilirim, diye sorar.
Bilgin, ben bu handa kalacak bir yer istiyorum, der.
Hükümdar, Han mı? Burası han değil ki benim sarayım, deyince bilgin tekrar sorar,
Sorabilir miyim senden önce burada kim yaşıyordu? Kimindi bu senin saray diye tanımladığın han?
Babam. Benden önce babam yaşardı bu sarayda.
Hani nerede baban?
Vadesi doldu, vefat etti.
Peki babandan önce kim vardı bu taş duvarlar arasında?
Ondan önce de onun babası yani benim dedem vardı. O da yıllarca bu saraydan bu memlekete hükmetti.
O nerede?
O da öldü ve babama devretti.
O zaman senin saray dediğin bu yer insanların gelip geçtiği, bir müddet hüküm sürdüğü sonra da terk ettiği iki kapılı bir yer yani.
Evet öyle. Gelen yaşıyor, hüküm sürüyor ve bırakıp gidiyor.
Madem öyle sizin dediğiniz gibi gelen gidiyorsa o halde ben buraya neden han diyemezmişim ki? Han işte bildiğiniz han.
Hükümdar bu muhavereden sonra, bilginin verdiği dersi anlamıştı. Hükümdara han olan o ihtişamlı saray Dünya’nın ta kendisiydi. Aşık Veysel’in de dediği gibi, iki kapılı bir handa gidiyoruz gündüz gece.
Gelenin gittiği bu Dünya herkes gibi bizim için de iki kapılı bir handır. Önemli olan, mülkün sahibi olan Allah Azze ve Celle’yi razı ederek yaşamak ve o handan yüz akıyla çıkmaktır.
Şiirle, Yunus’la başladık yine Yunus’la bitirelim.
Bu dünyadan gider olduk, kalanlara selam olsun,
Bizim için hayır dua, kılanlara selam olsun.
Sala verin kastımıza, gider olduk dostumuza,
Namaz için üstümüze, duranlara selam olsun.
Ecel büke belimizi, söyletmeye dilimizi,
Hasta iken halimizi, soranlara selam olsun.
Eceli gelenler gider, hepsi gelmez yola gider,
Bizim halimizden haber, soranlara selam olsun.
Tenim ortaya açıla, yakasız gömlek biçile,
Bizi bir asan vech ile, yuyanlara selam olsun.
Derviş Yunus söyler sözün, yaş doludur iki gözün,
Bilmeyen ne bilsin bizi, bilenlere selam olsun.