Mavi Marmara hadisesinden sonra Türkiye ile siyonist işgal rejimi ilişkileri gerilmiş ve konsolosluk seviyesine indirilmişti.
Aradan geçen 12 yıl çeşitli restleşmelerle geçerken Doğu Akdeniz’de meydana gelen doğalgaz arayışları iki ülkenin farklı bloklarda saf tutmasına yol açtı.
Oysa Türkiye, bir dönemler siyonist rejimin neredeyse kuklası haline getirilmişti.
Hatta dahası zamanın siyonist Başbakanı Golda Meir; “Aslında biz iki ülke kurduk bir tane değil!” diyerek diğer ülkenin Türkiye olduğunu vurgulamıştı.
Yani Türkiye bürokrasisi ve askeri cenah, her zaman israil ile sıcak ilişkiler içinde olagelmiştir.
Elbette ki bu ilişkileri geliştirmede ABD’nin de hatırı sayılır çabaları olmuştur.
Bugün gelinen noktada siyonist C.Başkanı Herzog, “Normalleşme” adımlarının ilki olarak Türkiye’ye davet ediliyor.
Siyonist yönetim, etrafını saran ‘Arap Denizinden’ bir çıkış olarak daima İran ve Türkiye’yi görmüştür.
İran, 79 yılındaki Devrim’den sonra israil için ‘En büyük tehdit’ haline gelmişken Türkiye, sahip olduğu Kemalist ideoloji nedeniyle daima çantada keklik olarak görüldü.
Normal şartlarda bin yıllık devlet geleneği olmasıyla övünen “Türk derin aklı” 50 yıllık bir işgal rejiminin peşinden sürüklenmeyi hakaret olarak görürdü.
Ancak ne hazindir ki koyu Kemalizm’in ideolojik baskısı altındaki bu ‘Derin akıl’ belki de Türkiye’nin daha fazla İslamileşmemesi adına siyonistlerle aynı çuvala girmeyi kabul ediyor.
Bu ziyaret öncesi ilginç ve hızlı gelişmeler de yaşanıyor.
Herzog’un 9-10 Mart tarihlerindeki ziyareti öncesi Türkiyeli ve israilli yetkililer Kudüs’te bir araya geliyor.
Görüşmelerin Kudüs’te olması da ayrı bir konu... Şeyh Cerrah mahallesini gasp etmekle meşgul olan Herzog yönetimiyle az ileride görüşmek ve işgale karşı duruş sergilemek!!!
Türkiye heyetinde C.Başkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın ve Dışişleri Bakan Yardımcısı Sedat Önal yer alıyor.
Toplantılarda ele alınan temel konular ikili ilişkiler ve ticaretin geliştirilmesi konularıdır.
Bu davetin Türkiye tarafından yapılıyor olması, iktidarın ekonomik yönden ne kadar sıkıştığını gösterdiği gibi, Doğu Akdeniz’deki ‘DOĞALGAZ’ sıkışmasının sebep olacağı yeni fırtınaları da haber veriyor.
Türkiye, Körfez ülkeleriyle normalleştiği gibi yakın zamanda, Mısır’la da bazı kanallar açacaktır.
Pragmatist siyasetin gereği gibi görünen bu hamleler Türkiye’ye bir süre nefes aldıracak gibi görünse de siyonistler ile yapılacak her türlü anlaşma ve ilişkinin, Türkiye’nin zararına yol olacağı geçmişte yaşanan tecrübelerle sabittir.
90’lı yıllarda Türkiye siyasetini, hatta ordusunu ve mafyasını avuçlarına alan siyonistler, kapının en küçük bir tonda aralanmasıyla içeriye sızacak şekilde hazır bekliyorlar.
-Ukrayna’dan Suriye’ye Kriz Hazırlığı!
Rus- Ukrayna gerilimi sürerken başka önemli gelişmeler gözden kaçıyor.
Çin’in tavırları ve Suriye’deki ilginç gelişmelere dikkat edilmiyor.
Çin yönetimi uzun bir aradan sonra yaptığı açıklamada “NATO’nun yayılmasından biz de rahatsızız” dedi.
Bu açıklamaya rağmen Rusya yönetimi, Çin’e güvenmek konusunda isteksiz.
Çünkü Kiev ve Minsk’te büyük miktarda arazi kiralayan Çin, burada kendi vatandaşlarıyla tarım yapmaya devam ediyor.
Ayrıca Çin’in geniş Rus topraklarında gözü olduğu biliniyor.
Bu durumda akla şu soru geliyor;
Acaba Çin, ABD’nin 20 yıl Afganistan’da işgal ve katliamla uğraşıp hem madden hem de itibar yönünden harap olmasını beklediği gibi şimdi de Rusya’nın Ukrayna ve Doğu Avrupa kriziyle tekrar tükenme noktasına gelmesini mi hedefliyor?
Bununla birlikte Çin, dikkatleri üzerine çekmeden Batı’nın Rusya’ya yapacağı olası ‘Yaptırımları’ takip ediyor.
Neden mi?
Çünkü; Macron’un “NATO’nun beyin ölümü gerçekleşmiştir!” ifadesinin üzerinden iki yıl geçmeden Batı İttifakı yeniden toparlanmak için atağa geçiyor.
Çünkü Çin, NATO’nun sıradaki hedefinin kendisi olacağını çok iyi biliyor.
Doğu Avrupa’da gerginlik sürerken Doğu Akdeniz’de de bir hareketlilik görülüyor.
Lavrov ani bir manevrayla Suriye’ye Esed’le görüşmeye gidiyor ve merkezi Hımeymin olan büyük deniz tatbikatı için start veriliyor.
Görünen o ki; Rusya, olası Ukrayna işgali sonrasında Batı’dan gelecek tüm hamleleri hesaba katarak hazırlık yapıyor.
Olası bir savaş durumunda Doğu Akdeniz’deki hayati kazanımlarını kaybetmemek için Suriye’yi tahkim ediyor.