Dili keskin bir mülhid ya da ateist, İslam Coğrafyası’nı şehir şehir dolaşıp ulema ile tartışarak onları ilzam etmek suretiyle halk arasında bozgunculuk yapmaktadır.
Sıra Kufe şehrine gelmiştir. Kufe’ye gelince yine sermiş postunu yere ve meydan okumaya başlamış. Şehrin ileri gelenlerinden kendisiyle tartışacak âlimler istemiş. Mecliste bulunan biri oyunun farkına varmıştır.
Mülhide, senin karşına âlimlerimizi çıkarırız çıkarmasına ama senin önce bizim en genç âlimlerimizden biriyle tartışıp onu yenmen gerekiyor. Eğer onu yenersen bilahare bahsettiğin o âlimlerimizle de tartışabilirsin, demiş.
Mülhidin de kabul etmesi sonucu bir sonraki gün kuşluk vaktine karar kılınmış.
Gün akşama, akşam geceye, gece sabaha erişmiş kuşluk vakti gelip çatmıştır. Adeta bütün şehir Hz. Musa ila Firavun’un sihirbazlarını izleyecekmişçesine münazara meydanına toplanmıştır.
Mülhid gelmiş ve kendisi için hazırlattığı süslü püslü yüksek kürsüsüne kurulmuştur. Ama genç âlim daha gelmemiştir.
Mülhid, gencin geciktiğini görünce başlamış atıp tutmaya, gördünüz mü güvendiğiniz adamınız korkup karşıma çıkmadı…
Mülhid atıp tutarken genç âlim de alana ulaşmıştır. Gösterilen saygıdan dolayı gelenin rakibi olduğunu anlayan mülhid, yaşına bakarak kendine olan güvenini tazelemiş ve gence dönüp,
- Ne oldu korktun mu? Korkundan dolayı mı geciktin, diye sorar.
- Korkmadım evimiz nehrin öte yakasında. Bu tarafa geçmek istediğimde köprünün yıkılmış olduğunu gördüm. Geçemeyeceğimi anlayınca, oradaki ağaçlara, hemen bir sandal olup, beni geçirmelerini emrettim. Onlar sandal olup beni geçirdiler, bu sebepten geciktim. Kusuruma bakmayın, dedi.
Mülhidin kahkahaları adeta çevredekilerin kulaklarını tırmalar.
- Sen akılsız mısın? Nasıl olur da ağaçlar kendi kendine sandal olur ki?
Genç âlim bütün vakarıyla, mülhide cevabını verir:
- Akılsız mı? Asıl akılsız olan sensin. Birkaç ağacın bir araya gelerek basit bir sandala dönüşmesini imkânsız buldun ve bana güldün. Dediğimi kabul etmiyorsun da hangi akılla, şu uçsuz bucaksız evrenin kendi kendine var olduğunu iddia ediyorsun?
Mülhid, imansızlığın yansımasıyla üzerindeki şaşkınlığı atıp sorusunu sorar,
- Beni gafil avladın küçük! Pekâlâ, şu varlığını iddia ettiğin Allah’ı göster de inanalım.
Cevap soru olarak gelir,
-Peynir ve yağ neden yapılır?
-Sütten tabi ki de!
-Öyleyse al sana süt ve içindeki yağ ve peyniri bize göster, der.
Mülhid kendi silahıyla vurulmuş ve ikinci şok ile karşı karşıya kalmıştır.
‘Elbette bu sütün içinde peynir ve yağ vardır. Ama görünmez’, diyecek olur ama gencin yeni bir atağıyla karşılaşır.
-Şu sütün içinde yağ ve peynir olduğunu kabul ettiğin halde onları gösteremiyorsun da, Yüce Allah'ı "İşte Allah" diye göstermemi benden nasıl istiyorsun?
Mülhid ilzam olmuştur. Ama inadı daha kırılmamıştır. Son soru diye söze başlamış,
Son soruma da cevap verirsen, üstünlüğünü kabul edeceğim. Mademki "Allah vardır" diyorsun, şu anda O ne yapmaktadır? Diye tamamlamıştır sözünü.
Genç âlimin hazırcevaplılığı üzerindedir yine,
Oturduğun kürsüden aşağı in sana cevabını öyle vereyim!
Mülhid istemese de yerinden kalkıp aşağı inmiştir. Onun indiği kürsüye çıkan genç âlim, verdiği cevapla mülhide son darbeyi vurmuştur.
Şu anda Allah, senin gibi bir dinsizi bu kürsüden aşağı indirerek, benim gibi küçük bir kulunu buraya çıkarmayı irade ediyor…
Verdiği cevapla mülhidi imana getiren genç daha sonraları kıyamete kadar İmam-ı Azam olarak anılacak kişidir…
Selam ve Dua ile…