Rivayet olunur ki; Padişahın biri Hızır’ı (A.S) görmek istemiş. Adet üzere çağırmış vezirini, Hızır’ı görmek istiyorum bu nasıl olacak, diye sormuş. Vezir bakmış padişah muhal bir şey istiyor. Kendini kurtarmak için, Efendim bunu ancak Şeyhülislam bilir, demiş.
Huzura gelen Şeyhülislam da pabucun pahalı olduğunun farkına varınca, Padişahım ben ilim adamıyım. Hızır irfan ehlinin işidir. Şehre haberciler salıp Hızır’ı bulacak olana büyük ödüller vaat edelim, der.
Tellallar şehre dağılırlar. Tellalların ilanını tüm şehir halkı gibi o şehirde yaşayan fakir bir ihtiyar da duyar. Yoksulluk canına tak etmiştir. Ne olursa olsun deyip tellalların yanına giderek, ben padişahımıza Hızır’ı getirebilirim, demiş.
Görevliler adamı padişahın huzuruna çıkarmışlar. Adam iddiasını orada da tekrarlamış ve bir şart koşmuş. Ben size Hızır’ı getirebilirim ama bir şartım var. 40 gün boyunca sarayda ne pişerse, siz ne yerseniz benim evime de onu yollayacaksınız. Padişah şartı kabul eder.
Yoksul adam akşam evine padişahın adamlarının taşıdığı saray nimetleriyle döner ve durumu hanımına anlatır. Hanımı, peki sen Hızır’ı tanıyor musun deyince de, elbette tanımıyorum ama bir ömür yoksulluk çektik. Bari şu kırk gün rahat bir hayatımız olsun, kırk gün sonra padişah benim kellemi alır ama siz de bu kırk gün rahat etmiş olursunuz, der.
Padişah sabırsızlıkla bekler ve nihayet 40. günün akşamında o adamı bana getirin, der. Sarayın muhafızları kapıya dayanmıştır. Evde kıyamet kopar. Yalancının mumunu söndüren yatsı vakti gelip çatmıştır.
Adam kapıyı açar ve gelenlerden kısa bir mühlet ister. Odaya geçen adam son kez secdeye kapanırcasına yalvarıp yakarır Rabbülalemin’e ve saraya doğru yola koyulur.
Salona girince padişah, hani nerede Hızır? Diye kükrer adeta. Gariban artık ne olursa olsun havasındadır. Durumu baştan aşağı padişaha anlatır ve bir öfke tufanı kaplar sarayı.
Padişah hemen birinci vezirine söyle bakalım bunun cezası nedir, diye sorar.
Vezir, bunun kellesini alalım. Vücudunu parçalayıp her bir parçasını bir şehirde sergileyelim ki; herkes padişahımıza yalan söyleyenin akıbetini görsün, der.
Bu esnada orada bulunan bir genç bir adım öne çıkıp Aslı aslına nesli nesline, her şey aslına döner, der ve geri çekilir.
Padişah ikinci vezire dönünce ikinci vezir; adamın derisinin yüzülüp içine saman doldurulmasını önermiş.
Bu sırada genç yine öne çıkmış ve aslı aslına nesli nesline deyip geri çekilmiş.
Sıra üçüncü vezire gelmiş. 3. Vezir, Padişahım her ne kadar bu şahıs size karşı suç işlemişse de siz onu affedin. Zorda olduğu için yapmış, demiş.
Genç yine ortaya çıkmış ve Aslı aslına nesli nesline huu, deyip yerine geçmiş.
Padişah ilk başlarda o gencin ihtiyarın yakını olduğunu düşünüyormuş ama sonra öyle olmadığını öğrenince kim olduğunu ve neden ikide bir ortaya çıkıp aslı aslına nesli nesline dediğini sormuş.
Genç adam, senin birinci vezirinin babası kasaptı ona çekti. O yüzden bu ihtiyarın etini parçalara ayırıp çengellere asmaktan bahsetti. Sen en iyisi onu kasap başı yap, demiş.
İkinci vezirin ise bir yorgancının oğludur. Babası yastıkların yorganların içlerini doldururdu. O da babasına çektiğinden derisine saman doldur, dedi.
- Vezirin babası adil ve bilgili ve bir vezirdi. Kendisi babasına çektiği için akıllıca bir yol önerdi. Sen en iyisi onu 1. Vezir yap.
Bana gelince ben o çok aradığın Hızır’ım. Bu ihtiyarı sıkışıklığından kurtarmak üzere yollandım, demiş ve hızlıca ortadan kaybolmuş.
Hikâyeler nasihattir aslında. Evlatlarımızın, aslı aslına nesli nesline, kaidesince bize çekeceklerini unutmayalım. Doğrunun gölgesi de doğru olur…
Selam ve dua ile…